Sanatın varoluş meselesi dikkate alındığında, o çok eski mağaralara çizilmiş figürler bana hep çok anlamlı geldi. O uzak mağaraların gecelerinde, ateşin etrafında toplananlar arasından birinin ortaya çıkıp o günlerdeki sesler, kelimeler ve hareketlerle, adları ne olursa olsun, bir şeyler anlatmaya ihtiyaç duyması da… Tiyatronun ilk adımları mı atılıyordu? Aristoteles yoktu henüz. O, çok zaman sonrasının sahnesinde kendisini gösterecekti ama ‘mimesis’ ve ‘katharsis’in tüm doğallığıyla başladığı yerde de değil miydik? Taklit ve arınma… Neden? Hayatı dönüştürmek, daha çok anlamak ve anlatmak için mi? O duvarlardaki resimlere gelince… Neyin başlangıcıydı bu? Daha öncesi var mıydı? Biz sadece onlara ulaşabilmiştik. Sonrası? Uzun hikayeydi bu elbet. Çok uzun bir hikaye… Yine görülebilenler görülecek, yaşanabilenler yaşanacaktı. Göstermek de başka meseleydi çünkü. Ne demiştik? Ortada bir kendini var etme kaygısı ve ihtiyacı vardı. Hayat dediğiniz insana her zaman yetmiyordu. Yaşamak ve yaşadığına inanmak kimileri için bir başka dertti. Başka bir umut vesilesi de… Bir kötülüğü bir iyiliğe çevirme isteği de mi? Tartışılabilir bir soru… Yine duyulması gerekenler duyulacaktı. Duyurulabilecekler için elbet.
29.09.2023 04:30
Michelangelo’nun hayali
Virginia’nın bakışı
19 Ocak 2024
Mişima’nın dalgaları
12 Ocak 2024
Müfide Kadri’nin fırça darbeleri
05 Ocak 2024
Gölgede kalmış bir roman
29 Aralık 2023
O sularda kalanlar
Tüm Yazıları
22 Aralık 2023