22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
15.12.2023 04:30

Umutsuz olanın atı koşmaz

Ahmet Hamdi Tanpınar ‘Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkanı vermiyor’ demişti.

Gerçekten öyle. Düzenden yararlanan ve vur patlasın çal oynasın diyerek gününü gün eden sonradan görmeler hariç herkes fırtınaya yakalanmış bir gemide savrulup duruyor.

Şiddet, yolsuzluk, mafya, cinayet, yalan, iftira, sahtekarlık, cehalet, görgüsüzlük, küstahlık, bencillik, ego savaşları, aklını cinselliğe takmış sahte dinciler, tarihteki her olaydan kavga çıkarmaya çalışan çevreler, uyuşturucuya batmış bir gençlik, sosyal medyada şiddet dili, tarihi çarpıtan mesajlar videolar, tarihi kişiliklere atılan iftiralar, akıl almaz sövgüler, doktora sağlıkçıya hakeme avukata iğrenç saldırılar, çürümüş bir adalet sistemi, trafikte magandalar, ana dilini konuşamayan akademisyenler, satılık basın mensupları, bebek dolu hapishaneler, kadını sadece cinsel nesne olarak gören hormonlu gençler, sık sık balkonlardan düşen, her türlü silahla katledilen genç kadınlar, içi boş ve saldırgan milliyetçi kabarmalar, karanlık tarikat kuytularında tecavüze uğrayan, öldürülen, intihar eden çocuklar, cezasızlık sistemi, rüşvet, yurtta kalan öğrencilere kurtlu yemek yediren, asansör güvenliğini bile sağlayamayan yetkililer, merdiven altı gıda üretiminde halk sağlığını tehlikeye atan sahtekarlar, sahte içkiyle insan öldürenler, yerli-yabancı ileri gelenlerin çocukları ya da kendilerine uygulanan cezasızlık, milyonlarca insanı perişan eden bahis şirketleri, kaderine terkedilmiş, çadırlarda titreyen depremzedeler, korkunç derecede bozulmuş gelir dağılımı, güvenilmeyen fiyatlar, açlık, sadece tahıla dayalı beslenme, giderek keskinleşen toplumsal kutuplaşma, ülkeye doldurulan milyonlarca savaşçı erkek, ev sahibi ve kiracıları birbirine düşüren, şiddete yol açan fahiş kiralar, kara para aklama merkezleri, devletin kendi rakamlarında bile kaynağı açıklanmayan 26 milyar dolar para, yüksek enflasyon, gerçek rakamları açıklamayan kurumlar, suça batmış ve hesap sorulmayan futbolcular bankacılar, doktor dövmekle övünenler, tehdit şantaj, adam kaçırma, ekran saldırganlığı, aydınları hapiste tutma ısrarı, tarikat ilişkileriyle ele geçirilmiş makamlar, titreyerek deprem bekleyen yirmi milyonluk bir şehir…

İnanın, daha fazla yazmayı yüreğim kaldırmıyor.

Bunları sayıp dökmek zorunda kaldığım için çok üzgünüm.

Ama Tanpınar yerden göğe kadar haklı. Böyle bir ülkede kim gündeme sırtını dönüp de sadece sanatla, kültürle, bilimle, teknolojiyle uğraşabilir.

Fransız İhtilali’nin başlangıcı olan Bastille isyanı gününde not defterine ‘Bugün kayda değer bir şey olmadı’ notunu düşen 16. Louis gibi davranamayız ki.

İşin daha da acı yanı, bu duruma bile bile gelmemiz. Bu ülke yıllarca uyarıldı, Falih Rıfkı’dan tutun da Yaşar Kemal’e, Çetin Altan’a, İlhan Selçuk’a, Uğur Mumcu’ya, Aziz Nesin’e kadar onlarca yazar, yüz binlerce uyarı yazısı yayınladı ve ‘yapmayın’ diye adeta yalvardı. Kimse dinlemedi. Ne asker, ne sivil, ne iş alemi, ne basın. O haklı uyarılara kimse kulak asmadı, günlerini gün etmeye ve asker-sivil mevcut iktidarlara yaranmaya çalıştılar.

Sonuç ortada. Ne yazık ki ortada.

Her belanın sebebi YYKK

YYKK da ne diyeceksiniz değil mi? Söyleyeyim: Yapanın Yanına Kâr Kalması sistemi.

Cezasızlık sistem haline geldi, kimse işlediği suçların bedelini ödemedi.

Düşman olan siyasi parti başkanlarının bile birbirlerini nasıl akladıklarını bu toplum unutmadı ama belki de bazıları içinden hak verdi. Ben olsam aynı şeyi yapardım diye düşündü ve yaptı.Böylece siyasetin finansmanının kirli olması gerektiği, her iktidar sahibinin çevresinde devlet eliyle zengin edilmiş çevreler oluşması ve siyasetçilerin bundan pay alması olağanlaştı.

Başında bulunduğu devlet kurumunu batıran, kazalara yol açan, masumların ölümlerine sebep olan hiçbir yönetici istifa etmedi.

Üç beş maaş birden alan, ‘istifa’ kelimesini sözlüğünden çıkarmış insanlarla doldu ortalık.

‘Babamdan öğrendiğim şudur: Memurla fahişeye parayı peşin vereceksin’ diyen İranlı bir gencin önünde neredeyse secde ettiler.

Ne depremdeki ölümlerin sorumlusu var ne dokunulmazlık zırhı arkasına saklanan cinayetlerin, ne tren kazalarının, ne ülkenin iflasa sürüklenmesinin.

Tek sorumlu kişi

Pardon, sorumluluk sahibi tek kişiyi unuttum. İzmit köprüsü inşaatı sırasında görev yapan Japon mühendis Kişi Ryoişi’ye haksızlık etmeyelim.

Gazeteler Kişi haberini şöyle vermişti.

‘İzmit Körfez Geçişi Asma Köprüsü inşaatında cumartesi günü ’Catwalk’ olarak bilinen halatın kopmasından kendisini sorumlu tutan Japon mühendis 51 yaşındaki Ryoişi Kişi, bileğini ve boğazını keserek yaşamına son verdi. Yalova’nın Altınova ilçesinde mezarlık girişinde cesedi bulunan Kişi’nin odasında, “Olayın sorumluluğu tamamen bana ait. Kimsenin kusuru bulunmamaktadır” yazılı not bulunduğu belirtildi.

Japon mühendisin cesedi dün sabah okula giden öğrenciler tarafından mezarlık girişinde bulundu. İhbar üzerine sevk edilen sağlık ve güvenlik ekiplerinin yaptığı ilk incelemede, Kişi’nin maket bıçağıyla bileklerini kesmeye çalıştığı, ardından boğazını keserek yaşamına son verdiği belirlendi.’’
Düşünün. Kimsenin tanımadığı, suçlamadığı yabancı bir mühendis. Zaten suçlu da değil, halatı yapan bir Türk firması. Ayrıca hiç kimse ölmemiş.

Türkiye’de sorumluluk üstlenen tek kişi, işte bu Kişi.

Köprüden önce bir çıkış var mı?

Bizler ilk gençliğimizden bu yana, demokratik, uygar, varlıklı, yurttaşına saygılı, dünyada itibarı yüksek, gelir dağılımı düzgün, adil bir Türkiye ideali için yola çıkmış insanlarız. Ne para ne pul peşinde koştuk. Düzenle uzlaşmamanın ağır bedelleri oldu. Bazı arkadaşlarımız çok daha ağır bedeller ödediler.

Gençlik arkadaşımız Sinan Cemgil’in babası Nurhak Dağı'nda, onu ihbar eden köylülere içi kan ağlayarak ‘Oğlum sizin kurtuluşunuz için çalışıyordu’ dedi.

Ve Serdari Baba

Ülke yanıp tutuşsa bile, tersine eleyen kalburun üstünde kalabilmiş olan zevat çok mutlu.

Ama köprüden önce son bir çıkış bulamazsak, onlar da çöken çatının altında kalacaklar.

Ülken elden gittikten sonra elalemin memleketinde zengin olarak yaşamak çözüm değil.

Son bir çıkış var mı sizce?

Bence var.

Umutsuz olanın atı koşmaz.

Umudumuzu yitirmeyelim ama pasif bir biçimde değil. O umudu gerçekleştirmek için çalışarak. Elimizi taşın altına koyarak, bezirganlara aldanmayarak, tekrar onurlu bir ülke olmanın mücadelesini vererek.

Yoksa sonumuz bilge Serdari Baba’nın Osmanlı kehaneti gibi olur.

Serdari halimiz böyle n’olacak

Kısa çöp uzundan hakkın alacak

Mamurlar yıkılıp viran olacak

Akıbet dağılır ilimiz bizim 

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli