Neydi yazmak? Kime, nereden, neleri getiriyordu? Hangi hikâyeleri, anlatılanları ve anlatılamayanları? Hangi kaçışları? Hangi sesini duyurma ihtiyacını ve içine kapanmayı? Dilin hangi imkânlarını? Hangi dilsizliği? Sorular, sorular, sorular… Hep şunu düşünmüş ve söylemeye çalışmıştım: Bir keşif yolculuğuydu aslında şu yazmak dediğimiz. Bir yerlerde gizlenen gerçekleri daha iyi görme çabası ve umudu… Çünkü böyle bir yola çıkıldığında sadece görünenler ve gösterilenlerle yetinmek mümkün değildi. Karşımızdakiler, benimsememiz ve yaşamamız beklenenler gerçeğin ne kadar kendisiydi? Gerçek neydi ayrıca? Hayat bir oyun sahnesi de değil miydi? Yanılsamalarla örülü bir oyun sahnesi… Ürperticiydi belki ama yolculuğun ve arayışın başladığı yerdi de burası. Bir yolda yürümek… Bırakılan izlerde de bir ilham ihtimali arayarak… Yazmak o yazı yolcuları için uğraştan çok bir hayatta kalma mücadelesi de değil miydi? Kelimeler efsunluydu bazen. Doğumu da getirebilirlerdi beraberlerinde, ölümü de… Herkesin kendi duvarında öldüğünü de söylemiştim bir zamanlar. Kaç yıl önceydi? Hatırlayamıyorum artık.
30.06.2023 04:30
Yüz yüze kalmak
Virginia’nın bakışı
19 Ocak 2024
Mişima’nın dalgaları
12 Ocak 2024
Müfide Kadri’nin fırça darbeleri
05 Ocak 2024
Gölgede kalmış bir roman
29 Aralık 2023
O sularda kalanlar
Tüm Yazıları
22 Aralık 2023