23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
04.11.2022 04:35

Yorulduk ey halkım…

Ben de inanamıyorum ama ‘Vurulduk ey halkım unutma bizi’ şiirini yazışımın üstünden 50 yıl geçmiş. Dile kolay; yarım asır bu. 12 Mart zulmüne karşı yazılmış bir şiirdi. Rahmetli Uğur da bunun üstüne o unutulmaz yazısını yazmıştı. O şiiri yazan genç adama bakıyorum şimdi. Darbelerin zulmünden, siyasi cinayetlerden, faili meçhullerden, hapislerden canı yanmış masum birisi. Acılı ama umutsuz değil. Çünkü o dönemde arkadaşlarla birlikte ‘halkımız’ diye bir kavram, bir umut var içimizde.

‘Halkımız’ öyle bir kavram ki içinde yüzyılların getirdiği temizlik var, halk türküleri, deyişler var, dayanışma sevgi dostluk var ve bu aydınlık güç nasıl olsa faşizmin karanlığını yenecek. Oysa öyle olmadı. Hem dünya hem Türkiye akılalmaz bir karabasana, bireyciliğe, sosyal Darwinizm’e, ‘altta kalanın canı çıksın’ bencilliğine gömüldü. Bu işin ilk adımı ‘halk’ kavramının ‘millet’e dönüşmesiydi. Bugün dünyada birçok örneğini gördüğümüz popülist otokratlar ‘halk’ kavramını beğenmez. Çünkü halkın içinde çeşitli renkler, ayrı görüşler, değişik gelenekler vardır. Bu durum onlara güven vermez. Tek bir amaca yöneltebilecekleri bir ‘millet’ isterler.



Halk, içine binbir akarsuyun, derenin döküldüğü bir deniz gibidir ama ‘millet’ ideolojidir. Artık halk sözcüğü duyulmaz oldu, uzun bir süredir iktidarı, muhalefeti, basınıyla ‘millet’ deniliyor. ‘Milletin istediği’, ‘milletin kararı’, ‘milletin hassasiyeti’ gibi kavramlar, milyonlarca insanı tek şekle büründürmek, tek kalıba dökmek amacını taşıyor. 85 milyon insan aynı görüşte, aynı hassasiyette, aynı kararda olamayacağına göre bu ısrar, çoğulculuk ilkesi yerine çoğunluk baskısını geçirmek anlamına geliyor. O zaman da demokrasi kavramı bir ‘çoğunluk diktatörlüğü’ne dönüşüyor, seçilmiş diktatörler yaratıyor ve bu diktatörler medya aracılığıyla ‘millet’i istediği kıvama getirerek ideolojik bir cephe oluşturuyor.

Araba sevdası mı, araba kavgası mı?

Bu ‘millet’ artık her konuda kavgalı, her şey yeni bir kutuplaşmaya ve öfkeli, kin ve nefret dolu tartışmalara yol açıyor. Kadın voleybol takımımızın başarılarına bile, halkın bir kısmı seviniyor, başka bir kısmı nefret ediyor. Futbol, pop müzik, konserler festivaller, çevre sorunları, yeni binalar, havaalanları, üniversiteler… Sayın sayabildiğiniz kadar, her şey inatlaşma ve kavga konusu. Neredeyse manevi bir iç savaş yaşanıyor bu memlekette. Oysa Anadolu’da çok doğru bir söz vardır. ‘Kavgalı eve kız vermezler’ denir. Bu ailede kavga var. Birbirini tepelemeye çalışan, nefret eden, ufak büyük her konuda çatışma çıkaran, en ilkel duyguları harekete geçirerek birbirine gözdağı veren, tehdit eden bir aile bu. İbn Haldun’un ‘kabile asabiyeti’ dediği durumun canlı gösterisi. Son olarak ‘millli ve yerli’ araba konusu böldü insanları.

Taraflar neredeyse birbirinin gırtlağına sarılacak. Sosyal medyada ve ekranlarda küfürden, tehditten, aşağılamadan geçilmiyor. Recaizade Ekrem, Araba Sevdası romanını 1898’de yayınlamıştı. Bugün yazsa ‘Araba Kavgası’ derdi herhalde. Aradan geçen bunca yıl içinde atlı arabadan elektrikliye terfi etmişiz ama kafalarımız daha da geriye gitmiş bence. Dünyada kaç ülke otomobil üretecek diye gırtlak gırtlağa kavga eder?

Ve tarih?

Can sıkıcı alanlardan birisi de tarih. İki satır okuyan hatta bir Tiktok videosu izleyen herkes tarih tartışmalarına dalıyor. Saçma sapan fikirler, acayip teoriler, yanlış bilgiler, kirli bir nehir gibi hem de her gün debisi artarak. Tarih de bir nefret alanı. Düşünsenize; Oxford hocaları, Cambridge öğrencileri, 8. Henry iyi bir adam mıydı, kötü müydü diye birbirine sövüp durur mu? Hiçbir ciddi insan çıkıp ‘’Ulu imparatorumuz, Hz. İsa’nın gölgesi, ecdadımız, 8. Henry’mizi size yedirmeyiz ulan!’’ diye haykırır mı? Yapan çıkar belki ama herhalde kendini en yakın akıl hastanesinde bulur. Ne acayip bir haldir bu? ‘Kuşatma altındayken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans’ metaforundan daha da saçma kavgalar, ülkenin bütün enerjisini çekiyor. Çünkü ‘bir arada barış içinde yaşama’ ilkesi yerini, ‘Sizi yok edeceğiz, bu memleketi size yar etmeyeceğiz!’ kavgasına bıraktı.

Biliyorum; bu yazı da bundan önce yazılan çizilenler gibi hiçbir işe yaramayacak. Arşiv sayfalarında kalacak. Çünkü hep birlikte boğulacağımız şelaleye yaklaştıkça nehrin suları hızlanıyor. Bütünü ve ülkenin yarınını düşünmeden, kutuplaşma şehvetine kapılarak yaptığımız ‘amok’ koşusunun sağ salim bitmesini diliyorum. Başka bir şey de gelmiyor elimden. Ve yarım asır önce yazdığım şiiri ‘Yorulduk ey halkım, unut artık bizi’ diye değiştirmek istiyorum ama gönül elvermiyor. Nazım’ın çok sevdiği halkına ‘Akrep gibisin kardeşim’ demesine yol açan duygu bu. ‘Kabahat senin! Demeye de dilim varmıyor ama…Kabahatin çoğu senin canım kardeşim.’Türkiye yoruldu, ideolojik tartışmalar sonucu yıprandı.
Ne yazık ki yüzüncü yıla yara bere içinde giriyoruz. 

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli