Kısa neyi tanımlar? Boy? Mesafe? Detaysız, dolaysız (ifade)? Tam olmayan? Küçük?... Hepsini tanımlar şüphesiz. Bırakın askeri ortamları, okullarda bile çocuklar nedense boy sırasına sokulur. Uzunlar kısalar ayrıştırılır. Her şeyimizin boyu bir değerlendirme unsuru oluverir. Cinsiyete bakılmaksızın, saçı uzun olanların akıllarının da kısa olduğuna karar verilmiş. Birikimler kısa kalmış, kısa dalga radyo neredeyse kalmamış; kısalık bazen ahlak ölçütü oluvermiş. Yirminci yüzyıl başında Amerika’da elbise benzeri mayoların eteklerinin dizden en fazla altı inç yukarıda olabileceğine dair kanunlar çıkmış. Plajlar polis ölçüm merkezine dönüvermiş. Halbuki ikinci savaş sonrası bu anlayış kökünden sarsılmış. İki parça, ‘yani dört üçgen’den kısa bile denmeyecek mayo yapılmış. Üstelik buna, Japonya bombalamaları sonrası yeniden nükleer denemelerin yapılmasına karşı durmak için, bu nükleer programın uygulandığı atolün adı verilmiş: Bikini. Kadın özgürleşmesinin sembolü addedilen, Mary Quant’ın tasarladığı mini etekle, boy, yerini işleve devretti. Artık kısa muteberdi. Kısa haber, kısa program, hedefe varmak için kısa yol arayışı... Kısanın bu anlam çokluğu son dönemde neredeyse tek bir anlama indirgendi: Süre. Yani zaman. Yani çok görece tanımlar. Önce sporda başladı. Rekor demek aynı mesafeyi daha kısa sürede aşmak oldu. Bazen bu farklar bir-iki saliseyle yani saniyenin yüzde biri ile bile ifade edildi. Kısa, süre ile özdeşleşip hız göstergesi anlamına da geldi. İnsanın zamanla ilişkisi, teknolojinin de ittirmesiyle, hız ile tanımlanır oldu.
En önemli iki unsur
Zaman ve hız aslında hayatımızı belirleyen en önemli iki unsur. Sabah uyanıp duşa girince daha ilk damla alına değerken baş parmaklar diğer parmakların en az üç beş kere üstünden geçerek o gün yapılacakları sayıp önceliklendirmeye çalışır. Sonra bütün gün onlarca telefon, yüzlerce posta, daha fazla mesaj ve çok daha fazla grup mesajı okuyup bir o kadar şey söylemenize, sipariş etmenize, göndermenize, yazmanıza çizmenize rağmen sabah saydıklarınızın pek azı yapılabilmiştir. Üstelik toplam haberleşmelerden mesajlardan ‘şunu oku; burada ye; şuraya git; şunu seyret, bunu gör; bunu dinle…’ arasında neler kaçırıp ‘kendini ne kadar yetersiz hissetmen gerektiği’ bombardımanında kalınır. Yapacak şey çoktur. Hepsini yapacak zaman bulmak imkansızdır. YIK (Yakalayamayıp Iskalama Korkusu) pençesine düşülür. Yapılacak ya da yapmak istenen, gereken, zorunlu olan şeylerin çokluğu, yemek içmek uyumak haricindeki tüm zamanın kat kat üzerindedir. Yani nasıl önceliklendirip, neleri yapabilirseniz yapın, yapamadıklarınız daha fazla olacaktır. Yapabildiklerinizle yetinip sevinmek ile ıskalayıp yapamadıklarınız arasındaki sarkaçta savrulma başlar. İlgi alanlarınız, meraklarınız istekleriniz geliştikçe tatmin imkansızlaşır. Tek çıkış, hızı artırırken, zamanı kısaltmaktır. Hayatın yeni ritminde “kısa” tek yol. Amaç bir zaman dilimine, elden geldiğince çok şeyi sıkıştırmak, sığdırmak, tıkmak haline gelir. Hayat yazlık otel açık büfesine döner. Tek seferde aynı tabağın içine hem zeytinyağlı, et, hem börek, içli köfte konur. Üstlerine de tüm şurubuyla kadayıf yerleştirilir. Kısacık sürelere yerleştirilenler gibi. Televizyon, bilgisayar, tablet, telefon… ekranlarından en az iki ya da üç tanesi aynı anda kullanılır. Kulaklıkta müzik, yemek, içecek, film, dizi, mesajlaşma, gugıllama… aynı anda yapılır. Kısa kısa bakarak. Noktaları birleştirerek yapılan çocuk resimleri gibi. Ama bu defa rakamlar sırasızdır. Ne çıkarsa bahtına. Dizi başlarken suladığın saksılarda, dizi biterken çiçek açtığı uzunluğu, aslında aynı anda pek çok iş yapabilme fırsatı olarak görüldüğü için şikayet etmeyiz. Ama uzun e-postalar yerine 140-180 karakterlik twitler kısa anlatmanın disiplinini dayatır. İnsanlar fotoğraf paylaşırlar ama video paylaşmazlar. Hikaye paylaşırlar. Her insanın hikayeleri olmalıdır. Ama on beşer saniye. Tik tok, Instagram fark etmez. Hikayen olmalı. Kısa olmalı. Standardı bile var
Hatta işin suyu çıkartılıp sadece altı saniyelik hareketli görüntü kullanabilen “Vine” epeyce dayansa da 15 saniyeye boyun eğdi. Demek kısa standardı bile tanımlanır hale gelmiş. Çay kahve siparişli gereksiz uzun toplantılar, ekran toplantılarına dönünce, suya bastırılmış patiska gibi çekiverdi. Aynı zaman diliminde iki üç toplantı hatta birini tabletten izleyip, diğerine telefondan katılınan bile rutin hale geldi. Ne kadar kısa, o kadar çok. Ne kadar çok, o kadar kısa. Zaten otuz yıl en yüksek enflasyonla yaşamış; enflasyonu hayatın hızıyla birleştirmiş insanlarız. Akşam cebindeki para sabaha daha az ediyorsa, ölçü de değişir: kısa vade bu hafta, orta vade gelecek hafta, uzun vade ay sonu... Sonrası bilim kurgu! Her şey hemen, şimdi yapılmazsa bir daha hiç yapılamayabilir. Mevduat kısa vadeye, hayaller aklın derinliklerine park edilir. Her şey kısaltılır. Konuşmalar. Filmler. Uykular. Okumalar. Yemekler. Sohbetler. Sevmeler. Sevişmeler… Kısa değil kısacık. Her şey. Uzuna tahammül yok
Kelimelerin, kavramların, isimlerin uzunluğuna tahammül kalmaz. “FSM yoğun” tabelaları altından geçer; açılımını düşünmeden ATM’den para çekeriz. Pandeminin çalışanlara tahribatı bile ‘Kısa Çalışma’ diye adlandırılan mimarisiz bir yapıyla atlatılmaya çalışılır. Çok umut bağlanan, desteklenen girişimciler bile yatırımcıyı ikna edebilmek için ‘asansör cümlesi’ içinde anlatmalıdır. Yani birlikte asansörde birkaç kat çıkarken anlatılabilecek hikayeye hayatlarını bağlar. Hayal büyük, zaman kısa. Mesajlar kısa. Hayat kısa. Kuşlar, uçuşlar kısa. CS da... Kısa, her gün daha da kısalır. Kışa girerken ki günler gibi. Kısa o kadar kısılıyor ki, daha kısası olamıyor. Ne kadar kısa… o kadar ‘çok’. ‘Çok’ kısaca neyse artık...