25 Kasım 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
17.03.2023 04:30

Ayrılıklar ne anlatır?

Bazı ayrılıklar derin matemler getirir. Sızısını hissettirdikçe suskunlaşan, dilsizleşen matemler… Sevdiğiniz çok uzaklarda kalmışsa… Bu dünyanın çok uzağında… Yolculuğunun devam edeceğine inanmak istersiniz ama giden sizden gitmiştir artık. Bir daha görüşemeyeceğinizi kabullenmek zordur elbet. O zaman da bıraktığı anılara kilitlenirsiniz. Birkaç nesne, birkaç giysi, birkaç resim… Onlar da anlatır mı? Anlatır elbet. Konuşur. Bir yere kadar ama. Zamanın tanıdığı o sınıra kadar… Çünkü her şey, tıpkı insanlar gibi, hatırlandığı sürece hayatiyetini sürdürür.

Yaşayan ve yaşamaya devam eden sevdiğinizden ayrılmak da bir başka matemi hissettirmez mi bu arada? Onu artık eskisi kadar sevemiyor musunuzdur? Sevginize rağmen dayanılmaz hâle mi gelmiştir beraberlik? Mümkündür. İnsan ilişkilerinde her ihtimal mümkündür. Terk edilmek de bir başka matemdir bu durumda. Artık beklenmemek. İstenmemek… Ya terk etmek? Ayrılmayı seçmek? O da bir başka yok olmak değil midir? Birinde ölmek, öldüğü duygusuyla yaşamak kolay mıdır? ‘Hayat nasıl devam edecek?’ sorusu içinizdeki sızıyı besler. İyi de, biter mi günün birinde matemler? Bitti sanılır bazen ama bitmez. Sadece şekil değiştirir. Tıpkı ilişkiler gibi. İlişkiler de, nerede ve nasıl son bulurlarsa bulsunlar, bitmez çünkü. Yangınları söner şüphesiz, üzerleri zamanın külleriyle örtülür. Ayrılıklarla yaşamayı öğrenmek de kaçınılmazdır. Hayat başka ihtimallere de açık değil midir?

O vaatler kimleri aldatır?

Kimileri için sözler vardır mesela. Şu ayrılık dediğinizin uyandırdıkları birçok hikayenin ve şiirin yolunu açmamış mıdır? Neden? Yazılanların kaynaklarında çoğu kez bir hasret vardır da ondan mı? Uzakta kalana hasret. Artık dönülemeyene hasret. Bir coğrafyaya, izlerini silemediğiniz bir şehre hasret. Kendine hasret… Bir zamanlar yaşadıklarına, bir yerlerde kaybettiklerine… Hikayeleriyle de birçok gönülde izler bırakan Onat Kutlar, kendi ayrılığının izlerini yalınlığın erdemi ve doğallığıyla sürdürüyordu. “Nasıl soğuk ayrılığın güneşi/Gölgeli bir çınar olan gövdemin/Dallarını içten kırınca acı/Buzdan bir alçıyla tutuyor beni/ Ayrılık sabahı ne kadar beyaz/Ölümün hüzünlü arkadaşı kar/Bana ütülü bir çarşaf hazırlar/Bir karanfil tam yüreğimin üstünde”… Soğuk kış sadece dışarıda mıdır? Yürekte kalan karanfil nereye konacaktır öyleyse?

Havalar ısındığında, o buzdan alçı eridiğinde daha mı çok hissedilecektir acı? Sorular… Çünkü ihtimaller vardır. İnsan biraz da ihtimallerinin esiri değil midir? Turgut Uyar da “Ayrılıklar”ı hatırlarken bir aldanmanın izini mi sürüyordu? “ah, insan nasıl çıldırmaz nasıl/bir çaresizlik,/bir umutsuzluk sarmış her yanı,/aranızdan insanlar geçer./bulutlar geçer/o, kırmızı mürekkep gibi dudaklarıyla, zoruna/utanarak gülümsemeye çalışır./bu gülüş en aldanmazıdır vaatlerin./yıllarca sonra bir uzak gurbette bile;/zulmüne dayanılmazken yalnız saatlerin,/bir yeşil yaprak üstünde gözlere,/görünür, uzaklaşır”… Aldatan vaatler… Onları da bir yere yazmak gerekiyordu şüphesiz. O umut kırıntıları için mi? Neden olmasın? Yaşamak ve yazmak için başka seslere, yollara ve sessiz çığlıklara da ihtiyaç duymamış mıydık? Arif Damar yok yere mi “Gitme Kal” diyordu? “Yaktığımız ateşi aklına getir/Nelerden geçiyorsun aklına getir/Gitme dünyamızın her yerinde/Yorgun eller gülleri derleyince/Ellerin sevincini aklına getir/Güllerin sevincini aklına getir/Ne çok severdik seni aklına getir” Söyleyebilmek… Duyulup duyulmayacağınızı bilmeseniz de. Ne önemi var? Siz duyabildikçe… Söyleyebilme gücünü buldukça…

O sıcaklığa inanmak da vardı

Sevmek… Sevilmekten çok sevebilmek… Ne çok yaşamak ve yazmak istemiştik bu değer için. Ayrılıklara ve getirdikleri kırgınlıklara rağmen… Neden? Her ayrılığın bir başka hayatı doğurduğuna inandığımızdan mı? Vazgeçilemez sorularımızdan biriydi bu. Tutunabileceğimize inandığımız dallarımızdan. Siz de o soğuk gecelerde bu sıcaklığı hissetmemiş miydiniz? 

Mario Levi
Mario Levi