20 Nisan 2024, Cumartesi
10.12.2021 04:30

Yazı yolcusu nereden başlamalı? -1

Bu hafta Mario Levi’nin yazı atölyelerinden birine başladığınızı düşünün. Birkaç hafta sürecek bir atölye. Hocanızın ilk konusu, “İlk adımı nasıl atacaksınız?”

Mesele kendini anlatarak var etmekse, ilkin neden ve niçin yazdığını sormak zorunda değil midir bir yazar? Arayış birçok cevaba götürebilir. En hakiki cevap hangisidir? O kadar kolay değildir bulmak. Bir samimiyet gerektirir çünkü. Öncelikle kendine karşı samimiyet… Sahici sorular sahici soruları doğurur ayrıca. Hem asıl önemlisi bir cevaptan çok cevabın yazdıracakları, hatırlattıkları ve uyandırdıkları değil midir? Kolaymış gibi görünen o zor soruya da ancak o zaman sıra gelir. Nereden başlamalı? Cevap yine yol göstericidir. En iyi bildiğimizden… Çok mu basit görünüyor? Değil, hem de hiç değil.  Çetin bir sınavın çağrısıyla karşı karşıyayızdır çünkü aslında. Sorgulama başlamıştır.  Yazar adayı önce kendi mahkemesini kurar. Nedir en iyi bildiğimiz? Kendimiz? Yaşadığımız şehir? Toplum? İnancımız? Başka ihtimaller üzerinde de duralım. Aşk? Terzilik? Ebru? Kuyumculuk? Yalnızlık? Aylaklık? Herkes istediğini, istediği gibi bulsun, getirsin. Bulmak kolay mı sanıyorsunuz? Sahicilikten bahsediyoruz. Sesini böyle bir yoldan giderek duyurma çabasından… Hayalinden de diyebilirsiniz. Üslup seçimi sizindir artık. 

Yanmış eliyle yazmak

Yazı yolcusu ister istemez şu soruyu da er ya da geç sorma mecburiyetinde kalacaktır. İyi de yazdıklarım kimi, ne kadar ilgilendirir? Hele bir de bireysel tarihime ait hikâyeler yazarsam? Soru kaçınılmazdır şüphesiz. Bir o kadar da gereksizdir ama. Yazmadan ve birilerinin karşısına tüm çıplaklığınızla çıkmayı göze almadan nasıl bir karşılık bulacağınızı, sesinizin birilerine anlamlı gelip gelemeyeceğini bilemezsiniz ki. Sınavdan boşuna söz etmedim. Tüm ihtimalleri göze alabilmek gerekir. Asıl kıymet taşıyan ve değerlendirilecek olan nasıl yazdığınızdır çünkü. Yazmak dediğiniz ilham gelince yazma işi değildir, arayışın sonuçlarına katlanmaktır. Çıplaklık, evet. Belki de asıl yol bu çıplaklığından utanmamaktan geçer. Seslenmeyi hayal ettiklerinize de çıplaklıklarını belki en çok böyle hissettirebilirsiniz.  Biraz daha ileri gidelim. Karanlık bir mağaraya inmektir de aynı zamanda yazmak. Bu mağara sizin tarihinizdir. Sadece o başkalarının önüne çıkarmaya çekinebileceğiniz bireysel tarihiniz de değildir üstelik, sizi inşa eden toplumsal hafızanızdır da. Kökeniniz, diliniz, coğrafyanız, büyüdüğünüz duygu ikliminiz... Mesele biraz daha karmaşık hale mi geliyor? Kimlik dediğiniz bu değerlerden de geçmez mi? Belki. Gelgelelim, bu gerçeğinizden de kaçamazsınız. Mağaranın derinliklerine indikçe beklemediklerinizle karşılaşabilir, doğru bildiklerinizdeki yanlışları da yakalayabilirsiniz. Kendinize yakalanmanız demektir bu biraz da. Sadece bu duyguyu yaşadığınızda sahicilik yoluna girebilirsiniz ama. Buradan nereye varabiliriz? İçselleştirilmiş, yaşanmış bilginin edebiyat için tek doğru bilgi olduğunu söylesek? “Yanmış elimle ateşin doğası üzerine yanmak istiyorum” demişti Flaubert. Başka türlü yazmak mümkün mü? Bedel ödemeden… Kaybetmeleri ve yenilgileri yaşamadan… Bu yerde ‘Ne anlatsam da satsa’ diyerek yola çıkan ve amacına ulaşan yazarlara yer yoktur. Onların başka yeri vardır zaten. Tehlikeli bir oyundur bu. O yazarın kendisi kadar, yazdıklarıyla etkilediği okurlar için üstelik. Yalan dediğiniz, birçok kötülük gibi, birilerine çok kolay bulaşır. Kurtulması pek zor bir hastalıktır bu. Gerçekler bir parıltının ardına saklanmıştır çünkü. Böyle parıltıya kapılan o kadar çok yazar adayı var ki şimdi. Belki de herkesi kendi yalan oyununda bırakmak en iyisi.

Asıl mesele o inançta

Biz en iyisi edebiyatın yazılanları çok derinlerde hissetmekten geçtiğini söylemekle yetinelim. Yanlış anlaşılmasın. Her yazar kitaplarının ilgi görmesini, geniş okur kitlelerine ulaşmasını, çok okunmasını ve sevilmesini ister. Sorun bunun için yazmayı seçmektedir. Çünkü burada inanmak yoktur. En önemli mesele de budur oysa. Satırlarına inancını nakşetmek… Bu inanç o zaman okura da geçer. Bunu defalarca gördüm. Ne için yazdığımızı kendimize sormamız gerektiğini boş yere söylemiyoruz. Kendimizi başka türlü nasıl istediğimizce var edebiliriz ki?