05 Kasım 2024, Salı Gazete Oksijen
30.04.2021 06:00

Selahattin Duman

Veda eden dostların ardından yazdığım ‘’evvel giden ahbaba selam’’ yazıları bir kitap oluşturacak kadar çoğaldı. Ne yazık ki ömrün ‘’hazan’’ döneminde bu sayı artıyor. Her giden dostla biraz daha eksilmek, Almanların Weltschmerz (dünya ağrısı) dediği hissi biraz daha artırıyor.  Geçen hafta Selahattin Duman’ı, kendisi gibi alçakgönüllü, geleneksel bir köy mezarlığında, Nazım’ın vasiyetindeki gibi ulu bir çınar ağacının altına defnederken aklımdan bunlar geçiyordu ama cenazeye gelen ortak dostlarımızla onu anarken, istediği gibi gülerek andık. Sevgili kız kardeşi Zarif hanım bize; anne ve babalarını on iki gün arayla kaybettikten sonra Şakran’daki evlerinde terastan gelen kahkahaları merak ettiğini ve abisi Selahattin’e durumu sorduğunda onun ‘’Çok sevilen ölüler gülerek anılır ve öyle uğurlanır’’ dediğini anlattı. Bu yüzden biz de bunu bir vasiyet olarak algıladık ve sevgili Selo’muzu, onu çok seven dostları ve yakınlarıyla, gülerek andık.

Selahattin Duman geçen yaz ağır bir trafik kazası geçirmiş, ölümden dönmüştü. Geçen perşembe günü 71 yaşında hayata veda etti.
Selahattin Duman geçen yaz ağır bir trafik kazası geçirmiş, ölümden dönmüştü. Geçen perşembe günü 71 yaşında hayata veda etti.

GÜLEN ADAM

Düşünen adam, gülebilen adamdır. Bazı insanlar kendilerini çok ciddiye alarak komik olur, bazıları ise kendilerini ciddiye almayarak zekâ pırıltılarının şimşeklerini çaktırırlar. Çünkü zekanın ciddiyete ihtiyacı yok. Zekânın ışığı nereye vursa gülümsetiyor. Çağın büyük bilgini Einstein’ın dilini çıkarmış resmini hatırlayın. Hem kendisiyle hem de dünyayla dalga geçmenin daha güzel bir anlatımı olabilir miydi? Orta kabiliyetteki binlerce fizikçinin kasım kasım kasıldığı ve karşısındakini soğuk bilimsel bakışlarla ezmek istediği bir dünyada, Einstein’ın dilini çıkaran fotoğrafı bu kategorilerin üstünde olduğunun en güzel kanıtı. Hiçbir Türk politikacısı, Einstein’ın yaptığını yapamaz. Onlar rölativiteyi bilmeyen ciddi adamlardır; Einstein ise statüleri ezen bir dahi! *** Selahattin de öyledir. Yakından tanıyanlar onun inanılmaz enerjisinin ve zekâ hızının yıldız tozlarına takılır kalırlar.  Selahattin, Aziz Nesin’de de çok tanık olduğum gibi duygularını mizah yoluyla saklamaya çalışan bir kişiliğe sahipti. Benim, duyarlılık ile duygusallığı birbirinden ayırarak anlatmaya çalıştığım durumun bir örneğiydi. Bazen, gerçekten içli ve duyarlı insanların başvurduğu bir savunma yöntemidir bu. Duyarlılık kendisini gizlemeye çalışır, duygusallık gösterisi ise insanları acındırmaya çalışan arabesk bir tavırdır. Selahattin yaraları olan bir insandı, duyarlıydı, incinirdi ama bunları göstermemek için kendisi dahil herkesle ve her şeyle dalga geçerdi.  Sansür ve otosansür tanımayan tarzı onu yazılarından etti. Koskoca basın TV aleminde kendisini ifade edecek bir yer bulamadı. Nihayet yıllar sonra Zafer Mutlu Oksijen’i çıkarınca yazmaya başladı ama bu sefer de ecel izin vermedi. *** Şimdiden çok özlediğim dostumu daha önceki yazılarımdan bir seçkiyle anmak istiyorum.  Selahattin konuştuğu zaman yapman gereken şey sadece dinlemektir. Elinden başka bir şey gelmez. Bazen onunla laf yarıştırmaya kalkan birisi çıksa da birkaç dakika içinde bir makineli tüfeğe karşı koymaya çalışan altıpatlar gibi şişer kalır. En önemli silahı dilidir. Tavla oynarken bile karşısındakine uyguladığı psikolojik savaş, rakibini çökertir, perişan eder, Waterloo Savaşı’ndaki Napolyon’dan beter hale getirir. İlk günler Selahattin’in yazılarını okurken “Türkiye’nin bir Art Buchwald’ı oldu” diye düşünmüştüm. Sonra yanıldığımı anladım. Çünkü Duman’ın yazılarında edebiyat tadı vardı. Kurt Vonnegut gibi benzersiz bir tat. Herkesin sahte bir tevazu ile dolaştığı ve korkunç egosunu “alçakgönüllülük” maskesi altında gizlemek gereğini hissettiği, açıkça “Ben eksiğimle fazlamla buyum” diyemediği bir ülkede, Selahattin Duman insanların ikiyüzlülüğünü açığa çıkaran ve kendini ciddiye alanlarla inceden dalga geçen Çehov tadında hikayeler yazıyordu. 
Zülfü Livaneli, Selahattin Duman, Yaşar Kemal ve Zafer Mutlu, 1998’de Sabah Gazetesi’nde.
Zülfü Livaneli, Selahattin Duman, Yaşar Kemal ve Zafer Mutlu, 1998’de Sabah Gazetesi’nde.

