21 Kasım 2024, Perşembe Gazete Oksijen
30.04.2021 06:49

“Yaşamda bazen nereden başlayacağını değil, nerede duracağını bilmek önemlidir”

Urla’da gün doğmadan, karanlık aydınlığa son adımını attığında, sabah kuşlarının, horozların sesi ile açılıyor gözlerim. Erken başlayan gün uzun oluyor haliyle. Bedenen yorulmak ruhun iyileşmesinde önemli bir etken. Yorulmak içinse tüm işler bittikten sonra uzun yürüyüşler için tablo gibi yollar uzanıyor önümde. Köy içinde yürürken yaşlı bir bağbanın küçük, eski evinin önünden geçiyorum. Oldukça büyük bir bağın toprak yola bakan cephesindeki bu eski ev sahibiyle aynı yaşta muhtemelen. Depremden hasar görmüş bahçe duvarıyla, pencere demiri arasında uzanan yaşlı asma ağacının bir dalında eski bir radyo sallanıyor daima. Türk Sanat Müziği şarkıları çalıyor. Yaşlı adamı her geçişimde bahçede bir işle uğraşırken görüyorum. Radyoda ne çaldığının onun için pek önemi yok sanki. Eski bir dost gibi gün boyu hiç susmadan eşlik ediyor olması yeterlidir belki de. Sola kıvrılan sokak tarlalara ve diğer bağlara çıkıyor. O tarlaların rengi değiştikçe anlattıkları hikaye de değişiyor benim için. Şimdilerde taze bir yeşilliğin üzerinde uçsuz bucaksız sarıların hakimiyeti var. Özgür erguvanların pembe mor dallarının altında başı bozuk papatyalar ve gelincikler salınıyor. Durup selam vermemek mümkün mü? Asfalt bir yolun ortasından fışkırıp kendi cumhuriyetini kuran bu güzelliklere hürmet ederken, çıngırak seslerine kuzuların bebek sesleri karışıyor.  Kara gözlü bir kuzunun bir kenara atılmış araba lastiğine girmeye çalışmasını, kendi kendine kurduğu oyunu izlerken sevinci, korkusu, hafızası olan bu canlıların karşısında insan zalimliğimiz daha da büyüyor gözümde. Kendimden, seçimlerimden, kolaycılığımdan, kolay kabullenişlerimden, yanılgılarımdan duyduğum utanç büyüyor. Dedim ya şehirden uzak bir yaşamı seçtikten sonra düşünmek için çok vakti oluyor insanın. Zaten her şey böyle başladı... Her geçen gün daha da büyüyen bir huzursuzluk, kaygı ve sorularla...  Başladığım yer ve sonrası artık uzak bir hatıra. Ben size “durduğum yerden” şimdiden bir şeyler anlatmak istiyorum. Çoğu beyaz yakalının bir gün alıp başını gitmek için can attığı, Ege’nin adını giderek daha çok duyduğunuz ilçesi Urla’ya üç yıl önce yerleştim. 2018 yazında. Şehirden bıkmış, politik düzenden usanmış, dünyaya mı, insanlarına mı, kendine mi küs belli olmayan tipik bir yorgundum. Kendime ve hayatıma sorularım o kadar çoktu ki sanki kafamda yanıtlar için yer yoktu. Bulabildiğim her yanıtla biraz daha özgürleşmeye yakınlaştım sanırım. Büyük kentin, bırakırsam kaybolurum sandığım kariyer ve hayatın eteğine yapışmaktan vazgeçtim. Birden olmadı elbette.  Buradaki ilk sonbaharımda Urla Bağ Yolu üzerindeki en sevdiğim lezzet noktası Vino Locale’in sahipleri Seray ve Ozan’la tanıştım. Her gün yürüdüğüm bu küçük köy yollarından birinde, tahta bir kapının ardında tatlı mı tatlı bir bahçe içinde, küçük bir taş bina. Limon ve zeytin ağaçlarının altında beyaz sandalyeler, küçük terasında hasır koltuklarıyla şimdi neredeyse evimin yemek salonu saydığım (hemen her misafirimi ilk akşam ya da öğle yemeğinde burada ağırlarım) bu mekanı açmalarının üzerinden birkaç ay geçmişti. Ben de onlar da yeniydik burada. Benzer sebeplerle göçmüştük. Ben biraz daha yılgındım onlarsa insana ilham ve umut veren bir cesaretle, sevinçle doluydu. Yediğim yemeklerin lezzeti, bahçenin güzelliği, ekibin sevecenliği ile daha ilk akşamdan vuruldum buraya. Bu nedenle de Oksijen’deki ilk Urla yazıma onlarla başlamak istedim. Bizi tanıştıran onların emeği, yakınlaştıran ise uzun yemeklerin sonrasındaki sohbetlerimiz oldu.  Ozan elinin lezzetini çok sevdiğim ve hayal gücüne iştahla saygı duyduğum bir şef. Bir ay pişirdiğini bir sonraki ay pişirmiyor. Hatta bir sonraki sene aynı mevsim ve aylarda yine aynı menüyü koyması için ısrar ediyoruz ama kendini tekrar etmek istemiyor. Bu konuda kararlı. Bölgeye has ürünlerin, tam zamanında, tam mevsiminde mutfağına girmesi çok önemli. Tarla kiralıyor, hasadını kendi yapıyor. Yemeğine yürekten bağlı konuklar için aşkla yemek pişiriyor. Öte yandan restorandaki bardaktan tabağa, perdeden seramik objelere, çiçeklere, mumlara, şaraplara varana dek her şey Seray’ın zevk ve bilgisini taşıyor. Vino Locale markasını ve müşteri ilişkilerini yönetmek, misafiri masada ağırlamak Seray’da, yemekler, mutfak, satın alma ve diğer teknik sorunları çözmek Ozan’da. Daha önceki profesyonel iş hayatının tecrübeleriyle birbirini tamamlayan bir çift. 

Seray şarap ve yemek eşleşmesinden de sorumlu, Ozan ise kendini tekrar etmeyen bir şef.
Seray şarap ve yemek eşleşmesinden de sorumlu, Ozan ise kendini tekrar etmeyen bir şef.
Seray çıtı pıtı, çok güzel bir genç kadın, gülümsemesini ve tatlı tatlı konuşmasını sevmemek mümkün değil. Fakat o ince ve kırılgan görünen bedenin içinde gerçek bir fırtına prenses var. Net, kararlı, çalışkan ve tavizsiz. Urla’daki hikayeleri başlamadan önce İstanbul’da uluslararası markalara danışmanlık veren bir iletişim ajansında marka yönetmenliği yapıyormuş. Eşi Ozan ise okul arkadaşı. Daha üniversitedeyken İstanbul’un büyük ünlü İtalyan mutfaklarında çalışmaya başlamış. Ama toplum baskısı mı dersiniz, hayatın bize dayattığı sözde doğrulara boyun eğmek mi, bir sebeple Ozan çok sevdiği mutfaktan çıkmış ve yatırım danışmanlığı yapmaya başlamış. İkisiyle de sohbet etmeyi çok severim. Hem çok güleriz hem çok güzel hüzünleniriz. Ozan diyor ki o günleri anlatırken: “Bana bir hedef verirlerdi. O ay içinde tutturmam gereken bir rakam var diyelim. Kafama takmıştım mutfağa geri dönecektim. Belirlenen hedefe bana tanınan zamanın neredeyse üçte birlik kısmında ulaşır, kalanında yine mutfak araştırmalarıma, çalışmalarıma dönerdim.” Üniversitede başlayan arkadaşlıkları evliliğe dönerken ikisi de hayata atmak istedikleri adımların, bakış ve yorumlarının benzerliğiyle sıkı iki dost da olmuşlar aynı zamanda. Gezi olaylarından sonra bir süre sırt çantalarını alıp Tayland’a gitmişler. Orada yaşarken de hayattan ne istemediklerine dair net bir karar verip dönmüşler. Ne istedikleri ise zaten ikisinin ortak hayalleri ile şekillenmiş.  “Ozan’ın Ege’de bir köyde restoran açma hayali her geçen gün ‘bizim’ hayalimize dönüşmeye başlamıştı. Biz çift olarak seyahat etmeyi çok seviyoruz. İtalya’ya her gittiğimizde kafamızda bazı fikirler oluşmaya başlamıştı ve Ozan zaten ağırlıklı olarak İtalyan mutfağı ile bu sektöre adım atmıştı. Sadece Urla şaraplarının satıldığı, Urla enginarı, mavi kuyruk karides, Urla kınalı bamyası gibi içeriğinde lokal lezzetler de barındıran bir Akdeniz mutfağı istedik. Bölgeyi 6 ay boyunca gezdikten sonra, kalbimizi Urla’ya kaptırdığımızı anladık ve arsamızı alarak Urla Vino Locale’nin ilk adımını attık” diyor Seray. O sene İzmir kışı çok çetin geçmiş. Temel atıldığı gün kar yağmış. Eksileri gören soğuk havaya rağmen temelden başlayarak her aşamasında arazide işin başında beklemiş ikisi de. Adım adım, küçük küçük şekillenmiş her şey. Şu anda çok önemli bir kültür göçü adresi olsa da buraların birkaç yılda çok değiştiği ve daha değişeceği konusunda benimle aynı fikirde Ozan.    “Bizim restoranı açmaya hazırlandığımız bu dönemde; yani 2017’nin ikinci yarısında; Urla şu an olduğu kadar popüler değildi, gastronomik açıdan birkaç köklü balıkçı ve yöresel yemek yapan lokanta dışında pek bir seçenek yoktu. Kuşçular’da, bir köyde, bölgenin ilk şef restoranını açacak olmanın verdiği heyecan ve sorumluluğun yanı sıra, ileriye dönük yerli yabancı turist sayısının ne olacağıyla ilgili biraz tedirginlik ve çokça merakla uykunun tutmadığı günler yaşadık. Bu bölgeyi tercih etmemizdeki en önemli sebep, Urla Bağ Yolu’nun varlığı ve yarımadada bulunan yerel ürünlerin zenginliğiydi. Şaraba ilgi duyan, şaraphaneleri gezen ve buradaki yerel ürünlerden yapılmış yemekleri tatmak isteyen bir kitleye ulaşmak istedik” diyor. Seray şarap ve yemek eşleşmelerinden sorumlu aynı zamanda. Bir yandan uluslararası 4 basamaklı şarap tadım eğitimine devam ederken bir yandan bu yörenin en sevdiğim şaraphane ve bağlarından birinde Usca’da 6 ay boyunca şarap yapımı, bağcılık, üzüm üzerine çalışıyor. İngiliz IWSA akademisinin 3. seviye kör tadımını da geçen Seray’ın önünde şu anda son basamak var.  O son basamak hepimizin önünde aslında. Pandemi bitecek, hayat normale dönecek, sınavlar kaldığımız yerden devam edecek. Yaz geldiğinde, seyahat yasakları kalktığında, her şey normale döndüğünde yolunuz Urla’ya düşerse mutlaka Bağ Yolu rotasını kullanmalısınız. Seray ve Ozan’ın 30 kişilik küçük masalından yer ayırtın. Bölgenin taze ürünleri ile yapılmış şahane yemekleri ve o lezzetlere eşlemiş bölgenin en güzel şaraplarını tadın. Urla seyahatinizin başlangıcı Vino Locale olsun ki dönerken bir kez daha uğramak isteyeceksiniz, size vakit kalsın. Seray zaten nereleri görmeniz, neler tatmanız gerektiğini de söyler size. Ah unutmadan! 16 yaşından küçükler ne yazık ki misafir olamıyor.  16 yaşından küçük çocuğunuz var ve Urla’ya geleceksiniz. Peki nereye gideceksiniz? Nereden başlayacaksınız? Onu da haftaya anlatayım...

Eğer Ozan şunları pişirmişse Seray şunları önerir

• Kızarmış Urla Sakız Enginar Kalbi (Pancarlı Bakla Ezmesi), Sauvignon Blanc gider. • Narenciye Soslu Girit Kabaklı Izgara Mavi Kuyruk Karidesi, Chardonnay  • Limon Kabuklu Çamur Peyniri Dolgulu Kınalı Bamya ile Ravioli Viognier  • Odun Ateşinde Dana Yanak (Fındıklı Karnabahar Püre), Boğazkere • Ozan’ın Anne tarifi Limonlu Parfe, Bornova Misketi *Yazının başlığı Deborah Levy'in Bilmek İstemediğim Şeyler kitabından alıntıdır.
İclal Aydın
İclal Aydın