02 Nisan 2025, Çarşamba Gazete Oksijen
10.01.2025 04:30
Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli

Arabesk bir buzdağının ucudur

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Ferdi Tayfur’un vefatı dolayısıyla hararetlenen tartışmalar, her konuda olduğu gibi müzik vesilesiyle de toplumsal bir hesaplaşmaya dönüştü. Bir sanatçının sevilip sevilmemesinin ötesinde bir kimlik tartışmasıydı bu. Kente göç eden kitlelerin yarattığı ve adına önce dolmuş, sonra minibüs müziği denilen ama sonunda arabesk isminde karar kılınan bu müzik türünü saf köylü kentte şaşıran Şaban’ın, kenti küçümseyen Recep İvedik’e dönüşmesi sembolleriyle anlatmaya çalışmıştım. Bu başarılı film tiplemeleri sosyolojik bir gözlemle toplumun dönüşümünü çok güzel anlattılar.

Bu öyle bir dönüşümdü ki müziği, yemek kültürünü, davranış biçimini, kadın erkek ilişkilerini, mimariyi, eğlence biçimlerini ve giderek siyaseti değiştirdi, Türkiye’yi bambaşka bir ülke haline getirdi.

Bazı kişilerin öne sürdüğü gibi muhafazakarlık değildi bu, yeni bir modernleşme teklifiydi: Itri’yi, Mimar Sinan’ı, Aşık Veysel’i değil; elektrosazı, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız yapıları, arabeski içeren bir yaşam tarzı değişikliğiydi.

Bugün çok daha net görülen bir durumu salt müzik tartışmaları olarak değerlendirmek yanlıştır. Zaten bu nedenle Ferdi Tayfur’un vefatı neredeyse siyasal bir hesaplaşmaya dönüştü. İktidar yanlıları ‘’Siz zaten bu müziği hor görürsünüz; oysa bu bizim milli değerimizdir.’’ dedi, eleştirenlere sert cevaplar verdi, bu kesimi gayrımilli olmakla suçladı, RTÜK ise Ferdi Tayfur müziğini sevmediğini belirten haber programı sunucusuna soruşturma başlattı. Sanırım dünyada tektir bu. Tarihe geçecek bir olaydır.

Türkiye kutuplaştığı için her popüler kültür olayı üzerinden kavga ediyor. Kadın voleybol takımı mı erkek futbol takımı mı tartışmasında olduğu gibi hemen saflar oluşuyor.

Müzik, bir toplumun kabuk değiştirmesinin en çabuk ve kolay görülebilen simgesidir. Konfüçyüs’tan Pithagoras’a, Hegel’den Adorno’ya Tanpınar’a kadar birçok düşünürün üzerinde kafa yorduğu önemli bir meseledir. Mesela Konfüçyüs; ‘’Bir toplumdaki bozulmanın ilk göstergesi müziktir’’ demişti. Sosyolojide ‘’bozulma’’ kavramı pek kullanılmaz. Bu yüzden dönüşüm diyelim biz buna.

Özellikle 70’lerin başından beri bu konuyu anlamak için çok çaba gösterdim. Müziğin sadece eğlence aracı olarak görülmemesi, özellikle aydınların ve akademisyenlerin bu konuyu daha ciddi araştırmaları için çağrıda bulunurken, anlayabildiklerimi de çeşitli biçimlerde ifade etmeye çalıştım. Onlarca yazı, onlarca konferans, söyleşi ile derdimi anlatmak istedim.

70’lerde, 80’lerde arabesk müzik TRT’de yasaktı. Ben de yasaktım, Ruhi Su da. Bütün yasaklar gibi buna da karşı çıkıyorduk elbette. Zaten alaturka şarkıcılar gibi arabesk yorumcular da bestelerimi söylüyorlardı: Zeki Müren, Müslüm Gürses, Kamuran Akkor, Kibariye, İbrahim Tatlıses, Burhan Çaçan, Bergen ve sayamayacağım kadar çok yorumcu. Leylim Ley’i, Belalım’ı, Sevda Değil’i ve onlarca parçayı söylemeyen kalmamıştı neredeyse.

