Tam da metavörslerden metavörs beğenmek için seke seke hoplarken birdenbire ortalığa bomba düştü. Kelimenin tam anlamıyla. Bomba. Yakan, yıkan, öldüren, sevdiklerinden ayıran, hayallerini yıkan bomba.
Birkaç hafta öncesine kadar dünya kendi rutin hay huyunda koşarken, sadece uzmanlarını ilgilendiren sorun savaşa dönüştü. İlk Irak savaşından beri alışıldığı üzere, dünyanın bütün kanalları canlı savaş yayınına döndü. Kendi açısından bakarak. Üzücü ve endişe verici insani boyut işin popüler kısmı. Aslolan güç ve güç oyunu. Bilmem kaç bin yıldır olduğu gibi. Ama güç oyununun dayandığı odak hep değişiyor. Siyasal hatta tarihi gerekçeler ne olursa olsun bu defa asıl odak enerji. Zaten ilk on günün insani faciasının şoku geçip, savaş ve ölümler kanıksanıp, dizi film kıvamında bir algıya geçilip gerçek odak, ağır gündemde yerini aldı.
Bombalar patlayıp, hayatlar hayaller sönerken asıl savaş başka silahlarla yapılmaya başlandı. Ticari ambargonun yanı sıra enerji konusu oyuna giriverdi. Ama her şeyden bir kalemde vazgeçilse de enerjiden vazgeçmek hemen olacak şey değildi. Enerji vanaları kısmen kısılsa da açık kaldı. Yavaşlatılan, hatta kapatılan kömüre dayalı santraller devreye sokuluyor. İstenmeyen ülke yönetimleri ile tekrar ilişki kurulup, yeniden petrol kaynaklarından faydalanılmak isteniyor. Bir yandan alternatif kaynak ve yollardan Batı’ya gaz ve petrol erişim olanakları aranıyor. Yani fosil yakıtlar baş tacı. Fiyatları her gün piyasaları çalkalıyor. Enerji maliyeti tüm maliyetleri etkiliyor. Roketliyor.
Fosil yakıtların, hem de ucuz olan alternatifi nükleere yatırım yapmış ülkeler bir anda daha önde bir konuma sahip oluyor. Hem de savaşın göbeğindeki nükleer santrallerin yarattığı tehlike ve riskler tam da yeniden gözler önüne serilmişken. Ama nükleer enerji istikrarının görece korunmasını sağladığı da aşikar.
Sürdürülebilir mi?
Yani bir yandan petrol, kömür, doğal gaz bağımlılığı veya öbür yanda nükleer. Demek ki dünyada gücün sembolü hala fosiller, karbon yoğun enerji. Tam da bütün dünya onlardan kurtulmaya karar verip azaltma programlarına başlamışken. Sağlık maliyeti çok yüksek kömür santrallerinden kurtulurken. Bu yüzyılın başından beri artan, olabilecek her konuya ve cümleye iliştirilen “sürdürülebilirlik” kavramının içinin boşaltılmasından endişe edilirken, yönetimler tarafından bir anda rafa kaldırılıveriyor, donduruluyor.
Antarktika’daki buzun büyüklüğünün iki milyon kilometrekarenin altına düşmesi ya da Akdeniz sahilleri çöl olurken portakalın ancak Karadeniz’de yetişebilecek olması… gibi dünyanın sonu habercilerinin yüzyılın ikinci yarısındaki cehennem davulları çalınırken, bir anda, şu anda, var olan yönetim ve yöneticilerin kendi hayat menzilindeki güç kavgası bütün kaygıları baskıladı. İlerdeki önemli faydadan, kısa vadedeki çok daha küçük faydadan vazgeçmek yani tam bir “hiperbolik iskonto” dönemi. Var olan güç alanlarını pekiştirmek üzere dünyanın geleceğini riske atma tercihi. Güç ve gücü koruma uğruna.
Üstelik savaşla birlikte, hiç akla gelmeyecek ülkeler dahil herkesin “savunma”, silah ve askeri yatırımlarını katlayarak artırmaya karar veriyor. Yani insan refahına harcanması gereken kaynaklar, yok etmek için kullanılacak.
Ezilen çimenler
Yeni savaş uçakları, balistik füzeler, savaş makineleri geliştiriliyor. Ülkeler kuyrukta, hepsi de fosil yakıtlarla çalışıyor. Bu savaş uçaklarının birkaç sortisi insanların iyi niyetle kullanmaktan kaçındığı pipet, naylon ambalaj ve benzerinin birkaç yıllık tüketime bedel. Biyoçeşitlilik, doğa, çevre, ekoloji dengeleri… hepsi savaş karşısında kolayca vazgeçilebilir oluverdi en azından kısa vade için. Yeşil boyamalarla, her konuda ve yerde kullanılarak içi boşaltılan sürdürülebilirlik güç oyunları ve tepişmeleri arasında ezilen çimenler durumunda.
Dönüşüm kavramının tarihi bir kırılmayı ifade etmesi önemli. Dönüşüm sadece teknoloji alanında değil, sosyal, kültürel dönüşümün yanı sıra enerji ve malzeme dönüşümünü de kapsamak zorunda. Askeri harcamaların tarım alanındaki harcamaları kat kat geçmesi, gücün insandan daha önemli olduğunun net göstergesi. Enerji güvenliği ile güvenliğin enerjisi arasında tercih henüz zor görünüyor. Dönüşüm aslında dünyayı ele alış biçiminde. Gücün ve kullanım amaçlarının yeniden tanımlanmasında. Enerjinin depolanması ve saklanabilme süresinin artması, doğanın yenilenebilir enerjisinin kullanılması güç anlayış ve bağımlılığına sahip olma şehvetini değiştirir mi?
Ait olmak ve paylaşmak enayi bir romantizmden öteye gidecek enerjiyi yaratır mı? Pandeminin yarattığı ekonomik krizi ve görülmemiş şişme, askeri güç oyunları ve ona bağlı ekonomik yaptırımlarla birleşince, daha önce hiç görülmemiş bir döneme girildi.
Dünyanın sürdürülebilirliği bir yana, insanın süründürülebilirliği esas mesele olacak önümüzdeki beş on yıl. Tünelin ucundaki ışık ise, bu faciaların enerji dönüşümü ve çözümlerine yoğunlaşmayı ve bunları çok hızlandırmayı sağlayacak olması.