Ülkemizde hatırı sayılır bir entelektüel elit var. Bağımsız yayıncılık alanında dünyada altıncıyız, felsefe videoları yüz binlerce izleniyor. Herkes okumuyor elbette ama unutmayın bir fıçıya koyulan azıcık maya bile sütü değiştirir.
Oksijen okurlarına, biraz şaşırtıcı ama aynı zamanda da iç açıcı, ferahlatıcı bir konudan söz etmek istiyorum. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz ve değişmez sandığımız bir klişe vardır: Bu memlekette kitap okuyan çok az, dünyayla kıyaslanmaz bile denir. Belki bir zamanlar durum böyleydi ama artık değil. Türkiye, IPA (Uluslararası Yayıncılar Birliği) verilerine göre bağımsız yayıncılık alanında dünya altıncısı. Evet, evet yanlış okumadınız, dünyada altıncı sıradayız ve bu sektör hızla büyümeye devam ediyor. Bizim biraz üstümüzde Fransa var. Bu işin nicelik kısmı. Gelin bir de niteliğe bakalım. İşimiz gereği belli başlı ülkelerde en çok satan kitapları izleriz. Amerika’da New York Times, Almanya’da Der Spiegel gibi prestijli yayın organları ‘Top 10’ listeleri verirler. Bu listeleri inceleyin. Ya gerilim romanları ya diyet kitapları ya da kişisel gelişim adı altında komprime bilgiler veren ürünler bulursunuz. Bir de yerini hep koruyan, gölgeli mölgeli seks kitapları ve romantik aşk romanları tabii. Yakışıklı vampirlerin betimlendiği gençlik romanları da bu listelerde mutlaka yer bulur ama gerçek bir edebiyat eserine rastlamak çok zordur, hemen hemen yok gibidir. Gelelim Türkiye’ye. İyi edebiyatçılarımızın yeni romanları bu listelere mutlaka girer. Sabahattin Ali zaten çok satan listelerinin değişmez yıldızıdır. Yabancı nitelikli yazarlara da sık sık rastlarsınız. Birkaç yıl önce bu liste örneklerini dünyadaki yayıncılarıma göndermiş, Türkiye’deki edebiyat zevkine dikkat çekmiştim. O sıralarda en çok satan 10 kitap arasında, bizim yazarlarımız hariç, iki Stefan Zweig, bir Saramago, bir Orwell vardı. Bu yazarlar kendi ülkelerinde değil, Türkiye’deki listelerin başındaydı. Amerika’dan Çin’e kadar bütün yayıncılar bu olguyu hayretle ve tabii saygıyla karşılamışlardı.
Meğer ne kadar çok Lacan uzmanı varmış
Amerikalı editörüm Judith Gurevitch bir Lacan uzmanı ve iki yıl önce bu konuda bir konferans vermek üzere İstanbul’a davet edilmişti. Epey başarılı geçen konferanstan sonra bana bir itirafta bulunmuş ve gelmeden önce ‘’İstanbul’da kaç kişi Lacan’la ilgilenir ki!’’ diye düşündüğünü ama gelince gördüğü dolu salondan, sorulan sorulardan, yapılan yorumlardan çok etkilendiğini anlatmıştı. ‘’Meğer ne çok Lacan uzmanı varmış burada’’ diyordu. *** Birkaç gün önce gözüme Spinoza ve Panteizm’in anlatıldığı bir Youtube yayını takıldı. İlgiyle izledim. ‘Dilozof’ adıyla nitelikli yayınlar yapan genç bir felsefecimizin Spinoza’yı anlattığı bölüm, iki hafta içinde 150 binden fazla izlenmiş. Ne hoş değil mi? *** Türkiye’nin kültür hayatı dünyada da en iyi korunan sırlardan biri olma özelliğini sürdürüyor. Yabancı ajans ve yayıncılar bu ülkedeki kitap satışlarının yüksekliğine akıl erdiremiyor ve keşke bizde de olsa bu rakamlar diyorlar. (Nitelikli edebiyat için geçerli bu gözlemim. Yoksa piyasa kitaplarının pazarı çok büyük elbette). Geçenlerde bu fenomeni, Orhan Pamuk’la da konuştuk. O da aynı fikirde. *** Yabancı dillerde bir kitabınız yayınlandığı zaman genellikle yazarı davet eder ve o ülkenin okurlarıyla, basınıyla buluşturan toplantılar düzenlerler. Bunlardan birinde, Berlin Bergama Müzesi’ndeki bir salonda Alman yayıncım bir ön konuşma yaptı ve “Bu kitap Türkiye’de 700 bin adet satıldı şimdiye kadar” dedi. O anda Alman okurların gözünde dolaşan kuşku bulutlarını gördüm. İnanmakta güçlük çekiyorlardı. Bunun üzerine konuşmamın başlangıcında “Türkiye’ye şöyle düşünün” dedim: “80 milyon kişi kitap okumuyor elbette ama Türkiye’nin içinde, birçok Avrupa ülkesinden daha fazla nüfusa sahip bir entelektüel kesim var. İşte kitapları okuyan, nitelikli filmleri, oyunları izleyen, sergilere, konserlere giden bu kesim sayesinde Türkiye’de canlı ve büyük nitelikli bir kültür ortamı var.” Bunları anlatmaktan ne kadar zevk aldığımı söylemeye gerek yok sanırım. Dünyanın en büyük edebiyat geleneklerinden birine sahip olan Rusya’da bile artık gerçek edebiyat okumuyor. Ellerinde daha çok vakit geçirtici kitaplar var. Zaten Rus yayıncılar bile saklamıyorlar bunu. Bizde hâlâ fırtınalar yaratmaya devam eden Tolstoy, Dostoyevski, Çehov gibi büyük yazarlar, Rusların okul döneminde ders kitaplarında okudukları eski (sanki Tanzimat edebiyatı) der gibi köhne bir çağrışım yapıyor.
Kültürümüz döner ve dansözden fazlası
Bu örnekleri çoğaltabilirim ama derdimi anlatabildim sanırım. Türkiye’de hatırı sayılır bir entelektüel elit var. Yani çağdaş kültürümüz, tatil köylerindeki Türk gecelerinde sunulan dansöz ve dönerden ibaret değil. Ciddi bir kesim, sanki felsefeden, pozitif bilimden, resimden uzak geçen yüzyılların açığını kapatmak ister gibi nitelikli kültüre koşuyor. Bunu görmek için sadece yüz binlerce okuru kendine çeken kitap fuarlarımıza bakmak yeter. Diyeceksiniz ki ama çoğunluk okumuyor, öğrenmiyor, hatta cehalet giderek yayılıyor. Haklısınız, doğru söze ne denir. Görünen gerçek bu ama bir de daha derin bir boyutu var işin. Nicelik ve nitelik boyutu. Toplumları dönüştüren entelektüel liderlik zaten sayı çoğunluğuna değil, düşünce, bilim ve sanat gücüne dayanır. Bir fıçı süte konulan bir parça maya, nasıl o sütün niteliğini değiştirirse, entelektüel yaratı da toplumları öyle dönüştürür. Bu açıdan umudumuzu yitirmeyelim, gerçeğe dayanan umudumuzu. Zaten umutsuz olanın atı koşmaz.