19 Nisan 2024, Cuma
29.10.2021 04:30

Emir demiri keser döneminde irrasyonel beklentiler öne çıkar

Ekonomi ve finansal piyasalardaki gelişmeleri haftalık bir gazetedeki köşeden yakalamak hiç kolay değil. Hele yine hiperaktivitenin doruğa çıktığı bir gündemin içindeyken bu imkansız gibi. O yüzden bu köşede derdimiz günceli değerlendirmekten çok ana problemleri ele almak oluyor. Ama herkesin endişeli gözlerle dolar kuru gelişmelerini izlediği günlerde de bu gündemden uzak durmak mümkün olamıyor. Geçen hafta daha biz Merkez Bankası acaba faiz indirir mi falan diye konuşup olası senaryoları tartışırken, Banka 200 baz puan daha faiz indirimine giderek irrasyonel beklentileri haklı çıkardı. Bu gelişme ile ilk etapta 9.60 düzeyine çıkan dolar kuru, büyükelçiler krizi ile 9.85’e kadar çıktıktan sonra krizin yatışması ile bir taban arayışına girmiş gibi görünüyor. Eğer önümüzdeki günlerde devreye yine bir siyasi kriz girmezse kurların yönelimini TCMB’nin para politikasında atacağı adımlar belirleyecektir. Zira sermaye hareketlerinin serbest olduğu ve kurlara doğrudan ve dolaylı müdahalenin olmadığı ortamda, kurların yönü için tek belirleyici faizdir. Burada ise TL varlıklar için önemli olan bu faiz kalkanının hızla devreden çıkarıldığını, hatta kamu bankalarını kredi piyasasında devreye sokarak TL yangınına körükle gidildiğini şaşkın şekilde izlemekteyiz.  TCMB son toplantıda da hiç ikna edici olmayan gerekçeleri tekrarlayarak; (enflasyon yükselişini arızi (geçici) unsurlar kaynaklı görmesi, parasal sıkılaştırmanın ticari kredileri öngörülenden fazla daraltması ve bireysel kredileri sınırlamaya yönelik tedbirler alınması) sert bir faiz düşüşüne gitmiş, ancak piyasayı daha fazla endişelendirmemek ve zaman kazanmak için arz yönlü arızi unsurlardan kaynaklı olarak politika faizinde yapılan aşağı yönlü düzeltme için yıl sonuna kadar sınırlı bir alan kaldığı değerlendirmesinde bulundu. Sınırlı nitelendirmesinin TCMB sözlüğünde ne anlama geldiği her yönetime göre değişeceğinden, bunun yılın kalan iki toplantısında ne boyutta bir faiz indirimi olarak yansıyacağını söylemek zor. Ayrıca, bu sinyal indirim sürecinin yeni yılda devam etmeyeceği anlamına da gelmiyor. Zaten, TCMB’nin son Piyasa Katılımcıları Anketi’ne 12 ay içinde yüzde 14 civarına inişin beklendiği yansımıştı. Ancak 50 baz puanlık beklentiye karşılık 200 baz puanlık indirim getiren son karar sonrası bu beklentinin daha da aşağı çekildiğini görebiliriz. Faizlerde düşüşün bundan sonra hangi hızla devam edeceği ve toplamda ne boyutta olabileceği açısından kritik gelişme ise 28 Ekim’deki yeni Enflasyon Raporu’nda yer alacak TCMB tahminleri olacak.  Bankanın yıl sonu enflasyon tahminini son OVP’deki yüzde 16.2’nin bir miktar üzerinde belirlemesi olası görünürken, gelecek yıl tahmininin yüzde 9.8 olan OVP tahminine göre değişip değişmeyeceği de önemli. Bu yazıyı okuduğunuzda yeni tahminleri de biliyor olacaksınız, ama Banka bu tahminleri yukarı çekmiş olsa bile piyasa tahminlerinin çok uzağında kalacağını göreceğiz. Son kur gelişmeleri, akaryakıt eşel mobil sisteminin artık zamları engelleyememesi ve küresel tedarik zincirindeki aksaklıkların enflasyonist baskıları yükseltmesi ile enflasyon patikasına ilişkin ortalama tahminlerin Ekim’de ulaştığı yüzde 20-21 aralığının fazla altına inemeyeceği ve en iyi senaryoda bile yeni yılda yüzde 15’in üzerinde kalacağı yönünde şekillendiği izleniyor. Dolayısıyla, bu görünüm değişmeden yapılacak her yeni faiz indirimi TL’nin değer kaybı ve ülke risk priminin artması ile sonuçlanacaktır.  Enflasyonun bu şekilde seyrettiği ve faiz indirimlerinin devam ettiği senaryoda, bankaların da bu gelişmeyi TL cinsi tasarruflara verdikleri faize yansıtacağı düşünüldüğünde mudilerin 2020 yılına benzer bir rekor negatif reel faiz ortamında yatırımlarının erimesine ne ölçüde seyirci kalacakları bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye enflasyonda neden ayrıştı?

Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) araştırmacılarından Sumru Öz’ün hazırladığı “Dünyada ve Türkiye’de Enflasyon: Türkiye Neden Ayrıştı?” başlıklı Araştırma Notu, Türkiye’nin enflasyon ligindeki tarihsel konumunu ve bunun nedenlerini ortaya koymuş. Araştırmanın sonuçları kısaca aşağıda : - Geçen Temmuz’da geniş kapsamlı bir enflasyon veri tabanının Dünya Bankası tarafından kullanıma açılmasından sonra Türkiye’deki enflasyonu diğer ülke gruplarıyla daha sağlıklı bir şekilde karşılaştırmak mümkün hale geldi. Veriler, son 50 yılda yüzde 17 ile 1974’te en yüksek düzeyine ulaşan küresel enflasyonun, gelişmiş ülkelerde 1982’de, orta ve yüksek gelirli gelişmekte olan ülkelerde ise 1990’ların ortasında kalıcı olarak tek haneye indiğini gösteriyor. 2010’dan itibaren dünya çapında düşük bir düzeyde istikrar kazanan enflasyonda, son on yılın ortalaması gelişmiş ülkeler için yüzde 1.4; orta ve yüksek gelirli gelişmekte olan ülkeler için yüzde 3.2; düşük gelirli gelişmekte olan ülkeler içinse yüzde 6. Türkiye’de enflasyon 34 yıl sonra 2004’te tek haneye inse de, kalıcı olmadı. Son on yılın ortalaması yüzde 10.2 ile orta ve yüksek gelirli gelişmekte olan ülkeler ortalamasının üç katından fazla. - Birçok gelişmekte olan ülkede 90’ların sonunda enflasyonun yüzde 4’lere düşmesini sağlayan serbest kur rejimi, mali disiplin, merkez bankası bağımsızlığı ve fiyat istikrarına öncelik veren para politikasını içeren istikrar programı, Türkiye’de 2001 krizinin ardından uygulandı. TCMB, 2002-2005 döneminde hedefleri tutturmayı başararak enflasyonun tek haneye inmesini sağladı. Ancak 2006’dan sonra hedeflerin çoğunlukla tutturulamaması, TCMB’nin kredibilitesini zedeleyerek enflasyonun yüzde 5’in altında olan dünya ortalamasına inmesini engellemiş görünüyor. 2018’den itibaren enflasyonun dünya ortalamasından tamamen ayrışmasında ise TCMB’nin bağımsızlığının fiilen ortadan kalkması yatıyor.