ÖZTİTANİK 

Bu hafta sonunu Gündoğan’da  Selahattin Duman kardeşimin geniş olanaklarından yararlanarak geçiriyorum. Eee insanın her zaman böyle hem yazlık ve yat sahibi, hem de derin su altı avcısı arkadaşı olmuyor. Selahattin beni Öz Titanik yatında gezdirmekle kalmıyor, akşam yemeklerinde, derin denizlerde binbir fedakârlıkla vurduğu nadide balıkları da ikram ediyor.  Selahattin’le tatil arkadaşlığı hem zevkli hem de doyurucudur ama bu işin bazı kuralları var. Bir kere onunla katiyen aynı saatte denize girmeyeceksin çünkü elinde dört metre uzağa fırlayan zıpkını, şnorkeli, gözlükleri ve paletleriyle iki saat boyunca bir “sualtı terminatörü” gibi yüzdüğü ve gördüğü her canlıya zıpkın salladığı için mecruh olma ihtimali çok yüksektir. Bu yüzden denize girmek için onun sudan çıktığı saati kollayacaksın. İskelede de paletlerle yürüdüğü için o duşa ulaşana kadar siz kendinizi denize atarsınız bile.  İkincisi Öz Titanik teknesinin, dünyanın en önemli yatlarından biri olduğu yönündeki kesin görüşüne itiraz etmeyeceksin.  Üçüncüsü onunla katiyen espri yarışına, laf dalaşına girmeyeceksin. Çünkü aklının hızına yetişmeye çalışan ağzından dökülen mitralyöz gibi kelimeler ve daha birini tam anlamaya vakit bırakmadan ötekine geçtiği esprilerle adamı serseme çevirir.  Bunlara dikkat ettin mi işin kolay, dünyanın en munis ve bonkör adamıdır.   Cuma akşamı yine böyle bir ikramda bulundu. Bana harika bir çipura balığı ikram etti, kendisi sarıkanatla yetindi. Yemekten sonra da bana o balığın meşhur “Scarface” (yaralı yüz) olduğunu söyledi ve ben farkına varmadan Türkiye’nin en meşhur balıklarından birini yemiş olduğumu anladım. Çünkü bırakın denizlerdeki bir balığı, hangi insan Selahattin Duman’ın çok okunan köşesinde üç gün üst üste anlatılır. Gerçi, ertesi gün bu meşhur balığı bana ikram etmesindeki inceliği anlattığım bir arkadaşım, “Yahu gazeteden takip ediyoruz. O balık vurulalı üç gün oldu. Buzdolabında bayatlamış olduğu için sana yedirmiş” diyerek keyfimi kaçırmak istediyse de pek kulak asmadım. Bence balığın meşhuru, tazesinden iyidir. Cumartesi günü Selahattin’in bu balıktan da meşhur olan, yedi iklim dört cihana nam salmış Öz Titanik yatı ile gezintiye çıktık. Size yatı nasıl tarif etsem bilmem ki, altı metre boyunda boyaları dökülmüş bir sandal. Iskarmozlar yerinden oynamış zangır zangır sallanıyor, çam kürekler sandalı çekmeyecek kadar küçük ve ensiz, oyuncak gibi duruyorlar; üstüne üstlük Öz Titanik, adına uygun olarak durmadan su alıyor.  