18 Kasım 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
26.04.2024 04:48

Döner diplomasisi

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in yanında kocaman bir döner getirmesi ve Türkiye Almanya dostluğunun simgesi olarak göstermesi beni rahatsız etti. Almanya ve Türkiye arasında tarihi, entelektüel, ticari, askeri birçok bağımız var. Bu kadar yoğun ilişkileri dönere indirgemek bana doğru gelmiyor

Arif Dino’nun şiiri aklıma geldi birden. Kısa şiirler yazan üstat, bunlardan birinde demişti ki: Döner kebap dönmez olsun. Kim bilir neye kızmıştı.

Yurtdışında olduğum için Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’in davetine katılamadım ama eğer gidebilseydim şunları söylemek isterdim. Almanya ve Türkiye arasında tarihi, entelektüel, ticari, askeri birçok bağımız var. Bu kadar yoğun ilişkileri dönere indirgemek bana doğru gelmiyor.

Osmanlı’nın son dönemlerinde sivil aydınlar Fransa’yı, asker aydınlar Almanya’yı örnek alırlardı. 2. Abdülhamit Almanya’yı safımıza çekmek için çok uğraşmıştı. Aynı istek Almanlarda da mevcuttu tabii. 

Davetin verildiği Tarabya Yazlık Rezidansı Abdülhamit tarafından Wilhelm’e hediye edilmişti. Orada daha önce Şehzade Abdülhamit’in bahçe içinde bir malikanesi vardı. Amcası Sultan Aziz bir gün saltanat kayığıyla gezerken, “Burası cennetten bir köşe gibi, kimin bu bahçe ve ev?’’ diye sormuş. “Yeğeniniz Şehzade hazretlerinin’’ cevabını alınca hadi gidelim diyerek Abdülhamit’e misafir olmuş. Sonra o görkemli malikanenin yıkılmasını istemiş. “Hamid evladım, ben sana bunun daha güzelini yaptırırım” demiş. Saray merakı ve saray kıskançlığı o dönem bu dönem Türkiye’ye damgasını vuran bir olgu.

Tabii Abdülaziz oraya hiçbir zaman saray ya da köşk yaptırmadı.

Almanlara hediye edilmiş olan bahçede bir de Alman mezarlığı vardır. Goltz Paşa dahil yaklaşık 900 Alman subayı ve askeri orada yatar.

Davet orada veriliyor; bence de çok uygun bir seçim bu, ne var ki Almanya Cumhurbaşkanı Sayın Steinmeier’in yanında kocaman bir döner getirmesi ve Türkiye Almanya dostluğunun simgesi olarak döneri göstermesi beni biraz rahatsız etti. Ve aklıma yıllar önce Berlin’de katıldığım bir sempozyum geldi.

Sucuk-sosis muhabbeti

Türkiye Avrupa ilişkilerinin tartışıldığı sempozyumda bir Alman yazar, “Ben aslında Türkleri çok severim, alışverişimi hep köşe başındaki Türk bakkaldan yapıyorum, sucukları, pideleri gayet güzel. Ama o bakkalı sevmem Türklerin Avrupa’ya layık bir ülke olduğu anlamına gelmiyor” mealinde bir konuşma yapmıştı. Sıra bana gelince dedim ki “Ben hem Türk hem dünya edebiyatıyla büyümüş bir insanım, Goethe’nin Weltliteratur (dünya edebiyatı) kavramına yürekten inanırım. Schiller’den, Kleist’dan Heine’den, Hegel’den, Kant’tan, Thomas Mann’dan ve sayamayacağım kadar çok Alman sanatçısından, büyük Alman müzisyenlerinden çok şey öğrendim. Ve Alman kültürünü hiçbir zaman, çok meşhur olan Alman sosisine indirgemedim. Türkiye’de bir çok aydın da benim gibi düşünür. Dolayısıyla benden önce konuşan zatın, Türkiye Almanya ilişkilerini gastronomik bir kategoriyle ifade etmesi bana çok alt düzeyde bir konuşma gibi geldi. Elbette gastronomi de kültürün bir parçasıdır ama tamamı değildir. Goethe’nin Weltliteratur kavramını uygulayacaksak, kültürel alışverişin karşılıklı olması gerekir. O büyük insan, Doğu-Batı Divanı adlı eserinde Hafız-ı Şirazi’nin şiirlerine özenerek, Hikmetname adıyla bölümler yazmıştı ve “Doğu’nun şairleri Batı’nın şairlerinden daha üstündür” deme alçakgönüllüğünü göstermişti.

Dönerstag

Açıkçası iki ülke arasındaki kültür alışverişinin dönere indirgenmesi hoşuma gitmiyor.