Yazı dizisi

1980’de Cumhuriyet Gazetesi’nde ‘’Yunus Emre’den Ferdi Tayfur’a’’ adlı bir yazı dizim yayınlandı. Orada toplumumuzun ve müziğimizin sorunlarını, gelenek, gelecek, yerellik ve evrensellik boyutlarında incelemeye çalışmıştım.

Ve o yazıda 12 Eylül Darbesi’nden sonra giderek artan arabesk etkisini şöyle anlatmıştım:

‘’İlk bakışta görülebilecek olan gerçek ‘arabesk’ denen türün, diğer müzik türlerini bastırarak, ülkede egemenlik kurmaya başlamasıdır. 

Dört beş yıl önceki Şekip Ayhan Özışık, Yusuf Nalkesen, Erol Sayan vb. gibi bestecilerin şarkı patlamaları da, bu dönemde etkinliğini sürdüren aşık müziği de, Batı uyumuyla parçalar yapan hafif müzikçiler de yerlerini yavaş yavaş bu tarz bir müziğe bırakmaktalar.

“Arabesk” denen tür yazının başından beri savunduğum sentez gereğini ilk basamakta, el yordamıyla gerçekleştiren bir türdür.

Halk müziği ile sanat müziği arasında yer almış ve yabancı etkilere açılmışlardır.

Halkın bugün vardığı çok boyutlu yaşama uygun, —genellikle— çok sesli bir müzik yapmaktadırlar. Ama ilke olarak Arap çok seslilik kurallarını almışlardır.

Yaptıkları müziğin söz yapısı, manzume düzeyindedir. Sarsılan, güvensiz, acılar içindeki bir toplumda yok oluşu ve horlanmayı anlatmaktadırlar. “Popüler kültür” üzerine araştırmalar yaptığını bildiğim bazı değerli bilim adamları, önümüzdeki yıllarda daha geniş açıklayacaklardır bunları. Toplumun bazı kesimlerinin “kendini yok etme” tutkusunu yanıtlamaktadırlar bu sözlerle. Zaman zaman yoksulluğun acısını da bulabiliriz şiirlerinde. Ama buradaki ilerici içerik, yıllardır Yeşilçam’da çevrilen her filmde kural olan yoksul, onurlu, delikanlı, zengin kayınpeder ilişkilerindeki devrimciliğe benzer. Bazı ipuçlarını zorlayarak ilerici bir içerik yakıştıramayız bu müziğe.’’

Ve yasaklar

Devletin ve TRT’nin baskıcı tutumunu eleştirdiğim bu yazı dizisinde arabeske uygulanan yasakları, bir adanın bir denizi yasaklamasına benzetmiş ve giderek yaygınlaşan bu müzik türünün bütün Türkiye’yi kaplayacağı tahminimi belirterek, buna karşı bürokratik değil, sadece kültür mücadelesi verilmesi gerektiğini vurgulamıştım.

Ve servetler

Ferdi Tayfur’un bıraktığı muazzam servet pek çok kişinin dudağını uçuklattı. Ben şaşırmadım. Çünkü arabeskçiler gazino, film, fuar, düğün dernek her yerden müthiş para kazandılar. Bu yüzden ülkenin en zenginleri arasına girdiler, yalılar, uçaklar aldılar.

Buna karşılık Ruhi Su, Edip Akbayram, Aşık Mahzuni, Suavi gibi (benim de aralarında bulunduğum) müzisyenler ailelerinin geçimlerini sağlarlarsa mutlu oldular. Çünkü konserleri albümleri yasaklandı, eğlence sektörü tamamen kapalı, televizyonlar ve basın zaten önyargılıydı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da halkın asıl temsilcileri ezildi.

Ne var ki halk onları başka bir yere yerleştirdi. Bakmayın bugünün toz dumanına. Nazım ne diyordu:

“Anlamak sevgilim / O müthiş bir bahtiyarlık / Anlamak gideni / Ve gelmekte olanı’’

Sanat bir nehir gibi her zaman akacağı yatağı bulur. 

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli