18 Nisan 2024, Perşembe
23.07.2021 04:30

Rakipsiz rekabet

Rekabet o kadar geniş alanda yaşanıyor ki, sanki hayatın dinamosu, olmazsa olmazı. Tanımlarında mutlaka üstünlük ve güç odaklı yarışmadan bahsedilir. Yarışma varsa kazanmak-kaybetmek hatta var olmak yok olmak söz konusu edilebilir. Özellikle spor dallarında, karşılaşmalarında çok kullanılır. Ezeli rekabet en klişesidir. Kamera karşısında rakiplerden bahsederken ilk “a” yı çoğaltmak uzatmak genel kabul görmüş adettir. Spor yorumcularının ise en çok üç cümlede bir bu kavramı kullanmama zorunluluğu var galiba. Ama rekabet sporla sınırlı değil tabii. Ülkeler, şirketler, sanatçılar, meslek grupları, siyasi partiler ve tabii en önemlisi insanlar arasında rekabet kaçınılmaz. Zaten insan hayatı bile çok rekabetçi bir yarışta rakiplerini geçerek yumurtaya erişme başarısıyla başlar. Sonra diğer bebeklerle konuşma, yürüme, yeme içme üzerinden, sınıfla not derece ödev, sınıf dışında, judo, paten, müzik, origami, futbol, yüzme, drama kurslarında hep rekabet vardır. Bitmek bilmeyen liseye, üniversiteye, yüksek lisansa, işe, kamuya girebilme rekabeti...

“Fiyat pantolon gibidir”

Ülkeler arası rekabet konuları da inanılmazdır. Silahlanma rekabeti, soğuk savaş sonrası uzay rekabetine dönüşür. Hala sürer. Zamanında maymun Albert-köpek Laika ile başlayan rekabet, Yuri Gagarin-John Glenn ile devam eder ve sanki hiç olmamış gibi Bezos-Branson ile sürer gider. Tarih boyunca ülkeler arası rekabet pek çok savaşlarla sonuçlanmış, varoluş kavgasına dönmüş. Nükleer ve benzeri silahlarda olduğu gibi. Şirketler için de durum pek farklı değil. İşteki rekabet konularında kullanılan dil ve kavramlar aynı çizgide. Strateji, taktik, kampanya,  savunma, cephe yani bölge, pazar, satış gücü... Neredeyse tamamı savaş teknolojisi. Tek farkla savaşta düşman olur, iş hayatında ise rakip. Zaten rakipler de düşman olarak addedilir. Şirket içi rekabet için de bu durum aynen geçerlidir. Ama... “Rakip” aslında nedir ya da kimdir? Şirketler için rakip benzer hedef kitleye, benzer kanal ve yerlerde, amaçlarda kullanılacak ürün veya hizmeti satanlardır. Yani basitleştirilirse, gömleğin rakibi gömlek, otelin rakibi otel, ayakkabının rakibi ayakkabıdır... diye inanılır. Bütün rekabet stratejileri bunun üzerine kurulur. Performans fiyat ilişkileri oluşturulur. Sonra rekabetçi avantaj ürün üzerinden yapılır ama teknoloji kimseye ürün farkı avantajını uzun süre dayandırmaz. Bütün iş bilmezler rekabeti fiyata yüklerler. Neredeyse tek araç olarak fiyatı kullanırlar, düşünürler, azaltırlar, indirirler. Hele oynak enflasyonlu ülkelerde insanlar kaç şeyin değişen fiyatını sürekli bilebilir ki? Onun için hiç unutmamak gerekir. “Fiyat pantolon gibidir, sürekli indirirsen bir daha yukarı çıkmaz, arkan hep açıkta kalır!»

Tatmin optimizasyonu

Kişiler için önemli olan sadece ve sadece fiyat olamaz. Kişilerin kazançları mecburi harcamalarını karşılamaya yetiyorsa tabii. Fiyatın önemli olduğu pazarda marka olmaz sadece emtia yani mal olur, markalar mallaşır. Ama az ya da çok, zorunlu masraflar çıktıktan sonra harcanabilir geliri olanlar, çok mecbur olmadıkça ürün hizmet değil, tatmin “optimizasyonu” peşindedir. Elindeki parayla en yüksek tatmini almaya çalışır. Aynı parayla palto ya da bir pantolon iki gömlek ya da on seans pilates dersi, bir hafta sonu seyahati, oyun konsolu, mutfak robotu... alabilir. O zaman bu sayılanlar yani benzer faaliyetteki, harcanabilir gelirle erişilebilecek her şey birbirinin geliridir. Rekabet tatmin üzerinden yürümek zorundadır. Biri için diğerinden kolayca vazgeçilir. Tatmini nerede gördüğüne göre. Kişiye göre. Bu da ürün hizmet performansı ya da fiyatının ötesinde tatmin rekabetini gerektirir. İnsanı iyi tanımayı, değişimini izlemeyi, hedef kitle alt katmanlarını olabilecek en çok parametre ile değerlendirebilecek, izleyebilecek olmayı gerektirir. Veriyi anlamlandırmayı ve bu anlam doğrultusunda tatmine yönelik rekabet gerektirir. Bugün teknolojinin hayata kattığı hız ve farkları sürekli yutan gelişmesi ile, bazen çözümler için önce iş birliği yapıp sonra rekabet yapmak gerekebiliyor. Sorunlara çözüm bulmak ve sürekli hızı yakalamak için de önce eldeki bilgi ve veriyi paylaşıp sonra rekabet etmek doğru olacaktır. “Rekaber”, beraber çözüm için iş birliği sonrasında rekabeti getirecek kavram olabilir. İş akışının da bu doğrultuda, departmanların ve iş birimlerinin bir arada ve çapraz çalışacak şekilde yapılanması gerekecek. Yoksa yirminci yüzyıldan kalma rekabet anlayışının göz ardı ettiği insan ve azami tatmin ihtiyacını ıskalayanlar buharlaşmak zorunda kalabilir. Yaratıcı yıkım her şeyin sürekli yenisini sürerken rekabetin de tetikleyicisi oluyor. Rekabetin yararı kararı sizin. Rakibiniz var mı? Olmasa mıydı? Ya tatmin önceliklendirmeniz? Rakipsizliğin tadını çıkarın.