15 Ocak 2025, Çarşamba Gazete Oksijen
13.12.2024 04:46

Özlemimiz

Bu yazıya birkaç kez başladım, sonra sildim, yeniden başladım; yeniden yeniden başladım. Her zaman kolaylıkla duygularını düşüncelerini kağıda geçirebilen ben eli kolu bağlı kalakaldım, ağzım dilim kilitlendi.

Çünkü kaybettiğim dostumu, Özlem Cankurtaran’ı anlatacak kelime yok, tanım yok. Birlikte ödül alırken onun için ‘’Çölde bir nehir gibi’’ demiştim. Gerçekten öyleydi.

Sıkıldığımız, bunaldığımız zaman içimize işleyen güzel mavi gözleriyle, muzip gülüşüyle, çektiği bütün acıları unutturan yaşam sevinciyle herkesi hemen büyüsü altına alıverirdi. Sihirli bir yanı vardı Özlem’in.

Dr. Özlem Cankurtaran, Oksijen’in ilk yıllarında sağlık sayfalarında yazılar yazmıştı. 1999’dan bu yana kemik kanseriyle mücadele ediyordu.

 

Manyetik bir çekim alanı yaratıyordu sanki. Bulunduğu topluluğun merkezi oluyordu.

Ülker’in hep söylediği gibi ‘’canımız ciğerimiz’’di ve şimdi canımız ciğerimiz yanıyor.

Hastalıklar

1999’da bir kemik kanseri yapışıyor bu genç, güzel kadına. Hayatı boyunca en büyük desteği, sırdaşı, her şeyi olan kız kardeşi Sıla biliyor durumu ama ailenin geri kalanından saklıyorlar. Amerika’da tedavi olmaya çalışıyor. Sevgilisi Cüneyt Cankurtaran da orada tabii ve Özlem o sırada trajik bir ortamın içinde hayatının en güzel anlarından birisini yaşıyor. Sevdalandığı adam ona hastanede evlilik teklif ediyor.

Evleniyorlar ama hastalık peşini bırakmıyor. Ameliyat üstüne ameliyat, kemoterapi üstüne kemoterapi.

Hastalık bu güzel prensese masal cadıları gibi saldırıp duruyor.

O da bütün acılara yüzünden eksilmeyen gülümsemesi ve tanıdığı herkese yardımcı olmaya çalışan bir iyilik meleği tavrıyla direniyor.

Koltuk değnekleriyle yürümek zorunda kalıyor ama kişiliği o kadar güçlü ki bir süre sonra değnekleri unutuyorsunuz.

Baudelaire, bir kartalın gökyüzünde süzülmesini sağlayan büyük kanatlarının, yeryüzünde yürürken ona engel olduğunu söyler. Çünkü o yeryüzüne değil gökyüzüne aittir.

Özlem’i her görüşümde bu benzetme aklıma gelirdi ama ona hiç söylemedim.

Bir acı daha

Özlem güç bela yaşam mücadelesini sürdürürken bu sefer de eşi Cüneyt bir nörolojik hastalıktan dolayı hiç kıpırdayamadan yatağa bağlı hale geliyor. Bilinci kapalı, öylece yatıyor. Ama Özlem onun bilincinin kapalı olduğuna inanmıyor. Hastane sürecinden sonra evinin bir odasını yoğun bakım haline getiriyor. Gece boyunca yanında yatıyor, elini tutuyor, ona bir şeyler anlatıyor. Bir yandan da doktor ve koordinatör olarak çalışmak zorunda. Evden uzak olduğu saatlerde Cüneyt Bey’i hemşireler bekliyor. Zaten kameralarla telefonundan sürekli izliyor odayı.

Birkaç kez kalbi duruyor hastanın, hemen koşup kalp masajlarıyla hayata döndürüyor.

Bir yandan da kanser o ince bedeni kemirmeye devam ediyor. Oradan oraya sıçrayan hastalıkla baş edebilmek için durmadan ameliyat oluyor, durmadan ağır tedavilere göğüs geriyor.

Bu kadar ağır koşullarda bir şansı var. Başta kardeşi Sıla olmak üzere, Özlem Zehebi, Demet Akbağ, Sezen Aksu, Sedef Aybar gibi, fırsat bulabildiğimizde bizim de dahil olduğumuz bir yakın dostlar grubu var. Dünyanın en neşeli grubu. Tuhaf hikayeler, taklitler, fıkralar gırla gidiyor. Özlem’e dertlerini unutturan bir terapi grubu gibi, yakın dostluğun ne demek olduğunun en güzel örneğini veriyorlar.

Hani Nazım’ın

“Kalamış‘ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik‘le tatlı tatlı konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri sancılar içindeydi ve dünya güzeldi’’ dediği gibiydi her şey.

Dışarıdan bakanlar, ne neşeli bir grup, ne gam var ne tasa, durmadan gülüyorlar diye düşünürdü ama bu tavır hastalıklara, üzüntülere, ölümlere bir meydan okuma biçimiydi.

Özlem’in evinde babasının kitaplarını görünce kendi kitaplığım zannettim. Aynı kitapları okumuş, aynı dönemin fikir hareketlerini benimsemiştik

Özlem üç yıl önce eşini kaybetti. Sadece nefes aldığı halde ‘’Onun nefesi bile yeter’’ diyerek büyük bir sadakatle ve aşkla bağlı olduğu Cüneyt’i gitmişti artık.

Kendisi de neredeyse her hafta başka bir yerden ameliyat oluyordu. Doktor arkadaşları canla başla onu kurtarmaya çalışıyorlardı ama o narin gövde artık bu kadar ağır yükü kaldıramaz hale gelmişti.

İki kere hayatımı kurtardı

Biliyorsunuz ben dertlerimden, hastalıklarımdan söz etmem. Kendi kendime yaşarım bunları. 2009’da Ülker’in muazzam bakımı ve Özlem’in gözetimi altında büyük ve zor bir ameliyat geçirdim. Bağırsağımın 35 santimi kesilip çıkarıldı. Ölümden döndüm diyebilirim. Zaten daha sonra aynı divertikülit ameliyatını geçiren kız kardeşim, bizi acılar içinde bırakarak gitti.

Birkaç yıl önce Özlem ‘’Size bir tomografi çekelim’’ diye ısrar etmeye başladı. Ben ‘’Gerek yok’’ dedikçe ‘’İçime doğuyor, bakmamız lazım’’ diyerek beni ikna etti ve ilaçlı tomografide kötü huylu bir tümör saptandı. Lenfoma olmuştum ama Özlem’in içine doğanlar yüzünden erken yakalamıştık. Tedavi oldum.
Covid’den sonra yine ısrar etmeye başladı. Bir daha bakalım diye. Peki dedim ve bu sefer de iki damar tıkalı çıktı, stent takıldı.

Kısacası Özlemciğim o güçlü empati duygusuyla iki kez ölümden kurtardı beni.

Baba

Özlem de Sıla da bir kaza sonucu vefat eden hiç unutamadıkları avukat babalarını her gün anarlardı. Bir gün Özlem’in evinde babasının kitaplarını görünce kendi kitaplığım zannettim. Aynı kitapları okumuş, aynı dönemin fikir hareketlerini benimsemiştik.

Bu açıdan Özlem’in beni biraz baba yerine koyduğunu hissetmiş ve bundan gurur duymuştum.

Işıklı iz

Özlem’im, dünyada ışıklı bir iz bırakarak gittin. Gecen aydınlık olsun.

Seni çok sevdik, çok seviyoruz.

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli