Beni tanıyanlara, çok yoğun bir gece hayatım olduğunu, sabahları gün doğana kadar dolu dolu yaşadığımı, yurt içinde ve dışında birçok yere girip çıktığımı, birçok insan gördüğümü, geceler boyu eğlendiğimi; kaygılandığımı, sevindiğimi, üzüldüğümü anlatsam, söylediklerimi kuşkuyla karşılarlar. Hatta kimileri bıyık altından güler bile buna. “Seni biliyoruz” derler, “Pek öyle geceleri dışarı çıkacak göz yok sende; uslu uslu evinde oturduğunu bilmiyor muyuz sanki!” Ama bir insanın evinde oturması, onun hareketli bir gece hayatı olmadığını göstermez. Bulgakov’un Margarita’sı da sözümona uslu uslu evinde oturuyordu ama bir gece şeytan onu kolundan tuttuğu gibi gökyüzüne götürüverdi ve büyük şehirlerin, göllerin, nehirlerin üzerinden uçurdu. Benim de gece hayatım pek hareketlidir; Margarita’nınkinden hiç aşağı kalmaz. Ben de her gece en az onun kadar çok yolculuk yapar ve sabahları, kat ettiğim büyük mesafeden yorgun düşmüş olurum. Çocukluğumdan beri insanların gecenin belli bir saatinde zihinlerini kilitleyip uyku durumuna geçmelerini anlayamadığımı itiraf etmeliyim. Hani yastığa iki santim kala uyuyan kişiler vardır ya, bu iş bana küçük bir mucize gibi gelir. İnsan binbir düşünce ve hayalle yatağa girip de bütün bunları nasıl bir şalterle kapatabilir? Bunu anlayamadığım için kendimi zorlayarak başımı koyduğum yastık, beni zaman ve mekân içinde oradan oraya savuran bir H.G. Wells makinesi gibidir: Görüntüler, düşünceler, ezgiler, dizeler, roman planları, kişiler, geçmiş olaylar birbirini kovalar. Yastık beni kâh Stockholm’e savurur, kâh Atina’ya. Kimi zaman Ankara’da Yıldırım Bölge koğuşundayımdır, kimi zaman ölmüş dostlarla bir akşam yemeğinde. İnsanlar, yaşantı kırıntıları, dostluklar, düşmanlıklar gözümün önünden geçer. Bir imgeden hikâye çıkar, bir sesten yeni bir ezgi. Başucuma koyduğum kâğıtlara notlar yazarım. Aslında insana uyku geldiği gibi uykusuzluk da gelir. Çok ilginç bir durumdur bu. Çünkü güç bela kendinizi kandırıp uykuya daldığınız zaman bile gelir uykusuzluk; sizi uyandırır. Diyelim ki, gün boyunca kafeinli bir şey içmediniz, akşam yemeğini erken ve hafif yediniz, akşam sinir bozucu bir film izlemeden, haberlere bile bakmadan bol bol sakinleştirici bitki çayı içtiniz. Hatta varsayalım ki, buna sakinleştirici bir ilaç da eklediniz ve gece yarısı olunca elinize hoş bir kitap alıp yatağa girdiniz. Bir süre sonra satırların bulanıklaşmaya başladığını, birbirine karıştığını, kitabın elinizden düşmek üzere olduğunu fark ettiniz ve başucunuzdaki lambayı kapatıp uyku denilen karanlık kuyunun derin sularına doğru çekildiniz. Böyle bir durumda ne beklenir? Gün boyunca gösterdiğiniz özenin ve giriştiğiniz onca çabanın ödülünü alıp sekiz saatlik mükemmel bir uyku çekmek, değil mi? Ama normal insanları, göze görünmeyen, sihirli bir kumaş gibi sarıp sarmalayan uyku, beni boğmaya başlar; bir deli gömleği giymiş gibi uykuyu üzerimden atmak için çırpınmaya başlarım ve uykusuzluk gelir; mutlaka gelir. Uyku denilen nazlı kraliçeyi tahtından kovan, sert ve haşin bir kral gibi muhteşem bir geliştir bu. Beynimde kurduğu uykusuzluk imparatorluğunu hiç kimseyle paylaşmayacağını vurgulayan kararlı bir geliş. Mağrur kral beni tekrar ele geçirince, gün doğuncaya kadar iktidarını olanca despotluğu ve acımasızlığıyla sürdürür. Yalvarıp yakarmaktan, yorgunluktan, bitap düşmekten, beyninize iğneler batmasından, gözlerinizin kan çanağı gibi kızarmasından anlamaz o. Bu zalim diktatöre karşı tek direnme yolu küçük beyaz haplardır. Bu haplar, uykusuzluk diktatörlüğünün üzerinize yönelttiği parlak ve göz kamaştırıcı ışıldakları köreltecek kadar güçlüdür; sizi alıp gökyüzüne götürür ve orada karanlık yağmur bulutlarıyla sarıp sarmalar. Eğer bu beşinci kol faaliyetine başvurmazsanız uyuyamazsınız. İnsanların aklına başka yöntemlerin de gelebileceğini biliyorum. Bunları sık sık dile getirirler zaten. Bir gece uyuma derler, ertesi gün de uyuma, direnebildiğin kadar diren; sonunda uyku nasıl olsa gelecektir. Başlarına bu dert gelmemiş insanların öğütleri ilk bakışta çok akla yakın görünür ama gerçek hiç de böyle değildir. Bir kere, uyumadığınız bir geceyi sakin bir şekilde geçiremezsiniz. Sanki kalbinizin üstünde oturuyor gibi tuhaf bir çarpıntı içindesinizdir. Yorulursunuz, umutsuzluğa kapılırsınız, hayatınızda sizi üzen olayların boyutları daha da genişler. Hiç hak etmediğiniz halde size bunca kötülük yapılmasının nedenlerini aramak gibi yararsız, hatta son derece zararlı şeyler düşünmeye koyulursunuz. Ayrıca ben bu öğütleri kulak ardı etmedim, denedim. Tatildeydim; geceleri ilaç almamaya ve uykusuzluk alışkanlığımı yenmeye karar vermiştim. İlk gece hiçbir şey almadım ve sabah sekize kadar uyumadım. Zor bir gece oldu; televizyon seyrettim, hayatımı düşündüm, ağaran havayı, beyazlaşan denizi ve alev alev doğan güneşi izledim. Sekizde uykuya daldığımda bu ancak yarım saatlik huzursuz bir uykuydu. Ertesi gece yorgun ama kararlıydım. Yine aynı şeyler geldi başıma; bu kez sabah dokuzda biraz uyuyabildim. Bir sonraki gece yorgunluktan beynime cam kırıkları batıyordu, saçlarım bile sertleşmişti sanki. Ama yine uyuyamadım ve bir sabah elim kendiliğinden küçük beyaz hapları buldu.
01.10.2021 04:30
Uyku
Çölde bir nehir gibiydi
13 Aralık 2024
Eski Türkiye daha mutluydu
06 Aralık 2024
Müzik konusunda yanlış anlamalar
22 Kasım 2024
Etik ve ahlak arasındaki fark
15 Kasım 2024
Batı neden laikleri değil dincileri seçti?
Tüm Yazıları
01 Kasım 2024