Bu yangını kimin çıkardığını belki bilemeyeceğiz. Ama kimin söndürmediğini hiç unutmayacağız
Oysa ben size denizi anlatacaktım bu hafta. Sıra sıra liman evlerini. O evlerde denize gidenin dönüşünü bekleyenleri. Denizin ve rüzgarın kızıyla açtığım yelkenliyi, onun beni suyla uzlaştırmaya çalıştığı o özgür saatleri... Size denizin tuzunu, serinliğini, ferahlatan sesini anlatacaktım. Ama şimdi denizin sesini kısan, üzerini kaplayan bir ateş öyküsü var. Ülkemin ve dünyanın dörtbir yanında günlerdir sürüyor. Denizin kıyısında yanıyor o evler, ağaçlar, kuşlar, böcekler... Yangın haberlerde izlediğimiz ölçüde bizden uzakta olduğunda bir film gibi geliyor. Böyle olması çok olağan. Kokusunu ve o cehennem sıcağını hissetmediğimiz sürece anlayabilmek çok güç çünkü. Bunun bir film olmadığını 2019 yazında Urla’da başlayıp Seferihisar ormanlarını, Efem çukurunu, Demircili koyunu, Yağcılar Köyü’nün sınırlarını ve İzmir’in geniş bir alanını yok eden, günler süren o büyük yangından sonra anlamıştım. Siz hiç yanmasın diye zeytin ağacının üzerine evindeki kilimi, battaniyeyi, çarşafı ıslatıp saran, ağacını kucaklayarak ölüme teslim etmemek için direnen birini gördünüz mü? Ben o gün gördüm. Spor arabasıyla su taşıyan delikanlıyı, bir kaplumbağayı almak için şortuyla ateşe atlayan genç kızı, komşu tarlanın bağlarını korumaya koşan garsonları, uykusuzluktan ve yorgunluktan yol kenarlarında uyuyakalmış itfaiye ve orman çalışanlarını televizyonda değil, gazetede değil karşımda gördüğümde anladım bu bir film değil.
O koku her yana sindi
Günlerce İzmir’i o büyük yangının sisi bulutu kapladı. Başımızı ne zaman göğe kaldırsak o kara bulut oradaydı. Yangının çıktığı gün şiddetli bir rüzgar vardı. Hatta o yılın en şiddetli rüzgarı o gündü. Her nasıl olduysa aşağı yukarı aynı dakikalarda İzmir’in farklı bölgeleri aynı anda yanmaya başladı. Komşu illerden yardım gelirken yarı yolda onlarda da yangın çıktığına dair haberleri öğrendik. Ne tuhaf tıpkı bugünkü gibi birbirini kovalıyordu aksilikler. Bozuk uçaklar, helikopterler, kaynağı belli olmayan haberler, şüphe, güvensizlik, çaresizlik ve öfke yine birbirine karışıyordu. Kim yapmıştı bunu? Kim? Kim başlatmıştı? Neden önüne geçilemiyordu? Herkesin bir fikri vardı ve herkes kendi fikrini savunurken o yangını büyütüyordu aslında. Tartışmalar devam ederken o koku şehrin her yanına siniyordu. Sesler yavaş yavaş kesildi ama o koku uzun bir süre havada kaldı. Geriye Orman Genel Müdürlüğü yangın önleme ve söndürme teşkilatının külecisi, işçisi, şoförü, teknik elemanı, 7/24 çalışanı, itfaiye ve jandarma, pilot, ambulans şoförü, sağlık çalışanı ve gönüllülerinin günler süren kahramanlığı kaldı. Şimdi bu yıl, bu yaz bu kadar çok yangından sonra o kokuyu ve bugünün kahramanlarını kimsenin unutabileceğini sanmıyorum. Sanmak istemiyorum doğrusu. Üstelik o koku, öyle bir koku ki... Kederin karanlık kokusu. Ölüm kokusu. 2019 yazındaki o büyük yangından sonra çok sevdiğim Demircili koyuna gidip kara tepelere bakardım.Oysa bir yaz öncesinde denize girip o güzel yeşil ağaçları izlemek, Allah’a bu şahanelik, bu büyük hediye için teşekkür etmek ne de güzeldi. O kara tepelerden yarısı yanmış ağaçları söktüler önce. Temizlediler. Otlar büyümeye başladı. Yağmur yağdı. Fırtına çıktı. Dolu indirdi. Sonra bahar geldi. Yukarıdaki fotoğrafı 2020 yılının Mart ayında Demircili Koyu’ndaki yürüyüşlerimden birinde çekmiştim. Pandeminin ilk haftalarıymış. Sonra da instagramda paylaşmıştım. Şimdi dönüp bir daha o günlere baktım. Yangındaki görüntüleri izledim.Bu fotoğrafın altına şunu yazmışım: “Günaydın yaşı 65-75-85 ve ötesi gençler. Günaydın eli kalbinde iyi haber bekleyen hasta yakınları. Günaydın hastane, eczane, kent sokaklarını temizlemek, kargoyu ulaştırmak, ekmek yapmak, sebzeyi ve meyveyi satışa yetiştirmek için direksiyon başına geçenler. Günaydın ücretli ders veren ve durumu belirsizleşen öğretmenler. Günaydın iş yerini kapatan küçük esnaf. Günaydın evine değil stok yapmaya kalkışmak, haftalık bir mutfak alışveriş için bile kenara bir para koyamamış olanlar. Günaydın lise ve üniversite sınavı şimdi ne olacak diye kara kara düşünen gençler. Günaydın bugün de belirsizliğe uyananlar... Günaydın hepinize... Bu mor çiçeklerin arkasında geçen yaz bir orman vardı. Hatırlarsınız yandı. Şimdi o yangından kalan kara dalların önünde açan çiçekler ‘Hayat devam eder, hep akar. Bir zamanlar o ormandan da önce burada bir Antik kent vardı. Kentler, kültürler, insanlar, çiçekler hepsi gelir ve geçer. Geçerken iyi şeyler bırak’ diyor. Kendime bulduğum bir teselli oldu geçenlerde bir akşam üzeri, size de vermek istedim…” Yani demem o ki sadece anımsamak için geri dönüp baktığımda gördüm ki yangın, hastalık, sel, deprem, terör hep devam etmiş, hiç durmamış. Bir gün yüzü görmek ne de zor olmuş. Ama hayat akmış işte. Yine akacak. Yine unutulacak bugün olanlar. Mesela dün Güzelbahçe’deki gibi sanki bu yangınlar hiç yokmuş gibi bir düğünde meşale yakanlar yeni bir yangına sebebiyet verecekler. Köyünü şehirden gelen kadar önemseyen delikanlı yine arkadaşının arabasına binip bira içerek dolaşacak ve o bira şişesini kendi köyünün sokaklarına atacak. Sabahları onları toplayan şehirliye öfkeyle bakacak. Yine mangal yapacak belki haberi bile olmayacak ardındaki ateşin kaç bin hektarı yaktığını.Yine sosyal medya üzerinde birbirini yiyecek fikir sahipleri. Yine sorumluluk almayacak sorumlu olsun diye seçtiklerimiz. Yine alışacağız. Hayat yine dolduracak yerini. Hayat boşluk sevmiyor çünkü. Fidan dikmeyi, bağış yapmayı, yardım istemeyi yargılayan olacak. Sahte duyarlılık diyerek başını çeviren de çıkacak. Fakat o sırada sigarasını atacak biri yol kenarına. Yine atacak. Yine. Ya o sigara ya da diğer delikanlının yol kenarına attığı bira şişesi 47 derece sıcakta otu tutuşturacak. Sağa sola atılan maskeler yardım edecek o bira şişesine. İyice büyüyecek o yangın. İçimiz zaten çoktan kavruldu, yağmur da görünmüyor üstelik. Ama önünde sonunda gelecek yağmur. Mor çiçekler açacak o yangın yerinin üzerinde. Yıllar geçecek. Bütün acısını unuttuğu gibi unutacak insan bugünü de. Ama unutmamalı. Oysa unutmamalı… Bu sayfada hiç kendi kitabımdan bahsetmedim. Affınıza sığınarak tekrara düşmemek adına bir kitabımdan alıntı yaparak yazıma son vermek istiyorum. Büyük acıların, büyük yangınların, büyük yıkımların ardından hayatta kalan bir kadının oğludur alıntı yapacağım kahramanım gazeteci Oktay Onur Yortan. Ve der ki: “Kitabın hazırlık aşamasında Kerem içtenlikle, ‘Peki, İzmir’i kim yaktı?’ diye sormuştu. Ülkelerin resmi tarihleri birbirini suçlar. Tarihçi bir dost, “O yangını gerçek anlamda hangi el ya da eller tutuşturdu, belki bilemeyiz. Ama kimler söndürmedi, işte bunu hep bileceğiz’ demişti vaktiyle. Tanık olduğumuz, haber yaptığımız, haberlerini okuduğumuz tüm savaş ve acı haberlerinde o büyük insanlık yangınını başlatan elin peşine düştük. Ama asıl sormamız gereken soru, o yangınları kimin söndürmediğidir. Peşine düşülüp hesap sorulması gerekenler onlardır. Annemin reddettiği, sildiği ve dönmeyi kabul etmediği geçmişinin, bir dünya yangınına neden olan o tanıdık eller olduğunu biliyorum şimdi.
İnsanın savaşı bitmez
Seçimine duyduğum o büyük saygı, ona olan sevgimi daha da derinleştiriyor. Onur kelimesinin karşılığı olan onlarca yaşam şekli beliriyor gözümün önünde. Saygıyla eğiliyorum önlerinde. İnsanın savaşı hiç bitmez. Kardeşiyle, anne babasıyla, kendiyle, bir başka canlıyla, diğer türlerle, karşı cinsle, öteki dinle, inançlarla... Varoluşunu bununla anlamlandırır. Savaşını kutsallaştırır. Korkutanların, ayrıştıranların ve bu şekilde savaştıranların çekim alanına girer. Edebiyatın, sinemanın tüm çekişmeleri iki ucun savaşı üzerindedir. Romeo ve Juliet’ten Uzay Yolu’na kadar, başka bir form göremezsiniz. Bu kitap, dünya üzerindeki her tür savaşın anlamsızlığında yok olanlara ve bu savaşlar sırasında kaybedilen değerlerimize adanmıştır. Ve bir canlıyı sadece varoluşu nedeni ile sevebilme çabasına...* *** Bir kez daha affınıza sığınırım. Ama o ormanda yanan her ne varsa sadece var oluşu nedeniyle sevilmeyi ve yaşatılmayı hak etmektedir. Yaşanan savaşın türü bugün tartışılsa da artık çok anlaşılır. Dün bir mahalle, bir şehir, bir otel, bugün tüm Türkiye yanmaktadır. O tarihçinin dediği gibi bu yangınları kimin çıkardığını hiçbir zaman bilmesek de kimlerin söndürmediğini hiç unutmayacağız.*İclal Aydın-Söylenmemiş Sözler