28 Mart 2024, Perşembe
11.02.2021 06:00

Dünya iyiye mi gider, kötüye mi?

İnsanlık kötüye gitmez, ilerler ama bu ilerleme doğrusal bir çizgide ve kesintisiz olmaz. İniş çıkışları, zikzakları vardır. Bugünün insanları maalesef zikzakın iniş dönemini yaşamaya başladı. Hayatın anlamı kayboldu. Gelecekten kaygılıyız. Yine de ben gelecekten umutsuz değilim. İnsanlık mutlaka iyiye gidecek. Umutluyum, çünkü mutsuz olanın atı koşmaz!

Sümer tabletlerinde ‘’Bugünün gençleri çok terbiyesiz oldu. Büyük sözü dinlemiyorlar’’ diye bir söz geçiyor. 2500 yıl önce Socrates de buna benzer yakınmalarda bulunmuştu. Demek ki her devirde insanlığın geleceğinden kuşku duyan, gençleri eleştiren görüşler çıkmış ama dünya o günden bugüne batmamış. O zaman dünya iyiye mi gidiyor, kötüye mi? Bu soruyla ben de çok karşılaştım. Özellikle okul konuşmalarında ‘’Sizce dünya iyiye mi gidiyor, kötüye mi?’’ diye soran gençler mutlaka çıkar.  Cevabım şöyle olur: ‘’İnsanlık kötüye gitmez, ilerler ama bu ilerleme lineer (doğrusal) bir çizgide ve kesintisiz olmaz. İniş çıkışları vardır, zikzaklar yapa yapa ilerler. Bugün de çok kötülükler var ama mesela engizisyon işkenceleri, cadı yakmalar, toplu idamlar dünyanın her köşesinde kabul edilmiş bir şekilde meşru değil. Vahşet yine var ama çoğu yerde gizli saklı yapılmaya çalışılıyor. İnsan ömrü sınırlı olduğu için, bulunduğunuz toplumun iniş döneminde dünyaya geldiyseniz sizin için her şey karanlıktır. Şanslı bir dönemde yani zikzak yukarı çıkarken doğmuşsanız her şey güzeldir. Bir örnek vereyim: 1930’da doğan bir Alman’ın bahtı çok kötüdür. Hayatı savaş, Nazizm, katliam döneminde geçer. Onun için dünya kötüye gitmektedir elbette. Ama 1960’ta doğan bir Alman için hayat güzeldir. Çünkü ülkede hayat güzelleşmektedir. Sonuçta bu zikzak yol mutlaka ileri gider.’’ Gelelim bugüne: Bugünün insanları maalesef zikzakın iniş dönemini yaşamaya başladı. Hepimiz bir distopia içindeyiz, hayat diye bildiğimiz şeyin anlamı kayboldu. Gelecekten kaygılıyız.  Hepsi birbiriyle ilintili olan bu kaygıları kısaca toparlamaya çalışayım: 1) İklimin değişmesi, 2) küresel salgın hastalıklar dönemi, 3) gelir dağılımdaki adaletsizlik, 4) biyoterör tehlikesi, 5) nüfus artışı ve 6) biyofaşizm. Bunların hepsi birbirine bağlı, biri ötekini doğuruyor. Dünya küresi çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya. Paris İklim Sözleşmesi’nden çekilen Trump gibi ahmaklar yüzünden belki de önlemler için geç kalındı. Sonuçlarını şimdiden görmeye başladık. Yüz milyonlarca insan zorunlu olarak göç ediyor. Çünkü iklim değişikliği; açlık, hastalık, iç savaş ve zulüm getiriyor. Bu iş giderek artacak, önüne geçmek mümkün değil.  