19 Mart 2024, Salı
24.03.2023 04:30

Yapanın yanına kâr kalıyor

Yıllardır izlediğim, gözlediğim bu toplumda ahlakın ve buna bağlı olarak siyasetin, ticaretin, dinin, bürokrasinin, yargının çürümesinde birçok etken var elbette. Tek bir sebebe bağlanamayacak kadar karmaşık bir süreç bu ama bir konu var ki, sanırım sebepler arasında baş sıralara yerleştirilebilir: Yapanın yanına kâr kalması.

Bu saptamayı sadece siyaset ve yargı bağlamında yapmıyorum. O kurumlar, bu olmazsa olmaz kuralı çoktan yitirdi, yolsuzlukla adaletsizlik içi içe geçti. Adeta alışılmış bir kural haline geldi.
Zaten geleneğinde bal tutanın parmağını yalaması kuralı olan toplum, deveyi havuduyla götürenlere de önce ‘’Çalıyorlar ama çalışıyorlar’’, sonra ‘’Canım ötekiler yemeyecekler mi?’’ gibi garip sözlerle hak verip kendileri de kıyıdan köşeden bir şeyler kapma yarışına girdiler.

Şahan Gökbakar’ın yarattığı Recep İvedik tiplemesi, son dönemlerdeki çürümeyi çok güzel gösterdi topluma. Herkes az ya da çok İvedikleşti.

Aklama paklama

Birbirine düşman olan Tansu Çiller ile Mesut Yılmaz’ın birbirlerini nasıl akladıklarını bu toplum unutmadı ama belki de bazıları içinden hak verdi. Ben olsam aynı şeyi yapardım diye düşündü.

Böyle yapa yapa siyasetin finansmanının kirli olması gerektiği, her iktidar sahibinin çevresinde devlet eliyle zengin edilmiş çevreler oluşması ve siyasetçilerin bundan pay alması olağanlaştı.

Dört bakan istifa etmek zorunda kaldı ama ceza görmediler tam tersine taltif edildiler.

Başında bulunduğu devlet kurumunu batıran, kazalara yol açan, masumların ölümlerine sebep olan hiçbir yönetici istifa etmedi.

En son Kızılay örneğinde gördüğümüz gibi ‘’istifa’’ kelimesini sözlüğünden çıkarmış insanlarla doldu ortalık.

‘’Babamdan öğrendiğim şudur: Memurla orospuya parayı peşin vereceksin’’ diyen İranlı bir gencin önünde neredeyse secde ettiler.

Ne depremdeki ölümlerin sorumlusu var ne dokunulmazlık zırhı arkasına saklanan cinayetlerin, ne tren kazalarının, ne ülkenin iflasa sürüklenmesinin.

Ülke yanıp tutuşsa bile tersine eleyen kalburun üstünde kalabilmiş olan zevat çok mutlu.

Japon mühendis

Özür dilerim, unutmuşum; son 20 yıl içinde sorumluluk duygusu yüzünden bırakın istifayı, intihar eden bir yetkili var elbette. O da İzmit köprüsü inşaatı sırasında görev yapan Japon mühendis. Adı Kishi Ryoichi.
Gazeteler haberi şöyle verdi:

‘’İzmit Körfez Geçişi Asma Köprüsü inşaatında cumartesi günü ’Catwalk’ olarak bilinen halatın kopmasından kendisini sorumlu tutan Japon mühendis 51 yaşındaki Ryoichi Kishi, bileğini ve boğazını keserek yaşamına son verdi. Yalova’nın Altınova ilçesinde mezarlık girişinde cesedi bulunan Kishi’nin odasında, “Olayın sorumluluğu tamamen bana ait. Kimsenin kusuru bulunmamaktadır” yazılı not bulunduğu belirtildi.

Japon mühendisin cesedi dün sabah okula giden öğrenciler tarafından mezarlık girişinde bulundu. İhbar üzerine sevk edilen sağlık ve güvenlik ekiplerinin yaptığı ilk incelemede, Kishi’nin maket bıçağıyla bileklerini kesmeye çalıştığı, ardından boğazını keserek yaşamına son verdiği belirlendi.’’
Düşünün. Kimsenin tanımadığı, suçlamadığı yabancı bir mühendis. Zaten suçlu da değil, halatı yapan bir Türk firması. Ayrıca hiç kimse ölmemiş.

Son 20 yılda sorumluluk üstlenen tek kişi, işte bu Kishi.

Hiç kimse intihar etmesin ama istifa diye, eski Türkiye’de de başvurulan ama şimdi sözlüklerden çıkan bir kavram var.

Açgözlülük

Yapanın yanına kar kalması alışkanlığını sadece siyaset ve bürokrasi için söylemiyorum.
Bu ülkede artık kimsenin yüzü kızarmıyor, elalem ne der diye utanmıyor, itibarı, aile adını korumak diye bir kavram akla gelmiyor.
Vur vuranın, kır kıranın!
İnsanlar korkunç bir bencilliğe, çıkarcılığa, hırsa, açgözlülüğe kaptırdı kendini.
Bu, gazeteci için de doğru, sanatçı, yazar, iş adamı, TV yorumcusu, profesör, akademi mensubu için de böyle.
Hala onurlu kalan insanları saygıyla bir kenara ayırıyorum.
Ama ortalık cazgırlarla doldu.
İntihal yapan akademi mensubunun yanına kar kalıyor.
Öğrencisini taciz eden profesörün yanına kar kalıyor.
Yalan söyleyip, halkı aldatan gazetecinin yanına kar kalıyor.
Rüşvet karşılığı haber yapanın yanına kar kalıyor.
Ne yargı cezalandırıyor bunları, ne akademi, ne de toplum.
Dolayısıyla bu örnekleri gören birçok kişide ‘’Ben enayi miyim?’’ düşüncesi oluşuyor.

Ben de enayilerden biriyim

Enayi dedim de aklıma geldi: TBMM’de görev yaptığımız dönemin sonunda seçim birkaç ay öne alınmıştı ama vekillerin 3 aylık maaşı peşin yatırılmıştı. Bunun üzerine birkaç arkadaş konuşup, bu maaşları devlete iade etmeye karar verdik ve bütün vekillere böyle bir çağrı yaptık.

Sonunda koskoca meclisten kaç kişi iade etti biliyor musunuz?

Sekiz, sadece sekiz vekil. Ve bu haber gazetelerde yayınlandığı zaman da çoğu kişinin tepkisi ‘’Amma da enayilermiş’’ oldu.

Yani kötü örnek oluşturduk.

Ne diyeyim.

Söz burada bitiyor.