Tarafsız ve objektif kavramları üzerine düşünmek ilginç yerlere götürüyor insanı. Fotoğraf makinesi gibi aygıtlardaki mercekler sistemine objektif diyoruz. Bu parça, nesnelerden yansıyan ışıkları toplayıp bir noktaya odaklayarak nesnenin algılanmasını sağlar. Bunu yaparken, ortamdan yansıyan ışıklardan bazılarını yok sayıp bazılarını öne çıkarmaz. Fanatikliği aşan ve düşünebilen insan da dünyaya öyle bakar. Gerçeği görmek için verileri, bilgileri, kaynakları sağlıklı biçimde kullanır. Nesnel bir tutumla inceledikten sonra gerçeğe odaklanır. Ve bu şekilde gördüğü gerçekliğe uygun biçimde tavır alır, hayata müdahale etmeye çalışır. Edebiyatçıdan tarafsız olması değil, objektif olması beklenmelidir. Tarafsız kalmak, hayatın gerçekliğine uymuyor. Tarafsız olduğunu söyleyenler de sonuçta bir seçim yapmış oluyorlar. Medyada, kültür dünyasında, siyasal alanda, bir şekilde iktidarı onaylamaktır “tarafsızım” demek. Sadece kendi tarafının bakış açısından dünyaya bakanlar veya kafasını kiraya verenler, aslında basit olan bu gerçeğin anlaşılmasında karışıklığa neden oluyorlar; taraflı biçimde yaşamanın anlamını çarpıtıyorlar. Onların tutumunun alternatifi tarafsızlık değil, nesnel gerçekliğe bağlı biçimde, savunduğumuz insan değerlerinden yana taraf olmaktır. Sonuçta; sanat - düşünce üretiminde objektif olmak ile hayatta açıkça taraf olarak mücadele etmek, bir bütünlük oluşturur. Sanatta bunun istisnası, galiba sadece bir temanın işlenmesinde ortaya çıkıyor. Aşk… Düşünme yetenekleri gelişmiş en gerçekçi insanların bile, aşk konusuna objektif yaklaşmadıklarını biliyoruz. Dünyanın en iyi kadını, dünyanın en güzel kadını. Memleketimden İnsan Manzaraları yapıtının ithaf kısmında, Piraye için böyle diyor Nazım. Ve ekliyor: Bu bahiste realite umrumda değil Bütün ilişkilerin, bütün duyguların, kuşkusuz insan ve hayat gerçekliğine uygun açıklamaları vardır. Ama o duygu yaşanırken “realite” üzerinde duruluyor olsaydı, herhalde aşk diye bir şey olmazdı. Büyük coşkulara ve esrik sevinçlere rağmen ille de yaşanan onca sıkıntıyı, onca acıyı kimse göze almazdı. Evet, Aragon’dan da bildiğimiz gibi, mutlu aşk yoktur, ama aslında mutsuz aşk da yoktur. Mutluluk denen şey umurunda olsaydı insanın, yaşadığı o duygu aşk olur muydu? Mutluluğun ve mutsuzluğun ötesinde bir duygu olduğu içindir ki, kim kaç kez yaşamış olursa olsun, her aşk, ilk aşktır. Aslında her biri benzersiz kişisel deneyim gibi görünse de, aşkların yaşanma biçiminde, insanın içinde soluduğu kültürel atmosfer de belirleyici oluyor. Kültürel atmosferimizin çok önemli bir bileşeni ise edebiyattır.
07.01.2022 04:30
Yanık sevdaların büyük şairi
Etik ve ahlak arasındaki fark
15 Kasım 2024
Batı neden laikleri değil dincileri seçti?
01 Kasım 2024
Kültür tarlasına zehirli tohum
18 Ekim 2024
İnsan üzerine notlar...
27 Eylül 2024
Narin bedenlerde adaleti aramak...
Tüm Yazıları
13 Eylül 2024