Küresel salgınlar, mutasyona uğrayan virüsler, bu nüfus değişimleriyle daha da kaçınılmaz hale gelecek. Zaten insan soyunun, doğayı emrine alma fikri boş ve tehlikeli bir hayalden ibarettir. Dünyaya zarar verirseniz, hatta faydalı olmazsanız doğa, türünüzü yok eder. İnsanlar doğanın düzeninin dışına çıktıkça, kendi soyunu tüketme yoluna gider. Gelir dağılımındaki korkunç adaletsizlik ve eşitsizlik konusunda sizi rakamlarla yormayayım. Zaten durumu hepimiz biliyoruz. Bir yanda yüz milyarları, trilyonları olan insanlar, öte yanda temiz suya ve yiyeceğe erişimi olmadığı için ölen milyonlarca bebek. Aç kitlelerin bu düzeni yerle bir etmemesi için, güvenlik sektörüne akıl almaz paralar harcanıyor. Oysa bu para dünyanın daha iyi, daha eşit bir yer olması için harcansa güvenlik zaten sağlanmış olur.  Bu eşitsizlik, terörü besleyen en önemli güç kaynağı. Zengin Batı aklını başına almazsa bunun daha da artacağı belli değil mi? ‘’Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar’’ halk sözünün anlattığı kıyamet budur işte. Ama bunu bizim halk görür de uluslarüstü şirketlerin, paraya tapan patronları görmez. Çünkü iman ettikleri tek tanrı, paradır.  Terör yapmak için artık eskisi gibi kulelere uçak çarptırmaya bile gerek yok. Afrika’nın, Afganistan’ın ücra bir köşesinde bir biyolog basit bir laboratuvar kurar. Orada hasta insanlar ya da hayvanlardan alınan virüsler üretir. Sonra bu virüsü taşıyan üç beş insanı Amerika’ya, Avrupa’ya gönderir. Bu durumda, şirketimin değeri trilyon dolar oldu diye kasılan patron da ölür, çocuğu da.  Bazen bu işleri yönetenler ne kadar aptal olabiliyor diye şaşıp kalıyor insan. Dünyanın en prestijli düşünce kuruluşlarından biri olan, Türkiye’den de Orhan Güvenen dostumun üyesi olduğu Roma Kulübü, 70’li 80’li yıllarda, nüfus artışının tehlikelerine dikkat çekmiş, dünyanın bunu kaldıramayacağı konusunda bilimsel raporlar hazırlamıştı. Bu değerli çalışmalar hasır altı edildi. Neden biliyor musunuz? Çünkü bu global şirketler, doymak bilmez bir iştahla yeni tüketiciler yaratmak istiyor. 8 milyar, 10 milyar, 12 milyar tüketici. Oh ne güzel. Ama dünya böyle bir nüfusu besleyebilir mi, herkese aş, iş, su, sağlık, eğitim sağlayabilir mi? Ama bu sorular onların işi değil. Bu sıkıntılar yüzünden savaşlar çıkınca daha da güzel hale gelir işler.  Çünkü silah satarlar.   Şu anda aşı dağıtımındaki eşitsizliği görüyorsunuz. Bu yıl kazancına yeni milyar dolarlar eklemek isteyen şirketler, ellerini ovuşturup duruyorlar. Oysa aşı bir insan hakkıdır. Nasıl bir insanın hava almasını engelleyemezseniz, aşıya ulaşımını da engellememeniz gerekir.  Gelelim en son maddeye, yani biyofaşizme. Bu salgın, hükümetlere halkın özgürlüklerini kısmak ve ayrı ayrı eve kapattığı her bireyi kontrol etme imkanı verdi. Toplu gösteri, protesto, kitle hareketleri yok artık. Herkes kodlarıyla kontrol ediliyor. Tam bir Orwell dünyası. *** Evet tehlikeleri saydım ama yine de gelecekten umutsuz değilim. Şu anda bir zikzakın aşağı giden dönemindeyiz, ama bugüne kadar ne belalar atlatmış olan insan bunu da atlatacak.   İnsanlık mutlaka iyiye gidecek.  Nasıl böyle umutlu olduğumu soranlara diyorum ki: Umutsuz olanın atı koşmaz!