İskeleden kafamızı gözümüzü kırmadan sandala atlayabildiğimizde Selahattin hemen tabandan bir takım tahtalar kaldırmaya başladı; bir elinde pompa, öteki elinde maşrapa işe girişti. Sandalın dibi suyla kaplı olduğundan her binişte hem müthiş bir gayretle suyu boşaltıyor hem de kalafat yaptıracağından falan söz ediyor. Neyse; su tehlike seviyesinin altına inince, müthiş bir zarafetle bana kürekleri gösterdi. Başladım kürek çekmeye. Dediğim gibi kayık ağır ve kürekler küçük olduğu için çırpınmaktan iki koluma ve omuz başlarıma ağrılar saplandı ama yiğitliğe toz kondurmayıp devam ettim. Selahattin’in “iyi hamlacı” olduğuma dair övgülerini dinleyerek ve “sağı çek, sola asıl” talimatlarına uyarak müthiş bir yat gezintisi yaptım. Bir yandan su boşalttık, bir yandan ağırlık çalıştık. Sağ salim iskeleye döndüğümüzde Öz Titanik yine yeterli miktarda suyu içine çekmiş olarak, şanına uygun bir ağırbaşlılıkla yerine bağlandı. Şimdi İstanbul’a dönüyorum. İleride gücümü kuvvetimi toplayıp kendimi tekrar Selahattin’in şefkatli ellerine teslim edeceğim. Böylesine zengin, konuksever, armatör, avcı, şef ve esprili arkadaş herkese nasip olmaz doğrusu. Çok şanslıyım. *** Biraz önce Şakran’daki alçakgönüllü yazlık evden söz ettim. Babası, Dr. Abdullah bey binbir güçlükle aldığı o evi o kadar severmiş ki her yaz sonu duvarı öper, onunla vedalaşırmış. Selahattin de ona ‘’Baba, benden sonra yaptığın en iyi şey bu evi almak oldu’’ dermiş. Hepimizin hayatında ‘’en iyi’’ idin Selahattin. Uğurlar olsun sevgili arkadaşım. 

VE ASIM EKREN

Bu hafta çok sevdiğim değerli bir müzisyen dostumu da kaybettim. İstanbul Gelişim’in as sanatçılarından Asım Ekren’le yıllarca birlikte çalıştık. Yurt içi yurt dışı turneler yaptık. Sahnedeki eşlik becerisini sahne dışında da esprilerle, insanlıkla süslemeyi bilen temiz yürekli bir kardeşimdi.  Tanıyanlar bilir: Türkiye’nin acımasız siyasi gündeminde tanıtılan insan değildi o. Saf yürekli, pırıl pırıl bir insandı. Nur içinde yatsın.