15 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
30.08.2024 04:51

Aklını kiraya verme delikanlı

Hepinizin dikkatini çekiyordur; sosyal medyada üretilen binlerce video gençleri Mustafa Kemal Paşa’dan soğutmak, nefret ettirmek için olmadık yalanlara başvuruyor. Bir iki yayın izleyen gencin beyni iğfal ediliyor ve başlıyor Atatürk hakkında yalan yanlış atıp tutmaya. Geçenlerde bir sokak röportajında bir genç Mustafa Kemal’in asker kaçağı olduğunu, Çanakkale Cephesi’nden kaçtığını, bu yüzden de Çanakkale Harbi’nin kaybedildiğini söylüyordu. Sağ kesimlerin çok sevdiği, solun bir kısmının da itibar ettiği birisi, Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Savaşı’ndan da kaçtığını ve harp kazanıldıktan sonra, Meclis’e başvurup kendisine gazi ünvanı verilmesini talep ettiğini anlatıp duruyor.

Kimisi de Mustafa Kemal’in ailesiyle, muhterem annesiyle uğraşıyor, ağza alınmaz iftiralar sıralıyor. 
Bu deli saçmalarını Rıza Nur denilen, Paris’e yerleştikten sonra, karısının ihaneti ve diğer sebepler sonucu aklını kaçıran, eroinman bir adamın hezeyanlarla dolu notlarına dayandırıyorlar. Oysa adamın aklının başında olmadığı kitabı okuyan her makul kişinin görebileceği bir durum. 

Bununla da yetinmeyip bu deli saçması kitabı bile tahrif edip eklemeler yapıyorlar. Sözüm ona İngiliz gizli servisi bu belgeleri Kadir Mısıroğlu’na vermiş, o da yayınlamış. Böyle bir zırvanın düzeltmesi bile olmaz.

Sokak söyleşilerinde Atatürk’e iftiralar atan insanlara cevap yetiştirme derdinde olanlar var. Bence bu gereksiz bir çaba çünkü beyni bu şekilde yıkanmış insanları bir iki cümleyle aydınlatmak imkansız.

Bunun yerine şu soru sorulmalı: Peki bu dediklerinle nereye varmak istiyorsun? Binlerce videonun amacı ne, niye birdenbire böyle bir kampanya başladı, büyük paralar harcanarak binlerce iftira videosu yapılıyor ve yayınlanıyor? Amaç ne? 1938’de vefat etmiş bir insanı karalamak mı yoksa başka bir şey mi amacın?

Sonunda ister istemez söyleyecekleri şey şu: Atatürk ilkeleri ile kurulan cumhuriyeti yıkmak, Atatürk’ü yok etmek.

Daha sonra bu kişilere, kendi ülkeni yıkmak için uğraştığının farkında mısın diye sorulmalı, kim Amerika’da George Washington’ı, kim Fransa’da De Gaulle’ü yıkmak ister? Bu isimler her kesimden saygı görürler, siyaset dışıdırlar, siyaset kurucu dönemden sonra başlar.

Bu düzeyde tartışılamayacağı için de belki de yapılacak en iyi şey bunların ağa babalarına ve ortaya çıkaran odaklara Mustafa Kemal hareketinin Osmanlı’nın en az 200 yıllık çağdaşlaşma çabalarının sonucu ve zaferi olduğunu anlatmak, III. Selim’i odasında şehit eden, II. Mahmut’un canını zor kurtardığı, gavur padişah denmesine rağmen reformlar yaptığı, Abdülmecid, Abdülaziz ve Abdülhamit’in aynı nedenlerle suçlandığı, Abdülhamid’i tahttan indiren Şeyhülislam fetvasının onu, İslam’a zarar vermekle, Kur’an’ı yasaklamakla suçladığını öğretmek ve ters çevrilmiş tarihi ayakları üzerine oturtmak.

30 Ağustos’un yıldönümünde bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum. 30 yılı aşkın bir süredir şu görüşü savunurum. Mustafa Kemal’in dayandığı üç sütun vardır; bunlardan biri partisi biri ordusu, birisi de halkın kalbindeki sevgi.

O zamanlar bir düşünce öne sürüyor ve diyordum ki; ilerde partisini ele geçirebilirler, yıkabilirler. Ordusunu da aynı şekilde ele geçirebilirler, fakat halkın gönlündeki sevgiyi söküp alamazlar. Gazi’nin en büyük gücü ne parti ne ordu, onu seven halk.

Hatırlarsanız 30 yıl içinde partiye ve orduya çok zarar verdiler ama halkın gönlündeki sevgi giderek büyüdü. Bir direniş hareketine dönüştü. Bunu fark ettikleri için Washington’dan Londra’dan esen rüzgârlar ve Türkiye’deki işbirlikçileri, Atatürk mirasını yıkmak için harekete geçti ve bunu sosyal medya denilen güçlü aygıtı kullanarak yapıyorlar TikTok bile bunlarla dolu, elbette bu önemli bir strateji ve sebebi var?

Gazi ne yaptı?

Mustafa Kemal Paşa’nın ne yaptığını anlayabilmek için o yıllara dönmek gerekir. O dönemde Rumeli’yi kaybetmiş olan yani kalbini ve beynini yitirmiş olan Osmanlı’nın hiç yatırım yapmadığı,  sadece asker ve köylü deposu olarak kullandığı Anadolu toprağındaki içler acısı durum göz önüne alınmadan hiçbir çözümleme yapılamaz. 

Anadolu, mollaların eline terk edilmiş eğitimsiz bir kitleydi. Elde kalan malzeme buydu. Yaban romanında Yakup Kadri Karaosmanoğlu da vurgular bu durumu. Ama en çarpıcı belge, büyük şairimiz Ahmet Haşim’in, yolu Anadolu’ya düştükten sonra yazdıklarıdır, lütfen bu gerçek belgeyi okuyun ve Atatürk’ün böyle bir toplumdan bir İsviçre, bir Fransa yaratma hayalinin ve planının ne kadar devasa bir çaba olduğunu anlayın.

Mektup şu:

Sevgili Refik,

Geçen mektubumu Niğde’den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra sancağın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. Yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene Niğde’den yazıyorum. Gördüğüm Anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım?

Öncelikle bu bölgede kimler yaşıyor? Görülen harabelerin yapıcısı hangi cins yaratıktır? Bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. Anadolu köylüsünü sınıflandırmada karıncalar cinsine ithal etmeli fikrindeyim. Gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin sonsuz sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, “gıda” sabit fikirliliğiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin zor çalışma şartlarına tesadüf olunur. Sanki cehennemî bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya gıda maddesini biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. Tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi… 

Refik; Ankara’da, Almanya imparatorunun Anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. Bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? Beslenme eksikliği.

Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. İstisnasız nakil araçları kağnıdır.

Ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. Uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe âşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevkeden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim. 

Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. Tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti hayret vericidir.

Sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adımlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan gözbebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. Bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar.

Anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. Bütün havalarında o hoş koku solunur. Yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. Eski Mısırlılardan ziyade Anadolular Apis öküzüne hürmet etmeliydi. Öküz, burada hayatın genelinin zembereğidir.

Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Baca nedir, bilir misin? Dibi kırık bir testi. Kızılırmak civarında, büsbütün ev inşasından da feragat ederek, toprağın maddesel özelliğinden yararlanarak dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi yaşarlar. Nevşehir’den yarım saat beride Güvercinlik adında kovuklardan oluşan bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya yakışan bir köydür. Anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. Kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda dönüşeceğini sen de bilirsin. 

Anadolu, hemen bir uçtan bir uca firengilidir. Anadoluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder. Bununla birlikte güzel oldukları zaman da güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. Siyah, derin ve titretici gözlerle insana bakan şalvarlı, düzgün ölçülü Anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? Gençleri, insanın bazen en mükemmel bir örneğini temsil ederler.

Ahmet Haşim, 3 Eylül 1919

Aynı bölgelere bugün gidilse bambaşka bir manzara ile karşılaşır insan. O’nun zamanında Hıfzısıhha kurumuyla sağlık düzeltilmiş, verem, sıtma, trahom gibi hastalıkların kökü kazınmış, devlet borçları ödenmiş, eğitim konusunda önemli atılımlar yapılmıştır.

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli