Yazarın yazdıklarına inanması elbette bir yola çıkış sebebidir. Ortaya çıkanların bir rahatsızlık vermesi de mümkün müdür bu durumda? Neden olmasın? Öyle ya, anlattıklarınızın herkes tarafından sevilmesini nasıl bekleyebilirsiniz? Yazma serüveninin ve çilesinin en temel meselelerinden birine geliriz böyle bir yerde dururken. Soru sormak. Hatta soru sordurmak. Yaptığımızın karanlıkta yürüme anlamına da geldiğini hep söylemiyor muyuz? O karanlıkta ışığın mutlaka bir yerden sızacağını. Yazarın bu ışığı aradığını. Çünkü en çok bu ışığın yazdıklarını aydınlatacağını bildiğini... En çok bu ışığın gösterdiklerini duyurmak istediğini... Bu yolcu var olanı bulmaya çalışır sonuçta. Birileri tarafından saklanmış, konuşulmamış gerçekleri de... Bir keşif yolculuğudur çıktığınız. Bir ‘terra incognita/bilinmeyen ülke’ yolculuğudur bu aynı zamanda. Var mıdır hâlâ böyle bir ülke? Onca keşfin ardından bu umudu sürdürmek bir saflık mıdır? Kim bilir. Denemeden bilemezsiniz ki...
07.01.2022 04:30
Yazı atölyesi 2: Nerden başlamalı?
Virginia’nın bakışı
19 Ocak 2024
Mişima’nın dalgaları
12 Ocak 2024
Müfide Kadri’nin fırça darbeleri
05 Ocak 2024
Gölgede kalmış bir roman
29 Aralık 2023
O sularda kalanlar
Tüm Yazıları
22 Aralık 2023