19 Nisan 2024, Cuma
07.10.2022 04:30

Çünkü akşam hikâyelerimiz vardı

Akşam yolcularının sesleri bizlere neleri ve kimleri hatırlatmıştı? Hangi yaşadıklarımızı ya da yaşayamadıklarımızı? Bir yerlerde hep korunmuş hangi anlarımızı? Hikâyeler... Şiirler... Hepsi hayatta kalmak için değil miydi?

Her yaşanan hikâye miydi aslında? En hakiki duygusu çok derinlerde kalan gizli bir şiir mi? Akşam Güneşi’nin Nazmi’sinin, birçok maceradan ve gönül ilişkisinden geçtikten sonra, bir çeşit inzivaya çekildiği adada ziyaretine gelen, çocukluğunu bildiği, Avrupa’da iyi eğitim görmüş amcasının kızı Jülide’ye hayatının sonbaharında kapılması nasıl bir kaderdi? Bir başka geç kalışın hikâyesi miydi bu? Bazı aşklar yaşanmamak için doğuyordu. Kendisini bulduğu yerde duydukları belki de hayatın daha iyi anlaşılması içindi. Ya genç kızın hissettikleri? İlerleyen yıllarda kalbindeki bu titreyişi nereye koyacaktı? Yaprak Dökümü’nün yazarı kahramanını bir başka kaybedişin ortasında bırakmıştı... ‘Jülide’yi seviyordum. Bazı fırtına günlerinin sonuna doğru havaya umulmaz bir sükûnet gelir. Rüzgâr durur. Gökyüzü yavaş yavaş açılır. Kızıl bir akşam güneşinin fanusu yorgun suları, harap toprakları renk ve şaşaaya boğar. Bu güneşte artık yakmak, kamaştırmak kudreti kalmamıştır. Renkli ışıklarında bir merhamet busesi, halaveti, uzun gölgelerinde bir tahayyül füsunu vardır... Bilmem niçin bir akşam saatinde öleceğime kanaatim vardı. Yatakta bile değil. Batan güneşe karşı açılmış bir pencerenin karşısında, alelade bir kanepede yarı uzanıyordum.’... Reşat Nuri’nin satırları bize kendi gecikmiş akşamlarımızı mı hatırlatıyordu? Gökyüzünün laciverdinden serin bir turuncu geçerken... Neyi, nerede bırakmıştınız?

Ahmet Haşim’in mısraları

Akşam yine akşamdı işte. Belki başka, belki de artık çok alıştığımız bir akşam. Hikâyemizi derinleştiren şiirler için... Şiirlerimiz için... Ahmet Haşim o mısraları Kadıköy’den denize, karşı yakaya bakarken mi yazmıştı? Tarihi Yarımada yine birçok sırrı saklamıyor muydu?.. ‘Altın kulelerden yine kuşlar/Tekrarını ömrün eder i’lan./Kuşlar mıdır onlar ki her akşam/Alemlerimizden sefer eyler?/Akşam, yine akşam yine akşam/Bir sırma kemerdir suya baksam;/üstümde sema kavs-i mutalsam!’... Sırma bir kemer gibi midir sahiden gökyüzü? Şair ne görmüşse görmüştür. Soru bize aittir sadece. Çağrışımlarımız ve duygularla değer kazanacak adımlarımız için… Bir yerlerimizde koruduklarımız için de… Behçet Necatigil hazırlıksız yakalanılan bir geçmişe yolculuğun izlerini dile getirmeye ihtiyaç duyar mıydı aksi halde?.. “Birden hatırlarsın,/O da seni- -birden bazan:/Nerde, ne yapar şimdi/Parlar bir özlem anılar arasından./Bu akşam ne garip sözcük/Sanki ilk duydum, yadırgıyorum:/Akşam. Bilmem bulur muyum/Yollara baksam?/Söner yangın birazdan/Yatışır özlem./Bir gün karşılaşırız/Bir gün, yarın akşam.”… Özlemler… O saf bakışlar, gençlik dokunuşları… Çok mu çocuktuk? Çok mu korkmuştuk akşamlardan? Can Yücel de anlatıyordu… “Duru bir yeşildi ortalık/Akşam güneşi kırılmış bir mezar boyu/Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık.”… Sonrası büyümek miydi? İyi de neydi büyümek? O da bir başka ölmek miydi yoksa?