1970 başlarında Almanya‘da ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde döner yoktu. Daha sonra tek tük dönerciler açıldı ama büyük başarı göstererek Almanya’da McDonald’s’ı bile ikinci plana düşürdüler. Hatta Almanlar perşembe  (Dönerstag) gününe Dönerstag demeye başladılar. Çok hoş bir şey bu. Böyle folklorik alışverişlerin öneminin farkındayım. Ama itiraz ettiğim şey siyasal ve entelektüel ilişkilerin sadece ateşe gösterilmiş ete indirgenemeyeceği. Bu yüzden Arif Dino’nun “Döner kebap dönmez olsun’’ dizesini hatırladım.

Açıkçası Almanya’da Türkiye’nin bir alt kültür olarak tanımlanması, anlayış gösterilmeye çalışılarak ülke kimliğinin döner kebaba ve göbek dansına indirgenmesine karşıyım.

Bugünlerde elimde olan bir kitapta Ahmet Hamdi Tanpınar, Itri ve Dede Efendi’nin kültürde ve musikide yarattıkları değişimi uzun uzun ele alıyor ve sanat yoluyla bir dönem tahlili yapıyor. Hadi Avrupalılar Türkiye’deki yüksek kültürün farkında değil diyelim. Bize ne oluyor? Neden kendimizi sadece folklorik düzeyde anlatma yolunu seçiyoruz?

Farkında olmadığımız için mi?

Ayrıca Osmanlı mutfağında döner yoktur. Almanya’nın hiç tanımadığı sofistike yemekler vardır.

Cem Özdemir’in hikayesi

Geçenlerde Friedrich Ebert Vakfı’nın, Balıkçı ve Oğlu romanımın Almanca basımı dolayısıyla düzenlediği toplantıya katılmıştım. Berlin’de Claudia Roth, Cem Özdemir, Martin Schulz gibi önemli bakanlar ve politikacılarla görüştük ve çeşitli konularda fikirlerini öğrenme fırsatı buldum. Ama dikkatimi çeken şey şu oldu. Almanya artık eski Almanya değil. Türkler inanılmaz bir biçimde Almanya ile bütünleşmiş. Türkçe öğrenen pek çok Almanla karşılaştım, Alman Türk evlilikleri en üst düzeylerde bile artık çok alışılmış bir şey. Ve Almanya ile Türkiye arasında karma bir hayat kurulmuş. Bu güzel bir şey tabii.

Cem Özdemir gibi bir kardeşimizin tarım bakanı olması ise önemli. Buluştuğumuz akşam Cem, güzel bir şey anlattı. Almanya’nın tarım ve hayvancılık konularındaki üretici birlikleri çok kuvvetli ve tahmin edileceği gibi daha muhafazakar insanlar. Cem Özdemir tarım bakanı olarak onlara yaptığı ilk konuşmada demiş ki: “Benden üç sebeple nefret edebilirsiniz, hangisi daha ağır basar bilmiyorum ama ben Yeşiller Partisi’ndenim, ikincisi vejetaryenim, üçüncüsü Türküm”. Bu şakacı açılış üzerine muhafazakar üreticiler gülmeye başlamışlar ve aradaki soğukluk giderilmiş, sıcak bir ilişki başlamış. Cem Özdemir Alman tarım bakanı olarak Avrupa Birliği‘nin tarım politikalarında, hayvancılıktan balıkçılığa kadar her konuda en önemli kararları alan insanlardan birisi. Ve böyle bir bakanın vejetaryen olması çok ilginç.

Almanya ve Rusya

Almanya’nın dünya tarihinde ve bizim tarihimizde ne kadar önemli olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Mustafa Kemal Paşa, Veliaht Vahdettin’in yaveri olarak Berlin‘e gitmiş, Kaiser Wilhelm’le tanışmış ve manevralara katılmıştı. İkinci Dünya Harbi’nde yıkılıp sonra tekrar aynısı yapılan Adlon oteline duyduğu hayranlığı belirtmiştir.

Almanya o kadar önemli bir ülke ki şu andaki Ukrayna Savaşı’nın, muhtemel bir Rus Alman işbirliğinin engellenmesi için çıkarıldığına dair kuşkular taşıyorum. Çünkü coğrafi olarak da yakın olan bu iki ülkede Rusların doğal kaynakları, Almanların teknolojisi ile birleştiği zaman karşı konulmaz bir güç ortaya çıkacağı şüphesiz.

Şu anda bu savaş dolayısıyla Almanlar enerjiyi üç katına mal ediyorlar ve elbette ki sıkıntı yaşıyorlar. Deniz altındaki borunun patlatılması da bunun bir göstergesi.

NOT: Yazıyı gönderdikten sonra Alman gazetesi FAZ’da benim düşüncelerim paralelinde bir yazı çıktı. Başlığı ve bir cümlesi şöyle:

Bir şiş üzerinde klişe… Alman Türkleri ödüller kazanıyor, aşı geliştiriyor ama Federal Cumhurbaşkanı kebabı entegrasyonun sembolü olarak sunuyor.

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli