İç karartım geçmiyor. Ruhum gri. Ve her zamanki gibi, yani böylesi bir ruh sıkışıklığında kendimi ekmek hamuruna boğulmuş buluyorum. Kimin yiyeceği belli olmayan miktarlarda ekmek pişiriyorum. Sonra o ekmekleri eşe dosta dağıtıyorum, kendimiz için dilimleyip derin dondurucuya stokluyorum. Evin, daha doğrusu mutfağın her yerinden ekmek, un, hamur fışkırıyor; deli gibi ekşi maya besleniyor, sürekli bir hesap kitap, ‘şuna şu kadar, buna bu kadar lazım’ diye. Çeşitli büyüklükte saklama kaplarında farklı sebep-sonuç ilişkilerini anlamlandırmak için tutulmuş hamurlar bazen buzdolabında, bazen tezgâh üstünde, bazen de balkonda yaşıyor. Hepsinin üzerlerine itinayla notlar alınıyor, hangi unların karışımı, kaç derece kaç gram su, ortam sıcaklığı, hamur sıcaklığı, pek tabii saat ve zamanlama detayları falan. Ama işte o detaylar, bütün o hesaplamalar, takip edilen hamurlar hayatta tanıklık ettiğim ama anlamlandıramadığım olayları göğüslemeye yardımcı oluyor. Elimi hamurun içine soktukça, ruhum hafifliyor.
Yazının tamamını görebilmek için lütfen abone olun. ABONE OL
Aboneyseniz
üye
girişi
yapınız.
Oksijen'e e-gazete aboneliği ile edineceğiniz avantajlar; Oksijen yazarlarının tüm yazılarına erişim Gazeteoksijen.com üzerinden 7/24 güncel haber erişimi Her gün e-posta kutunuza gelen Oksijen bülteni Gazete Oksijen, O2 ve özel yayın arşivine erişim