28 Mart 2024, Perşembe
07.05.2021 06:00

Dikiz aynasına hapsolmak

Nesnelerin interneti ve bundan sonra hayatımıza daha da çok girecek davranışların interneti; yapay zeka marifetiyle kişileri, kurumları, yönetimleri dikiz aynasına bakarak ilerlemek zorunda bırakıyor. Geriye, geçmişe, eski tercih ve davranışlara dayalı bir gelecek zaten geçmişin tekrarıdır. Sistem, herkesin farklılaşıp rengarenk kelebekler olmasındansa kendi kozasına hapsedilmiş tırtıllar olmaya itiyor

Bir dönem “her zamankinden mi?” sözü pek hoşa giderdi. Neyi nasıl sevdiğinin, istediğinin bilinmesi insana on beş dakikalık şöhret olma fırsatlarından birindeymiş gibi hissettirirdi. Kasap kıyma, bakkal peynir, manav kavun, garson yemek, büfe gazete dergi… verirken böyle sorduğu anda insana bir hoşluk, bir mekan kapısında arabası kapı önüne park edilmişlik hissi geliverir. Bir de adınla hitap edilirse, işte o zaman şöhretin tadına doyum olmazdı. Tanınıp, ne sevdiğinin, ne isteyebileceğinin bilinmesi, bir tür ayrıcalıklı olma hissi verirdi. Esnaf müşteriye adı ile hitap etmenin, onu tanıdığını bildiğini gösterdiğinin olumlu geri dönüşünü iyice zorlardı. Özellikle yağlı müşterilerde. Yöntem geçerliliğini bu dönemde de koruyor. Posta geliyor, siteye giriyorsun, platform açıyorsun… video-film ya da müzik platformuna giriyorsun… hepsi istisnasız adını biliyor, adınla selamlıyor. Bir kere adını söylemiş olman yeterli. Bazen gerekmeyebilir bile, daha önce girdiğin bir yere söylediysen o buraya da söylemiştir; ya da alnına yapıştırmıştır o platform seninle ilgili adın dahil bütün bilgileri. Tanımasalar bile oradan bakıp anlarlar sana nasıl davranacaklarını. İnternette “Sen benim kim olduğumu biliyor musun!” tuşuna düğmesine hiç gerek yoktur. Kim olduğumuz muhakkak bilinir. Hem de sizi tanıdığını düşündüğünüz tüm gerçek kişilerden daha çok. Daha derin. Her açıdan.  Girdiğimiz platformlar bizi o kadar iyi tanıyor ki, hemen “her zamankinden”i sunuveriyor. Hangi kelimeyi kavramı ne zaman ne ile birlikte aradığımız, hangilerini seçip okuduğumuzu, birileri ile paylaştığımızı biliyor arama motoru. Sizin hakkınızdaki bildiklerine göre ilk gösterilecekleri de satıyor. Optimizasyon kisvesi altında. Hangi kitaba baktığınızı da öbürü biliyor. İçeriğini ne kadar incelediğinizi, hangi kavramları incelediğinizi, lisanlarını, sizin ilgi yelpazenizi öğreniveriyor. Alışveriş için geldiğiniz yerler neredeyse bütün ölçülerinizi ve renk tercihlerini biliyor. Bütün bu bilgiyi sadece selam sabah faslında kullanmıyor tabii. İnternetin en önemli gücü “önerme-tavsiye” motorlarını çalıştırıyor. Eski davranışlarınıza, tercihlerinize, seçtiklerinize, okuduklarınıza, aldıklarınıza benzer şeyler öneriyor. Sürekli. Sosyal medya olarak adlandırılan platformlar kadar sizi tanıyan zaten hiç olmadı. Pek çok bilgiyi daha en başında kayıtta kendi rızanızla veriyorsunuz. Hatta pek çok yer bunu bir giriş anahtarı olarak kabul ediyor, zaten bütün bilginiz oradan alınmış. Kim olduğunuz, işiniz, dostunuz, akrabanız, tatili denizde mi, evde mi, memlekette mi geçirdiğiniz, meraklarınız, ilgi alanlarınız… Vakit çok dar çok kısıtlı. Her ne kadar bu platformlarda çok zaman geçse de takip edilenlerin bir kısmı görülebiliyor. Kimin neyi ne zaman göreceğine ‘algoritmokrasi’ karar veriyor. Herkese hep daha önce beğendiği, aldığı, sevdiği seçtiği… gösteriliyor. Video kanalları size neyin uyduğunu yüzdelerle söylüyor. Müzik platformu size özel, beğeneceğinizden emin olduğu “playlist”ler hazırlıyor. Ne yaptıysanız, kimleri ve neleri beğenmiş olduysanız size artık sadece o doğrultuda öneriler geliyor. Sizinle benzer olanların paylaşımları, öncelikli gösteriliyor.  Bu platformlarda sadece sizin gibi düşünen, yaşayan, eğlenen, çalışan, okuyan… insanlar olduğu illüzyonu ağlarını örmeye başlıyor. Sevdiğiniz filmler, diziler, albümler, konserler, pod-castler genelde de kabul görüyor hissi yayılıyor. Sadece beş-on bin kişinin eriştiği içeriği bütün ülkenin gördüğü kanısı yerleşiyor. Ondan bahsetmemek acayip oluyor. Olaylara tepkiler, değerler, dünya görüşleri, kızılanlar, gülünenler hep genel zannediliyor. “O zaman renk” deyince karşıdaki herkesin “O zaman dans!” diye gülerek haykırması gerekiyor. Kendi dünyası dışında dünya olmadığını sananların dünyaları da aslında onların geçmiş tercihleri tarafından oluşmuş oluyor. Farklılıkları görünce, ötekilere uzaydan gelmiş gibi bakıyorlar. Dijitalin bir-sıfırı gibi hayatın her alanındaki kutuplaşma tarafları kendi ördükleri kozalara hapsetmeye başlıyor. Bu kozaların kırılıp, kelebeklerin hele de birbirinden farklı rengarenk kelebeklerin farklı yerlere dağılacağı beklentisi bile olamıyor. Kelebeklerin uçsalar bile konacakları yer belli. İşe girerken eski işlerine, özelde eski eşlerine, platformlarda eski fotoğraflarına bakılıyor. İnternette araştırıldığında eski dediklerin, yaptıkların kesin çoğunlukta. Kurumlar başarılarını geçmiş dönemlere, yıllara göre hesaplıyor. Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı ise kısır döngüye girmiş oluveririz. Enayi varsayım, geleceğin, geçmişin doğrusal devamı olduğudur. Bir yandan dönüşümden bahsederken, bir yandan nesnelerin interneti ve bundan sonra hayatımıza daha da çok girecek davranışların interneti yapay zeka marifetiyle, kişileri, kurumları, yönetimleri dikiz aynasına bakarak ilerlemek zorunda bırakıyor. Geriye, geçmişe, eski tercih ve davranışlara dayalı bir gelecek zaten geçmişin tekrarıdır. Sistem, herkesi farklılaşıp rengarenk kelebekler olmasındansa kendi kozasına hapsedilmiş tırtıllar olmaya itiyor. Kutupların kendi arasında tektipleşen geçmiş güzellemelerine dayalı değer karışımı ile. Bu durumda artık tırtıl kalınamayacağına göre tercih, ya krizalit olup ördüğü kozadan çıkmamak ya da renkli, farklı, bireysel uçan, hep yenilenip ileri bakan kelebek olmak arasında. Kozanızın içini kendinizle süslemeyi unutmayın. Dikiz aynasında havalı sallanır.