Edebiyat, medya, konferans, söyleşi, sinema, müzik gibi birçok yola başvurarak giderek tırmanan şiddete karşı mücadele etmeye çalıştık. Bununla da yetinmeyip 2006’da TBMM’de de bir araştırma komisyonu kurdurtmayı başardık ama ne yazık ki hiçbir işe yaramadı. Kültür tarlasına zehirli tohumlar ekilmeye devam ettikçe acı çekmeye devam edeceğiz.
Aşağıda 2006’da 19 milletvekili arkadaşımla gençler arasında artan şiddet eğiliminin araştırılması için bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması amacıyla verdiğim teklifin metni ve gerekçesi, ayrıca Meclis’te yaptığım konuşma var. 2006’dan bu yana değişen hiçbir şey olmaması ne kadar acı.
15.02.2006 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
Son yıllarda gençler arasında şiddet eğiliminin arttığını üzülerek gözlemekteyiz. Sorunun ciddiyeti ve kapsamı sistematik ve bilimsel bir yaklaşımı gerekli kılıyor. Gençler arasındaki şiddet davranışlarının hem istatistiki, hem de toplumsal ve ruh bilimsel yönden araştırılması, sorunun boyutlarının tespiti ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi yolunda atılacak önemli bir adım olacaktır. Bu sebeple;
• Gençler arasındaki şiddet davranışlarının özelliklerinin tespit edilmesi,
• Bu davranışların ne sıklıkta ortaya çıktığı ve yaş, eğitim durumu, sosyal statü gibi faktörler göz önünde bulundurulduğunda nasıl bir dağılım gösterdiği,
• Gençleri şiddete yönelten başlıca faktörlerin neler olduğu,
• Bu faktörleri etkisiz kılmak için ne gibi önlemlerin alınması gerektiğini saptamak amacı ile Anayasa’mızın 98, içtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince “Gençlik ve Artan Şiddet” konusunun araştırılması için bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımla…
Ömer Zülfü LİVANELİ İstanbul Milletvekili ve imza veren 19 milletvekili
1- GEREKÇE: Gençler gündelik hayatın birçok alanında okulda, evde, sokakta, spor müsabakalarında, eğlence yerlerinde, giderek artan oranda şiddeti dışa vuran davranışlar sergiliyorlar. Şiddet sıradanlaşıyor, hayatımızın bir parçası haline geliyor. Yaşadığımız son olaylar gösteriyor ki, gençlerimiz çok kolay bir biçimde suç işlemeye yönelebiliyorlar. Bu durum sorunun çok tehlikeli bir boyut kazandığına işaret ediyor. Bütün bu gelişmelerde kültür-eğlence endüstrisinin payının büyük olduğu konusunda birçok uzman fikir birliği içindeler. Bu endüstri tarafından üretilen ve hem ülke hem de dünya çapında dolaşıma sokulan ürünler yerel-ulusal kültürlerin çehresini hızla değiştiriyor, kültürel değerleri günden güne kemiriyor. Özünde yalnızca tüketimi artırmayı hedefleyen bu sözde sanat ürünleri hemen hemen her zaman güce, zenginliğe ve şiddete övgü düzüyorlar. Kişilikleri ve zihinleri bu mesajlarla şekillenen, rol modellerini televizyondan ya da diğer medya starları arasından seçen gençler yüzeysel ve bencil bir yaşam anlayışına kitlenip kalıyorlar. Daha da kötüsü doğru biçimde sosyalleşememiş ve ruh sağlığı bozuk bireyler yetişiyor. Elbette, gençlerin giderek daha fazla şiddete yönelmelerinin faturasını tamamen medyaya ve kültür endüstrisine çıkaramayız. Bu toplumsal olguyu anlamak, açıklamak ve doğru önlemleri alabilmek için, aile ilişkilerini, eğitim-öğretim kurumlarını ve yaşadığımız hızlı sosyo-ekonomik dönüşümleri de sorgulamalıyız. Özellikle de eğitim kurumlarının gençlere barış, sevgi, hoşgörü ve merhamet gibi temel insani değerleri aşılamakta neden yetersiz kaldıkları cevaplanması gereken yakıcı bir soru olarak karşımızda duruyor. Bu amaçla, bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması gerekmektedir.
20 Şubat 2006’da TBMM’deki konuşmam
Sayın Millî Eğitim Bakanı konuyu okullarda şiddet olarak sınıflama yoluna gitti. Oysa biz, sadece okullardaki şiddetten söz etmedik. Okulları da kapsayan bir biçimde, gençlik ve daha da önemlisi, toplumdaki şiddet eğiliminin artmasından söz ettik. Çünkü hepimiz farkındayız arkadaşlar, üçüncü sayfa haberleri dediğimiz, cinayet ve birtakım suçların verildiği sayfalar yavaş yavaş kabardı, haberlerin sayısı arttı ve hatta, neredeyse, artık suçlar manşetlere çıkıyor ve haftanın birkaç günü büyük gazetelerimizde, sayın Güneş’in belirttiği gibi, daha önce alışık olmadığımız türden, daha önce hiç görmediğimiz türden ve “Böyle şeyler Türkiye’de olur mu” dedirtecek cinsten, bizi hayrete düşüren suçlarla karşılaşıyoruz ve bunlar manşet konusu oluyor. Olayı hafifletmenin “Bizim gençlerimiz efendidir”, “Bizde böyle şeyler olmaz” demenin pek bir anlamı olduğunu zannetmiyorum, çünkü acıdır söylemesi ama, bizim memleketimizde on altı yaşında bir çocuk çıkıyor, kendi kafasına göre gidip bir rahibi vuruyor, öldürüyor. Seri katil diye, Türkçesi bile olmayan ve daha önce hiç bilmediğimiz insanlar ortaya çıkıyorlar; yani, dizi halinde cinayet işleyen, sebepsiz cinayet işleyen, bir dizi insanı öldürmekten zevk alan gençler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, toplumu bir yangın gibi şiddet sarıyor. “Töre cinayetleri” adı altında her gün kızlarımız, gelinlerimiz, genç insanlarımız kendi aileleri tarafından öldürülüyor. Biz Türkiye olarak, ne yazık ki -şunu kabul etmemiz lazım- şiddete çok uzak bir ülke de değiliz. Burada daha önce çeşitli konuşmacıların da söylediği gibi, ailede şiddet, okulda şiddet, çeşitli yerlerde -hatta daha önce Atilla Kart arkadaşımızın gündem dışı konuşmasında belirttiği gibi- hapishanede, can, beden, ve ruh sağlığı devlete emanet edilmiş olan tutuklulara şiddet, askerlikte şiddet. Bizim birtakım sözlerimiz de var biliyorsunuz. “Dayak cennetten çıkmadır” bu ülkenin sözü; “Kızını dövemeyen dizini döver” bu ülkenin sözü; “Yemek gördün ye, dayak gördün kaç” bu ülkenin sözü. O bakımdan, biz, bu toplumda, şiddete çok da uzak yaşıyor değiliz. Ama son zamanlarda ne yazık ki şiddetin dozu giderek artıyor. Bunun sebepleri üzerinde hepimizin çeşitli fikirleri olabilir. Hatta, sadece buradaki 550 arkadaşımızın değil, 70 milyon insanın her birinin fikri olabilir; kahvelerde de konuşulabilir, evlerde de konuşulabilir, tedbirler de alınabilir. Ama önemli olan, Meclis Araştırma Komisyonu’nun kurulması, bunun bir tek sebebe bağlı olmadığını, birçok sebep olduğunu burada tespit etmek ve bunları araştırmak üzere toplumun bu konuda bilgi üretebilecek kesimleriyle ilişkiye geçerek bir komisyon oluşturmak, bir çalışma yapmaktır.
Biz, bu toplumda şiddete çok da uzak yaşıyor değiliz. Ama son zamanlarda ne yazık ki şiddetin dozu giderek artıyor
Şehre göç dengeleri altüst eden bir gerçeklik; ekonomik dengesizlik çok büyük, işsizlik çok acı bir sorun. Ama bütün bunlara ek olarak görüyoruz ki, şiddetin kültürle ilişkisi var. Bazı yerlerde şiddetten kültür koruyor, bazı kültürel ya da daha doğrusu, sahte kültürel ürünler de şiddeti körüklüyor. Dünyada da ne yazık ki, şiddeti körükleyen unsurlar televizyonlar aracılığıyla bütün kitlelere aktarılıyor. 1995 yılında ben Milliyet gazetesi yazarı iken televizyonlarda şiddete karşı bir kampanya açmıştım. 400 bin imza topladık bir ayda. Dönemin Cumhurbaşkanına, yeni kurulan RTÜK Başkanına falan götürdük; ama maalesef bir sonuç alamadık. Bugün, büyüyen bir çocuğumuz, bir gencimiz okuldan daha fazla saatte televizyon seyrediyor ve her gün en aşağı otuz kırk cinayet görüyor; koparılan kafalar, kesilen kollar, ondan sonra yöntemler öğreniyor orada.
Tokyo’da New York’tan daha az cinayet işleniyor olması Tokyo polisinin daha etkili olduğundan değil, kültürün farklılığından; Japon kültürünün Amerikan kültürüne olan farklılığından kaynaklanıyor. Bizde de, mesela, bir örnek vermek istiyorum. Türkiye’nin her yerinde suç artıyor gördüğünüz gibi. Fakat, bir ilçemiz var (başka ilçelerimiz de belki vardır ama ben orayı bildiğim için -ziyaret ettiğim için- söylüyorum.) Hacıbektaş ilçesinde 1995 yılında Adalet Bakanlığı cezaevini kapattı. Dedi ki: “Çünkü suç işlenmiyor, jandarma defteri boş.” Hiç suç işlenmediği için, hiç mahkûm olmadığı için cezaevi kapatılıyor. Bu nedir? Bu, Ahmedi Yesevi’den ya da Hacı Bektaş’tan gelen “İncinsen de incitme” geleneğinin bir sonucu değil midir? Orada her ağustos ayında 100 binlerce kişi Hacı Bektaş’ı anmak için toplanıyor. Onlar niye suç işlemiyorlar da bazı başka yerlerde, büyük kentlerde özellikle gençlerimiz suç eğilimine giriyorlar? Bunları düşünmemiz gerekiyor. Acaba bir kültür, gelenek ya da toplu olarak maneviyat dediğimiz şey, gençlerimizi şiddetten bugüne kadar koruyordu da bugün mü korumaz oldu? Bu konuları düşünmemiz gerekir.
Bir de, televizyonlar deyince, şiddet içeren filmler kadar bir şey daha çok önemli, bunun da üzerinde durmamız lazım: Toplumumuzda gelir dağılımı çok bozuk ve yoksul gençlerimiz toplumun büyük bir kesimini teşkil ediyorlar; fakat birkaç bin parayı nereden bulduğu da belli olmayan haramzadenin eğlenceleri televizyonlarımızda döne döne, döne döne veriliyor, bir tatlı hayat propagandası yapılıyor, bir tüketim propagandası yapılıyor ve sanki bütün Türkiye’nin insanları böyle yaşıyormuş, Türkiye böyle yaşıyormuş gibi bir propaganda yapılıyor. Bu da tabii büyük bir tatminsizlik duygusuyla insanları suç işlemeye doğru itiyor. Bu bakımdan güvenlik, gündemimizde birinci noktaya doğru ilerlemekte. Bu bakımdan, böyle bir komisyonun, psikologlarla, sosyologlarla, ekonomistlerle, eğitimcilerle el ele vererek, hatta birtakım UNESCO gibi kuruluşlarla da el ele vererek bu meseleyi bence incelemesi gerekiyor.
Bir de, tabii, yıllar önce biz yurtdışına gittiğimizde oradaki aileler “Sizde uyuşturucu sorunu var mı?” dedikleri zaman, biz göğsümüzü gere gere “Bizde yok böyle bir şey” derdik. Çünkü aileler, okula giden çocuklarının uyuşturucu bağımlısı olmasından çok korkarlardı, biz de böyle bir şey bilmezdik okullarımızda; ama ne yazık ki, uluslararası şebekeler Türkiye’yi de bu pazara dahil ettiler. Gençlik uyuşturucuyla da, maalesef, tanışmış durumda ve okullardaki cinayet girişimleri, silah taşımalar ve her gün duyduğumuz bu takım suçlar bizi çok kaygılandırmakta.
Bu komisyonun kurulması için 19 arkadaşımızla birlikte verdiğimiz önergeyi dikkate aldığınız ve yüce Meclis’in bu konuya eğilmesine destek verdiğiniz için hepinize ve bütün partilere çok teşekkür ediyoruz…