22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
03.06.2022 04:43

Müziksiz bir hayat hatadır!

Filozof, şair ve besteci F. Nietzsche söylemişti bu sözü: Müziksiz bir hayat  hatadır. Belki de ‘’Müziksiz hayat olmaz!’’ bile denebilir.

Düğünde neşe, cenazede yas, mücadelede isyan, hapiste umut, sevdada hasret hep müzikle ifade edilir.

En soyut sanattır müzik, insan duygularının doğrudan anlatımıdır.

İnsanlık tarihinin müziksiz bir dönemi olmadı, olmaz da.

En ıssız dağın başındaki, en yalnız çobanın kavalından, milyonlarca kişinin hep bir ağızdan söylediği türkülere kadar hayatın her alanında müzik vardır.

Nazım Hikmet “İnsanların türküleri kendinden güzel, kendilerinden umutlu’’ demişti.

Ayrıca Bursa Cezaevi’nde yattığı sırada Amerikalı siyahi şarkıcı Paul Robeson’a ‘’Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson’’ diye seslenmişti. Ve şöyle devam etmişti:

Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson

İnci dişli, zenci kardeşim

Kartal kanatlı kanaryam

Türkülerimizi söyletmiyorlar bize

Korkuyorlar Robeson, şafaktan korkuyorlar,

Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar

Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan

Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar

Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi, sevmekten

Sizin de bir Ferhat’ınız vardır elbet Robeson, adı ne

Tohumdan ve topraktan korkuyorlar

Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar

Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli

Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine

Ümitten korkuyorlar

Robeson, ümitten korkuyorlar ümitten

Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam

Türkülerimizden korkuyorlar.

Yasaklar

Ümitten korkanlar bizde de durmadan konser yasaklar, kaset toplatır, müzisyenlere saldırı düzenler, hapisle tehdit eder ama yine de müzik susmaz.

Dün Ruhi Su, Mahzuni, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Grup Yorum, Selda Bağcan, Ferhat Tunç ve halk ozanları yasaklanıyordu; bugün Aynur Doğan, Melek Mosso, Niyazi Koyuncu, Mem Ararat, Metin-Kemal Kahraman gibi onlarca sevilen müzisyen.

Yalnız tek konserlere değil, festivallere de yasak geliyor.

Sanata, sanatçıya, halka, dinleyiciye karşı utanç verici bir durum. Ülkenin sevincinin, coşkusunun, umudunun üstüne kara bir çarşaf çekmeye, deyim yerindeyse  bir Taliban karanlığı oluşturmaya çalışıyorlar.

Ama yasakçı kafalara kötü bir haberim var: Sanat hancıdır, siyaset yolcu.

Mahkeme kadıya mülk değildir, bugün o makamlarda oturanlar bir gün çekmecelerini toplayacak, personele veda edecek ve bir devir- teslimle, kendisinden önce kim bilir kaç kişinin oturmuş ama sonunda bırakmış olduğu koltuğu terk edecekler.

Çünkü makamlar gelip geçici; adının önüne hiçbir sıfat istemeyen, sadece adıyla anılan sanatçılar ise sonsuzdur.

Yaşar Kemal’in ilk eseri 1940’ta yayınlanmış. Seksen iki yıl önce, dile kolay.

Bu seksen iki yıl boyunca sivil asker onca lider, onca cumhurbaşkanı, onca başbakan, onca bakan geldi geçti. Bugün hiç kimse onların adını sayamaz, hatırlayamaz ama Yaşar Kemal, şahsiyetiyle, eserleriyle bugün ayakta olduğu gibi gelecek kuşaklara da miras kalıyor.  

Ve konserler

Bu ortama rağmen bazı konserler yapılabildi ve sanatçılarla halk kucaklaştı.

Fazıl Say ve Serenad Bağcan Munzur kıyısında, WOMAX ödüllü Aynur Doğan Harbiye’de, Mor ve Ötesi Vodafone Park’ta  ezgilerini binlerce dinleyiciyle paylaştılar.

Konserleri sadece müzik dinlenilen toplantılar olarak düşünmemek gerekir. Büyük buluşmaların yaşandığı, halkın birlikte nefes alıp verdiği, bir nevi rahatlama eylemleridir konserler. Bir bütünleşmedir. Konserdeki dinleyici, çevresinde tanımadığı ama kendisine benzeyen, kendisi gibi yaşayan başka insanlarla birlikte olmanın hazzını yaşar. Tercih edilmiş, seçilmiş o buluşma anında, yalnız olmadığını hissederek, müziğin de etkisiyle bir katharsise ulaşır. Büyülü anlar oluşur.

Müzik halktaki ortak duyguların, doğrudan dışavurumudur. Zaman ve kaynak ayırarak tercih ettiğiniz konser, hayattaki duruşunuzun, size benzeyen insanlarla paylaşılmasıdır. Dijital paylaşma dışında bu kavramının giderek hayatımızdan silindiği bir dönemde, ortak yanlarımızı keşfetme ayinidir.

Kartalın kartalla, güvercinin güvercinle, karganın kargayla uçtuğu doğrudur tabii. Daha incelmiş dinleyicilerin, Bach’ın, Itri’nin eserlerini dinleyerek ulaştığı hazla, farklı kesimlerdeki müzik zevkinin bazen jilet atmaya, bazen diskolardaki ritme uyum göstererek dans etmeye koşullanmış zevki ayrı kalabalıklara, ayrı kitlelere aittir ama temelinde yine ritmin ve ezginin yarattığı trans vardır.

124 vuruş formülü

Müziğin ruha etkilerinden söz ettik ama hiç azımsanmayacak bedensel etkileri de vardır elbette.

Savaşa giden gençleri coşturmak, onlara belki de biraz sonra karşılaşacakları ölümü unutturmak için çalınan davullar, bakır borular ya da zurna gibi yüksek sesli aletler, Batı’daki timpanilere ilham vermiş olan Osmanlı kös davulları, meydanları ve bedenleri titretir. 

Belki de müziğin fiziksel etkilerine en çarpıcı örnek dünya disko müziğinde kullanılan, dakikada 124 vuruş formülüdür. Bu formül, dans eden insanın kalp vuruşuyla senkron hale gelince trans başlar ve gençler kendinden geçer.  Bu formül sadece diskolara özgü değil elbette.  Onlardan binlerce yıl önce Orta Doğu tarikatları bunu keşfetmiş ve dakikada 124 kez tekrarladıkları Allah adıyla, kalp atışı bütünleşince müritlerin transa girmesi kaçınılmaz olmuştur.

Sonuçta hepimiz aynı fizyolojik koşullara bağlı insan soyuyuz.

***

BIRAKIN İNSANLAR ŞARKILARINI SÖYLESİN BEYLER, HANIMLAR.  ÇÜNKÜ MÜZİK İNSANIN KANINDA AKAR.

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli