26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
27.01.2023 04:30

Kendime notlar

Yayoi Kusama

En az beş yıldır takip ettiğim, resimlerinde yarattığı fantastik dünyayı beğendiğim Japon ressam Yayoi Kusama, şimdi büyük bir moda firmasının ürünleriyle bütünleşmiş. Sanat ticaretle birleşince kitlelerin radarına giriyor. Herhalde bu yıla kadar Yayoi Kusama ismini duymamış olan milyonlarca kişi şimdi 95 yaşındaki bu ilginç sanatçıyı biliyor.

Kusama’nın eserleri modaya uyarlanınca ister istemez ‘Güneşin altında söylenmemiş hiçbir söz yok’ deyişini düşünüyorum. Sahiden yok. Hayat döngüler halinde birbirini takip ediyor.
Eskiden bu ülkeye de yayılan bir japone ve puantiye modası vardı. Kolsuz ve benek benek renkli kadın giysileri çok gözdeydi. Bu Fransızca deyimler bizim halk dilimize kadar girmişti ama bu giysiler ucuzdu. Orta sınıf rahatlıkla alıp giyebilirdi. Şimdi çok zor.
Her örnekte orta sınıfın eridiğini görüyoruz artık. Yalnız bizde değil, dünyada da böyle. Çin, Rusya, Endonezya, Hindistan gibi ülkelerdeki milyarlarca insan tüketici oldu. Fransız, İtalyan lüks markaları, şarapları, Amerikan teknolojisi, Alman otomobilleri ulaşılmaz hale geldi. 

Bir video

Sosyal medyada yayınlanan bir video, kim bilir kaçıncı kez aklıma, bu ülkedeki temelsiz öz güven patlamasını getirdi.  Bir elektronikçi çıkmış, yerçekiminin olmadığını ispat ettim diyor. Karşısındaki çocuk da işte Türk bilim insanının büyük keşfi diye heyecanlanıyor. Neresinden tutacaksın?  Şimdi ciddi bir fizikçi çıkıp Einstein’ın Newton’a itirazını, Immanuel Kant’a kadar uzanan yerçekimi ve uzay/zaman tartışmalarını anlatsa kimse dinlemez. İlle de sansasyon lazım. Bu yüzden ekranlar ve sosyal medya, giderek daha hızlı, daha hap şeklinde, ilgi uyandıracak, çarpıcı sözler eden ‘’bilim insanları’’yla doldu. Ağzına geleni söylüyor bu tipler. Ne bilim kuşkuculuğu, ne anlama çabası, ne ciddiyet!  Okuduğu, aklında kalan her konuyu ‘’Yahu, ulan’’ terminolojisiyle paylaşıyor. Halkın bir kısmı da ağzı açık aval aval ‘ne bilgili adam’ diye dinliyor bunları. Ört ki ölem.

Bir film

Banshees of Inisherin.

İrlanda ve İskoçya, ikliminden mi, kasvetli havasından mı nedir, peri, cadı hikayeleriyle dolu. Her köyde, her şatoda hortlaklar, süpürgesine binmiş cadılar, kafası olmayan gövdeler kol geziyor. Ortalığı kasıp kavuran yeni İrlanda  filminin adındaki ‘banshee’ de ölüm meleği anlamına da gelen hayali bir kadın karakter. Yönetmen ‘banshees’ diyerek bunu çoğul yapmış. İrlanda’daki savaşın top seslerinin duyulduğu hayali bir adada geçiyor film. Yönetmen bir anlamda, sarsılan bir ülkedeki sarsılan ilişkileri, bir köydeki kişiler üzerinden anlatıyor. Bu açıdan biraz Haneke’nin ‘Beyaz Kurdele’ filmini de hatırlatmıyor değil.
Filmde karakterler, oyunculuklar, dekor, giysiler çok iyi ama bana göre başrolde atmosfer var. Öyle derin, yoğun, gerilimli bir atmosfer yaratmış ki yönetmen, şapka çıkarmamak elde değil.
Ne var ki hikayedeki psikoloji, belki de fazla sembolik olduğundan zorlanmış gibi geldi bana. Arkadaşlığı kesip kemanına ve  bir besteye odaklanan adam niçin durup dururken parmaklarını kessin. Anlatıcının bu anlatımla iç savaşa gönderme yaptığı açık. Yurttaşına küsmek seni de kanatır gibi bir alt okuma mümkün. Doğru bir simge bu ama dediğim gibi psikoloji zorlamaya gelmez. Mesela Shakespeare’de böyle bir zorlama bulamazsınız. Her karakter kendi doğasına göre davranır.
Yine de sinema sanatını doruğa çıkaran bir film olmuş. Bravo!

Tolstoy-Gorki-Çehov

Bu mesele aklıma gerçek bir anekdotu getirdi. Çehov ve Gorki, Yasnaya Polyana çiftiğindeki bilge Tolstoy’u ziyarete gittiklerinde, ustaya yazmakta oldukları hikayelerden söz etmişler. Bir çeşit onay beklentisi tabii.
Tolstoy zaten Çehov’un hem sanatını hem kişiliğini sevdiği için ‘’Şuna bak ne kibar adam. Sanki bir genç kız gibi’’ dedikten sonra Gorki’ye ‘’Sen psikoloji uyduruyorsun, oysa bu mümkün değil, psikoloji uydurulamaz’’ diye öğüt vermiş.

Bu her yaratıcı için geçerli bir öğüt. Bir hikayeyi katman katman ele aldığınızda, alt okuma uğruna karakterlerin psikolojisini zorlamamak gerekir. Belki çarpıcı olur ama ikna edemez.

Vejetaryen Tolstoy

Tolstoy dedim de aklıma başka bir olay geldi. Büyük edebiyat peygamberi, filozof Lev Nikolayeviç bir etyemezdi. Çiftliğine çekilmiş, toprağını dağıttığı mujikler gibi giyinen ve sadece sebzeyle beslenen bir adamdı.
Bir gün kendisi gibi vejetaryen arkadaşları gelmiş öğle yemeğine. Bahçeye bir sofra kurulmuş ve sohbet ederek sebzelerini yemeye başlamışlar. İçlerinden biri vejetaryen değilmiş. Biraz beklemiş ve kendisine yemek gelmediğini görünce hafifçe sitem ederek, kendisine niye yemek gelmediğini sormuş.
Tolstoy  ‘Geldi ya’ demiş. ‘Yanına bak.’
Adamcağız bakmış ve masanın bacağına bağlı, canlı bir tavuk görmüş.
Tolstoy  ‘İşte’ demiş ‘Yemeğin orda, hadi ye.’
Bugün market raflarındaki paketlenmiş etleri, tavukları görünce hep bu hikaye aklıma geliyor. Bir ürün haline getirilmiş olan o etin, öldürülmüş bir canlıya ait olduğu düşünülmüyor bile.
Eğer insanlar yedikleri hayvanları kendileri öldürmek zorunda kalsalardı, milyarlarca kişi vejetaryen olurdu gibime geliyor. Ama emin de değilim doğrusu.

Sanatçı sanatçıyı kötüleyebilir mi?

Bence hayır. Çünkü her sanatçı, her yazar, her şair, her ressam, yaratısıyla halkın önüne çıkar. Yaptığı işi sunar.  Bunlardan bazıları fazla takdir görür, bazıları görmez. Halkın zamana bağlı beğenisi her zaman doğru da olmaz tabii. Eserine çok emek veren sanatçı, eğer takdir görmezse üzülür. Çünkü ‘Marifet iltifata tabidir.’ Ama bu hissiyatını saklamak zorundadır. Başka bir sanatçının eserini kötüleyerek kendisini haklı göstermeye çalışmak zayıflıktır.
Bırak kararı halk versin. Ayrıca hep söylediğim gibi sanatta yarışma olmaz çünkü spor gibi somut ölçüleri yoktur.  Her değerlendirme alabildiğine özneldir.
Bu soru yine Tolstoy’la bağlantılı olarak aklıma geldi.
Savaş ve Barış yayınlanıp çevrildiğinde Henry James ‘Ölçüden estetikten yoksun, canavarca, kaba bir kitap’ olarak nitelemişti bu eseri.
Tarih kimi haklı çıkardı dersiniz?
★ ★ ★
Değerli hemşerim, dostum TEMA kurucusu Ali Nihat Gökyiğit vefat etti. Yaptığı iyilikler unutulmayacak.
Paris yıllarımın büyülü dostu, UNESCO’daki öncülümüz Hıfzı Topuz 100 yaşına bastı. Kutluyorum.