06 Mayıs 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
16.06.2023 04:30

Seçimler bitti

Şimdi size, çok partili rejimin ilk seçimi olan ve Demokrat Parti’nin kazandığı 14 Mayıs 1950 seçimlerinin bir gün sonrasında yazılan bir yazıyı aktaracağım. Bu ilginç satırların yazarı, büyük şairimiz Orhan Veli.
Şöyle yazmış:

‘’Seçimler bitti. Demokrat Parti Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysa ki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak, fikirleriyle, prensiplerinden son zamanlarda ne fedakarlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, İmam Hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar… Hiçbiri, hiçbiri kar etmedi.
Zavallı Halk Partisi!’’

***

Atatürk’ün deyimiyle ‘’alnında ışığı ilk hissedenlerden’’ şair Orhan Veli ve arkadaşları laik Cumhuriyetin elden gitmekte olduğunu o dönemde sezmiş ve yürekleri sızlayarak karanlığa atılan adımları eleştirmeye başlamışlardı.

Aydınlık vicdanlar, Cumhuriyet kazanımlarına yönelen tehlikeyi halka anlatmak ve herkesi uyarmak istiyordu.

Nitekim Orhan Veli bu düşüncelerle şöyle bir şiir de yazmıştı.
Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine;
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim!
***
O dönemin aydınları Cumhuriyet’e ve Gazi’ye sahip çıkan, laiklik, kadın hakları gibi kazanımların elden gitmesi tehlikesi karşısında dehşete düşen pırıl pırıl insanlardı. (Bugünkü bazı ardılları gibi değildiler.)
Nazım Hikmet, Orhan Veli, Sait Faik, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Çetin Altan, Melih Cevdet, Yakup Kadri, Falih Rıfkı, Ahmet Muhip Dranas, Attila İlhan, Oktay Rifat, hatta Refik Halit, Yahya Kemal ve daha niceleri bir halkın hayat hakkını savunma ve modernleşme çabasını ve bu büyük mücadelenin liderini saygıyla, minnetle anarlardı.

Yalnız yazarlar ve şairler değil, ressamlar, besteciler, heykelciler, mimarlar, bilim insanları gibi çok geniş ve Türkiye’nin entelijansiyasını oluşturan kesimler bu konuda son derece bilinçliydi.

***

Şimdi bazıları ‘’Peki tek parti dönemi her açıdan iyi miydi?’’ diye sorabilir.

Elbette değildi. Tek parti ve daha sonra gelen askeri ve sivil hükümetler, insan haklarını ayaklar altına almakta, özgürlükleri kısmakta ama bir yandan da devrimin altını oyacak ödünler vermekte birbirleriyle yarıştılar.

Ama yazarlar eleştiri oklarını önce Halk Partisi’ne, sonra diğer parti iktidarlarına yöneltmekten çekinmediler.

O dönemlerin, bizim kuşaklara kadar uzanan söylemleri; ‘’Ceberrut Devlet’’, ‘’Ağa-mütegallibe iş birliği’’, ‘’Hortlayan irtica’’, ‘’Devlet eliyle fert zengin etme’’, ‘’Komprador Burjuvazi’’ gibi ağır ve suçlayıcı tanımlardı.

Devrimcinin ölümü devrimin de ölümü müydü?

Daha Atatürk soyadını almamış olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, Cumhuriyet’in ilan edilmesi, saltanatın kaldırılması, özellikle de Hilafet’in ilgası meselelerinde ne kadar büyük güçlükler çektiğini, tek başına kaldığını, en yakın arkadaşlarını bile ikna edemediğini ve bu konuda dostlarıyla arasının açıldığını biliyoruz.
Bugünün zihniyetiyle bakılınca saltanat ve hilafetin kaldırılmasının ne kadar zor olduğu anlaşılmayabilir. Ama Osmanlı okullarında okumuş, padişah ve halife üstüne yeminler etmiş ve o kuruma saygı duymaktan hiç vazgeçmemiş münevverlerde, bu kararlar dehşet duygusu uyandırıyordu. Sultanın başta olmadığı bir rejimi çobansız bir sürü olarak gören münevverler içindeki tek devrimci baş Mustafa Kemal’di dense pek yanlış olmaz.

Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat Terakki Cemiyeti gibi hareketler, Rus aydınlarının benimsediği ideolojik tutarlılıkla Çarlık kurumunu ortadan kaldırmak değil, kötü padişahı gönderip iyi padişahı iş başına getirmekten öte bir siyasi bilinç taşımıyorlardı.

Nazım Hikmet’in kelimeleriyle o ‘’Devrimci Baş’’ın karizması, fikirleri ve zaferleri, devrimi yaşatmayı başarıyordu. Çünkü bir yandan gizli gizli devrimin altının oyulması çabalarının devam etmesine rağmen, şahsiyetinin büyüklüğü ve bir efsanevi kişiliğe dönüşmesi, karşı devrimin açıkça dillendirilmesine engel oluyordu.

Ne yazık ki onun ölümünden sonra, manevi mirası delinmeye başlandı. 10 Kasım 1939 yılındaki ilk ölüm yıldönümü Türk Ocağı binasında, Cumhurbaşkanı’nın bile katılmadığı sönük bir törenle anıldı.

Yakup Kadri’nin mektubu

Paralardan ve devlet dairelerinden resimleri kaldırıldı. Atatürk’ün hep yanında olan zevat-ı mutade, (belki de haklı nedenlerle) inzivaya çekilmek zorunda bırakıldılar.

Elbette bu konular bir gazete yazısı boyutlarını çok aşar, ancak kitaplarla anlatılabilir. Bu yüzden özetlemeyi kesip size, o devirleri daha iyi anlamamızı sağlayacak bazı alıntılar sunacağım.
Bakın Atatürk’ün yakınlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yine aynı çevre ve görüşten Falih Rıfkı Atay’a 1964 tarihli mektubunda neler yazmış*:

“Adnan Menderes, Atatürk’e, millî mücadeleye ya da inkılâplara dil uzatmış. Adnan Menderes memleketin iktisadi, millî durumunu altüst eden bir yağma ve vurgunculuk çığırı açmış. İki gözüm Falih; insaf edelim! Adnan Menderes ve partisi iktidara gelmezden evvel bizde millî mücadele ruhundan ne kalmıştı?”

Ve gerekçelendiriyor sözlerini; “İnkılâplar, mekteplere konan din dersleriyle, açılan imam vaiz medreseleri ile ve Halk Partisi’nin seçimlere giderken peşine taktığı Ticani dervişleri ile zaten çoktan çürütülmüştü…”
DP ve CHP, sikkenin tersiyle yüzü ya da (Tevfik) Fikret’in tabiriyle ‘aynı çamurdan bir yığındı’ Karaosmanoğlu’nun nezdinde.

‘’İki gözüm Falih; bana bir dokundun bin ah dinledin. Seninle yıllardan sonra bu pis politika yüzünden böyle açık laflar etmesini istemezdim. Çünkü biz büyük bir devrin hasreti içinde kalbimiz birlikte burkularak son günlerini yaşayan iki ihtiyar dostuz. Ve ben ayrıca senin zekânın hayranlarından biriyim. Ve onun hayatımızın belki en şerefli günleri olan millî mücadele devrinde olduğu gibi parlamada devam etmesini dilerim.’’

Son Söz: 1940’lardan bu yana tartışılan bir konu var: CHP’nin sağa ve siyasallaşmış İslam’a ödünler vererek başarılı olup olamayacağı… Tarih bize, bu tavrın hiçbir başarı şansı olmadığı gibi, tam tersine bu partiyi, düzenin oyuncularından biri haline getirdiğini gösteriyor. Karar CHP’nin elbette.


*Aksiyon Dergisi 9.6.2012