22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
05.11.2021 04:30

“Giden” gitmiyor aslında, seveni yaşadıkça yeri baki dünyada

Bir yıl önce, Ekim sonuydu.  Hava o gün, öğle saatlerinde güzel ve güneşliydi. İstanbul’dan Urla’ya ziyaretime gelmiş eski bir okul arkadaşımla birlikteydik. Benim eve yakın yeni açılan bağlardan birinin bahçesinde oturuyorduk. Geçmişi der top etmiş, gelecek üzerine konuşuyorduk ki önce bir uğultu sonra bahçesinde oturduğumuz bağın restoranından dışarı taşan bardak, şişe şıngırtıları yükseldi. Uğultu giderek artarken ayağımızın altındaki toprak da daha güçlü sarsılıyordu. Yan masamızda oturan gençler korkuyla bağrışmaya başladı.  Karşımda oturan arkadaşım o an orada olan insanların en soğuk kanlısıydı. “Dışarıdayız korkma. Şimdi biter ” dedi bana. Onun soğukkanlılığı bana da bir güç vermişti, sakince bekliyordum. Fakat deprem bitmiyordu bir türlü. Bu kadar uzun ve şiddetli bir depremin bir yerleri yıktığını tahmin etmek güç değildi. Düşüncelerim hızla akıyordu. Marmara’da beklenen o büyük deprem miydi bu, İzmir’e mi vuruyordu? 13 büyük İzmir fayından biri, Seferihisar-Urla-Karaburun fayı mı kırılmıştı?  Uğultu ve sarsıntı biter bitmez İstanbul’daki kızımı aradım. Hayır, orada hiçbir şey olmamıştı . Kızımı kapatır kapatmaz İzmir merkezdeki anneme ulaşmak için yerimden fırladım. Anneme bakan hemşire hanım telefonda çok korkmuş olmasına rağmen beni sakinleştirmeye çalışarak “Bizde bir şey yok, merak etmeyin” dedi. Komşum Hülya abla aradı kapar kapamaz. “Korkma sakın, hepimiz iyiyiz. Anneni alıp dışarı çıkarıyorum şimdi” dedi. Onlar ne derse desin tek bir amacım vardı, bir an önce anneme ulaşmak.  Arabaya bindik ve Urla’dan İzmir merkeze doğru yola çıktık. Telefonumun sesi hiç susmuyordu. İstanbul’dan arkadaşlarım, yakınlarım endişeyle arıyordu.  “İstanbul’daki yankısı bu kadar hızlı ve büyükse acaba başımıza ne geldi, İzmir’de nereler yıkıldı?” dedim arkadaşıma. Elindeki telefondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu o da. Bir yandan arayanlara yanıt verip, bir yandan da otobanda hızla yol alırken arkadaşım sakin bir sesle;  “Kenara çek İclal’cim” dedi.  “Ben kullanayım. Sen telefonlara yanıt ver. Böyle olmaz.” Hemen sözünü dinledim. Arabayı kenara çektim. Arkadaşım direksiyona geçti ve bana dönüp; “Şimdi bana bak. Annen iyi. Apartmanda, mahallede hasar yok. Yanında hemşiresi, yakınların da var.  Sakin ol” dedi ve İzmir’de yıkılan binaların internete düşen ilk görüntülerini gösterdi. Kentin merkezinde birkaç yerden birden büyük toz bulutları yükseliyordu. “Anladığım kadarıyla birden fazla bina yıkılmış. Bu da demektir ki itfaiye, ambulans ve kurtarma ekipleri için bizim yolu açık tutmamız gerek.  Bana bak ve beni iyi dinle. Şimdi bizim yapmamız gereken şey önceliği onlara vermek ve beklemek. Anneni evden çıkarmışlar. Güvenli bir yerdeler. Biz şimdi senin evine gidip bir kontrol edelim. Durumu anlayalım. Hava kararmadan anneni de alırız. Fakat şu anda şehir trafiğine girmememiz gerekiyor. Anlıyor musun beni?” Kafamı salladım. Doğru söylüyordu. Cesaret, korku, endişe, sakinlik, mutluluk bulaşıcı duygulardır. Arkadaşımın soğukkanlı sakinliğinin etkisi altına girdim hemen bir kez daha. “Peki” dedim.  O sırada komşum Hülya abla aradı bir kez daha.  “Sakın yola çıkma. Köprüler, viyadükler yıkılmış. Bizim burası kilit oldu. Gelemezsin zaten” dedi.  “Bak gördün mü?” dedi arkadaşım. İlk sapaktan Urla’ya döndük. Eve girer girmez televizyonu açtım. Çöken binaların haberleri ve görüntüleri ekrana gelmeye başladı. O sırada kardeşimin adı belirdi telefonumda bir kez daha. Sesi çok kötüydü. “Abla” dedi. “Tülin ablanın çocukları evdeymiş. Bina yıkılmış”

Kuzenim Tülin, Sayra ve Çınar... Tülin ‘Onlar gitti, ben kaldıysam bunun bir anlakı olmalı’ duygusuyla ‘İyilik İkizim’ projesine sarıldı, durmaksızın çalışıyor.
Kuzenim Tülin, Sayra ve Çınar... Tülin ‘Onlar gitti, ben kaldıysam bunun bir anlakı olmalı’ duygusuyla ‘İyilik İkizim’ projesine sarıldı, durmaksızın çalışıyor.

*** Tülin... Kuzenim. Belimize kadar uzun saçlarımızı iki örük yapardı annesi Ayşe yengem. Babası İhsan amcam Elazığ Anadolu Lisesi’nde okurken velimdi. Hafta sonları Tülinlerin evine evci çıkardım. O küçücük evde beş kardeşin yanında altıncı ben olurdum her cumartesi. Tülin’le koyun koyuna uyurduk. Yazları o, ben, diğer yaşıt kuzenimiz Zelâl köydeki büyük elma bahçelerinde baygın düşene kadar oyun oynardık. Biz çocuktuk, anne babalarımız genç adamlar, kadınlardı. Geceleri babaannemin arka bahçesine yakılan büyük ateşin etrafında türküler söyler, bizim için kesilen horozla yapılan bulgur pilavını kaşıklardık. Yazın yeni yıkanmış buğday serili damda uyurduk. Babaannem ve kardeşleri, akraba gelinleri buğdayların başında nöbet tutarlardı. Onların fısıltılarına bizim çocuk kıkırdamalarımız karışırdı. Bizi yalandan azarlar, Kürtçe sohbetlerine geri dönerlerdi. Zelal hep susardı. Biz Tülin’le hiç durmazdık. Üçümüz birbirimizi çok severdik.  Büyüdük. Evlendik. Çocuklarımız oldu. Çocuklarımızın babalarıyla evliliklerimiz bitti. Kendi hayatlarımızı kurduk. Çocuklarımızı büyüttük. Bizi büyüten anne babalarımızın yaşlarını da geçtik. Üçümüz de İzmir’e yerleştik. İzmir’in üç ayrı köşesini mesken tuttuk. Oysa mutlu buluşmalar için plânlar yapıyorduk... *** Kardeşimin telefondaki son cümlesi ile donup kaldım o gün. Arkadaşım “Ne oldu?” diye sordu endişeyle.   “Kuzenimin çocukları... Daha 16 yaşında bile değiller... Bina yıkılmış” diyebildim sadece. O saate kadar soğukkanlı ve sakin olan arkadaşım birden çöktü. Sanki yirmi yıl yaşlandı. O gece çocuklardan bir haber beklerken öğrendim arkadaşımın saklı hikayesini, 99 Marmara depreminde bütün kardeşlerini kaybettiğini. O soğukkanlılığın, sakinliğin sebebi buymuş demek. Daha sonra Tülin’de de göreceğim o sakinlik korkunun bittiği yerden başlayan ve ateşin içinden geçen o yolda yürümekten kaynaklanıyormuş. Bitişi idrak etmekten.  Sabaha doğru bir haber geldi. “Çocukların sesini duyduk” diye. Çok sevindik.  Deli olduk sevinçten. İlk defa o vakit hüngür hüngür ağladım. Arkadaşım da ağlıyordu benimle. “Sevinçten böyle ağlanıyormuş diyorduk” bir yandan da.  Saatler hızlı geçmesin, enkazdaki bütün canlara bir an önce ulaşılsın diye dualar ettik.  Enkaz çalışmaları sırasında o civarda olmamak gerektiğini, çıkarılan her sesin, her gürültünün, her adımın o kurtarma çalışmasını ne kadar olumsuz etkilediğini o sürede daha iyi anladık. Bütün ülke eli kalbinde, dua ederek bekliyorduk. Umut işkenceyi uzatırmış gerçekten. Saatler, günler geçtikçe tutunduğumuz o ip inceliyordu. Sonunda koptu. Çocuklara ulaşıldı.  Birbirlerine sarılmışlar...  *** 30 Ekim 2020 sabahı kuzenim Tülin’in ikiz çocukları, yeğenlerim Sayra ve Çınar son dünya uykularından uyanıp anneleri işe gitmeden onu öptüler. Sayra içine doğmuş gibi “Annem, gel bir daha öpeyim” dedi. Akşam anneleri Tülin’in iş çıkışında buluşup, kulaklık alacaklardı. Çınar üç gün önce aldığı kulaklığını kardeşininki gelmeden kullanmak istemediği için paketinden çıkarmamıştı. Anneleri işe gitti. Çocuklar evde kaldı. Çınar mutfak camından beslediği güvercinin fotoğrafını çekip teyzesine attı. Öğleden sonra İzmir 16 saniye sallandı. Deprem başladığı anda iş yerinden fırlayan kuzenim çocuklarına ulaşmak için kilit olmuş trafiğin içinde arabasını bırakıp, kilometrelerce yolu koşarak aştı. Yıkılan apartmanın altında kalan Sayra ve Çınar’ı umutla bekledik. Ama olmadı. Tülin o koşudan sonra aylarca yürüyemedi. Enkazdan Çınar’ın hiç açılmamış paketindeki kulaklığı, Cennet Bahçesi isimli yap-boz paketi ve birkaç gün önce içine binlerce fotoğraf ve videoyu kaydedip korumalı kılıfa koyarak sakladığı bilgisayarının büyük hafıza kartı çıktı. Centilmen, iyi yürekli ve yakışıklı oğlumuz annesine ve babası Alican’a bir hediye bırakmıştı giderken. Dünya üzerindeki 15 yıllık serüvenlerinin hatırası. O yap-boz kutusunun üzerindeki isim, Cennet Bahçesi çocuklarımızın şimdi yattığı yerin adı biliyor musunuz… Onları yolcu edeceğimiz gün bir güvercin eve girip uzun uzun Tülin’i izledi. Onun Çınar olduğunu, ailesine veda etmeye geldiğini anneanneleri Ayşe yengem de anladı. Bir yıl geçti. Tülin hep şu soruyu sordu: “Onlar gitti, ben kaldıysam bunun bir anlamı olmalı değil mi?” O anlamı büyütmek için çabaladı. Kütüphaneler, derslikler, ormanlar, çeşmeler, su kuyuları, kitaplarla yaşıyor çocuklarımızın ismi şimdi. Tülin hiç durmadan çalıştı. Başka çocukların sevincinde dayanma gücü buldu kendine. Çocuklarımızın geride bıraktığı her şey “İyilik ikizim” projesiyle büyüyor şimdi. Son kitabımı yazarken yolcu etmiştik çocuklarımızı. Onlara adamıştım. Demiştim ki: Sayra ile Çınar’a ve beraberlikleri yarım kalmış tüm anne babalarla çocuklara... Artık bütün kalbimle inanıyorum ki dünya üzerindeki somut varlığımızın yolculuğu bittiğinde, giden gitmiyor aslında bir yere. Seveni yaşadıkça herkesin yeri baki yeni gelen günde.

İclal Aydın
İclal Aydın