22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
28.07.2023 04:30

DEMOK-RASİZM (Irkçı demokrasi)

Bu adaletsiz dünyada göçler kolay kolay son bulmayacağı için, Avrupa ülkelerinin giderek ırkçı demokrasilere dönüşme olasılığı çok yüksek. Ben buna demok-rasizm adını veriyorum yani ırkçı demokrasi. Tabii böyle bir rejimin ne kadar demokratik olduğu da ayrı bir soru

Yunan tanrılarının akıl almaz cezalarından birine uğramış gibi görünen bayıltıcı sıcaklarda yolum Ege adalarına düştü. Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras ve Esra Batıbay’la birlikte Önce Leros Belediye Başkanı Mihalis Kolyas’ın davetiyle o yakın ve sakin adaya, oradan feribotla Rodos’a, sonra da uçakla Girit’e geçtik.

Yangın öncesiydi, Rodos’ta deve uçuran dedikleri cinsten güçlü bir rüzgar esiyordu (zaten yangın felaketinde bu rüzgar Rodos’u mahvetti), Girit’te ise taş çatlıyordu desem yeridir.

Leros’ta Türkiye-Yunanistan dostluğu için emek veren Artemis Derneği’nin etkinliğinde iki ülkeden sanatçıları dinledik. Adalılarla sohbet ettik.

Girit ise yolculuğumuzun son durağıydı. Retimnon şehrinde, eski başbakanlardan Yorgo Papandreu’nun düzenlediği sempozyuma katıldık.

Böylece tam 40 yıl sonra Girit’e tekrar ayak basmış oldum. 1983’teki Yunanistan turnemiz sırasında Maria Farandouri ile birlikte Girit’in değişik şehirlerinde yedi konser vermiştik. Onca isyan, savaş ve dökülen kandan sonra Girit’te konserler veren ilk Türk’tüm ama stadyumlarda, açık hava tiyatrolarında hiçbir protestoyla karşılaşmadığım gibi tam tersine ortak geçmişimiz sayesinde ilgi görmüştüm.

Uluslararası Simi Sempozyumu’nun açılış konuşmaları o güzel atmosferde yapıldı. Papandreu ile birlikte sahnedeydim, eski başbakanın kızı Margarita-Elena Papandreu’nun yönelttiği ilginç soruları birlikte yanıtladık.


Sempozyumun açılış konuşmasında 40 yıl önceki konserleri andığımda belediye başkanı ve vali ‘’Evet, biz de oradaydık’’ dediler.

Uluslararası Simi Sempozyumu’nun açılış töreni, Retimnon’da, Neranca Camisi adını taşıyan harika, olağanüstü güzellikteki kültür merkezinde yapıldı. Bu binayı Venedikliler manastır olarak yapmış, 16. yüzyılda şehri fetheden Gazi Deli Hüseyin Paşa manastırı camiye dönüştürmüş, çevresindeki yapılarda imarethane (yoksullar evi) kurmuş, sonra bir de minare dikilmiş. Şimdi kültür merkezi olarak kullanılıyor.
Açılış konuşmaları o güzel atmosferde yapıldı. Papandreu ile birlikte sahnedeydim, eski başbakanın kızının yönelttiği ilginç soruları birlikte yanıtladık.

Bu yılın teması “2030’da Nasıl Bir Dünya: İcarus Kompleksini Ele Almak” olarak belirlenmişti. Konuşmanın başında “Bizi bu muhteşem adada buluşturan değerli dostum Papandreu ve ekibine çok teşekkür ederim” dedikten sonra balmumu kanatlarla uçmaya çalışan ama güneşe fazla yaklaştığı için kanatları eriyerek düşen İkarus’a gönderme yaparak şu cümlelere yer verdim.

“İkarus’un gökyüzünde süzülerek kaçmak istediği adaya, yine gökyüzünden uçarak geldik. Tek fark kanatlarımızın metal olmasıydı.”

Aslında düşlerimiz ile dünyanın sert gerçekleri ve insan doğasındaki çelişki, bu mitolojik öyküden daha güzel anlatılamazdı. Hepimizin içinde bir İkarus yaşıyor ama arzulanan şeyle somut gerçeklik sonsuz bir çatışma içinde.

Aslında Don Kişot için de aynı şey söylenebilir. Hepimiz gece yatınca Don Kişot gibi hayallerle, ideallerle doluyoruz ama sabahın acımasız ışıkları ve gündelik hayat, içimizdeki öteki karakteri yani Sanço Panza’yı harekete geçiriyor.’’

İki ülke dostluğu

Girit’le ilişkilerimiz derinlere dayanıyor ve bugünkü ulus-devlet kavramıyla bu süreci anlamamıza imkan yok. Şu kadarını söyleyeyim: Girit’te bir türlü bastırılamayan isyanı en ağır şekilde cezalandırmak için gönderilen Osmanlı Generali Kara Todori Paşa idi. Bu paşa, devleti Berlin Konferansı’nda da temsil etmişti.
Uluslararası toplantının onca renkli ve değişik katılımcıları arasında en büyük ilgiyi Türkiye’den gelen konuklar çekti desem yeridir. Dünya ilişkileri son derece güçlü olan Şule ve Adnan Bucak’ın hazırladığı davetli listesiyle; Tunç-Neptün Soyer, Ahmet Aras-Esra Batıbay, emekli büyükelçiler Ayşe Sezgin, Namık Tan, Ünal Çeviköz, yazar Zeynep Göğüş, Necati-Pelin Özkan, Hurşit Güneş ve kızı Nilüfer, Nilgün-Atilla Eralp ve Selin Sayek Böke hem sohbetleri hem de fikri katılımlarıyla dikkat çektiler. Tunç Soyer’in ve Ahmet Aras’ın açılış töreninde İngilizce olarak yaptıkları konuşmalar çok beğenildi.

Dört gün devam eden toplantılarda Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı Joseph Stiglitz, Kosova Başbakanı ve değişik ülkelerden bilim ve siyaset insanlarıyla Balkanlardan popülist demokrasilere, göç olgusundan ChatGPT’ye kadar birçok konu görüşüldü.

Hem resmi toplantılarda hem de akşam yemeği sohbetlerinde insanın ufkunu açan fikirlere yer verildi.
Başka bir gün, Papandreu’nun ricasıyla Çin’den gelen bir öğrenci grubuna demokrasi-kültür-ilişkiler konusunda bir konuşma yaptım. Çok ilginç bir toplantıydı.

Çok ciddi bir sorun

Birçok sohbet ve konuşmada göç olgusu ile beraber Avrupa’da yükselen ırkçı ve otoriter eğilimlere dikkat çekmeye çalıştım. Çünkü bu durum, giderek kutuplaşan dünyada çok ciddi bir sorun yaratıyor ve yaratmaya devam edecek.

Almanya’da “Almanya Almanlarındır” diyen göçmen karşıtı AFD’nin giderek yükselmesi, bir eyalette seçim kazanması ve iktidara ortak olacak noktaya gelmesi, Fransa’da Le Pen olgusu, İtalya, Polonya, Macaristan gibi ülkelerde göçmen karşıtı sert iktidarlar, İsveç’te aşırı sağcı partinin gösterdiği başarı dünya için alarm zilleri çaldırmakta.

Bu adaletsiz dünyada göçler kolay kolay son bulmayacağı için, Avrupa ülkelerinin giderek ırkçı demokrasilere dönüşme olasılığı çok yüksek.

Ben buna demok-rasizm adını veriyorum yani ırkçı demokrasi. Tabii böyle bir rejimin ne kadar demokratik olduğu da ayrı bir soru?

Batı’nın yüzyıllar boyunca insafsızca sömürdüğü, doğal kaynaklarına ve iş gücüne el koymak için korkunç zulümlerle inlettiği ve geri bıraktırdığı ülkelerden kaçan milyonlarca göçmene karşı uygar ve zengin Batı en ağır yaptırımları uyguluyor, zavallı insanları çoluk çocuk azgın denizlerde boğuyor, sınırlarını kapatıyor ve bu tarihsel oluşumdaki rolünü hiç hesaba katmıyor.

Evet, Batı’da zenginlik, uygarlık, kültür görüp hayran oluyoruz ama o muazzam binaların, süslü caddelerin, opera tiyatro binalarının altında milyonlarca Asyalı ve Afrikalının kanı var.

Bugün bile dünya jandarmalığı yapan Batı’nın yarattığı savaşlar ve iç savaşlar yüzünden milyonlarca insan ölmekte.

Ülkesi harplerle perişan olmuş, şehirleri bombalarla yıkılmış, ekmeğe suya muhtaç milyonlarca çaresiz insan ne yapsın?

Bu göçte, o ülkeleri yıkan mahveden Batı’nın hiç mi suçu yok da hiçbir bedel ödemeden sınırlarını kapatıyor.

Bu düşüncelerimi yalnız Girit’te değil, geçenlerde Berlin’de Ebert Vakfı’nda eski AB Başkanı Martin Schultz’la yaptığımız konuşmada da anlattım. Bu toplantı göçle ilgili Balıkçı ve Oğlu kitabının Almanca baskısı üzerine yapıldığı için tam yerini bulmuştu bulmasına ama bu tip kültür toplantılarının uluslararası sorunları çözmeye yetmediğini biliyoruz elbette.

Hiçbir ciddi sorun tek başına sanatla, müzikle, kültürle çözülemez ama bu çabalar çözüme yardım eder.
En azından dünya sahnesindeki iyi niyetli insanların buluşup çare aramalarına vesile olur ve rahmetli İsmail Cem dostumun söylediği gibi politikacıların üstünde yürüyeceği bir halı serer yere.

Yorgo Papandreu çapında bir siyasetçi düşünürün (siyaset bilimci Paulina Lamspa’nın katkılarıyla) her yıl düzenlediği Simi Sempozymu da bu girişimlerin en önemlilerinden biri.

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli