10 Aralık 2024, Salı Gazete Oksijen
Haber Giriş: 30.11.2024 15:12 | Son Güncelleme: 30.11.2024 15:15

Ceren Ceran: İstanbul, hepimizin hayallerine ev sahipliği yapıyor

Masa Kitap’tan Ceren Ceran imzasıyla yayımlanan İstanbul’un Bodrum Katları, karakterlerin sınıfsal çelişkilerle yüzleşmesini, umutlarını ve hayal kırıklıklarını işlerken, şehirde tutunmaya çalışan bireylerin yalnızlığını ve dirençlerini ortaya koyuyor
Ceren Ceran: İstanbul, hepimizin hayallerine ev sahipliği yapıyor

Ebru D. Dedeoğlu

Ceren Ceran’ın İstanbul’un Bodrum Katları romanı Masa Kitap’tan yayımlandı. Yazar romanda, İstanbul’un büyüleyici olduğu kadar zorlu yüzünü, karakterlerin içsel yolculuklarıyla harmanlayarak anlatıyor. Ömer’in Şişli’den Atmaca Çıkmazı’na uzanan hikayesi, ekonomik eşitsizliklerin bireylerin hayalleri ve kimlikleri üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor. İstanbul’un tarihi güzellikleri ile yoksul sokaklarının yan yana var oluşu, sadece bir şehrin değil, bir yaşam mücadelesinin de tasvirini yapıyor. İstanbul’un Bodrum Katları, karakterlerin sınıfsal çelişkilerle yüzleşmesini, umutlarını ve hayal kırıklıklarını işlerken, şehirde tutunmaya çalışan bireylerin yalnızlığını ve dirençlerini ortaya koyuyor. Romanın önemli yan karakterleri Cengiz ve Şule, İstanbul’da görünmez kılınan insanların farklı mücadele biçimlerini yansıtarak hikayeyi derinleştiriyor. Ancak, bu katmanlı ve karışık anlatım içinde karakterlerin duygusal dünyalarının yeterince derinleşip derinleşmediği sorusu da akıllarda kalıyor.

Ceren Ceran ile romanın karakterlerini, İstanbul’un hikayedeki belirleyici rolünü, sosyo-ekonomik farklılıkları ve bu farklılıkların doğurduğu etkileri konuştuk.

Ömer, İstanbul’a adım attığı ilk günden itibaren şehre hayranlık ve hayal kırıklıkları arasında savruluyor. İstanbul’un sokakları, Ömer’in içsel yolculuğuna nasıl bir zemin sağlıyor?

Ömer, İstanbul’a büyük bir özgüvenle layık olduğuna nihayet kavuşmanın hevesiyle geliyor ama bir yandan da tam olarak “ya olmazsa” endişesinden kurtulamıyor. İstanbul’un özellikle tarihi semtleri güzellikleriyle Ömer’in bu şehirde var olma arzusunu kamçılarken alttan alta da ona geldiği yeri hatırlatıyor ve korkusunu büyütüyor. Aslında gördüğü yoksul İstanbul sokakları da onda benzer duygular uyandırıyor. Yoksulluğu hep özensizlikle, nezaketsizlikle hatta aptallıkla anıyor ve yoksul sokaklarda yürüdükçe kurtulması gerekenin ne olduğunu yeniden anımsıyor. Özellikle yoksul mekanlardaki yüzleşmelerinden Ömer’in kökleriyle bağının ne kadar kopuk olduğuna şahitlik ediyoruz.

Ömer, Şişli’de başladığı hayatında İstanbul’u ve kendini dönüştürme çabasına girerken hayalleriyle gerçekler arasında sıkışıyor. Onun bu yolculuğunda, özellikle hangi anlar İstanbul’un zorlu yanlarını ve hayal kırıklıklarını gösteriyor?

Ömer dilediği kadar kendini Maslak plazalarına layık görsün, neticede her gün metrobüsle gittiği Şirinevler’deki saçma sapan bir şirkette çalışıyor. Ne kadar layığının boğaz semtlerindeki evler veya modern rezidanslar olduğunu düşünürse düşünsün kirasını zor ödediği rutubetli bir bodrum katında yaşamak zorunda. Hiç de havalı olmayan ev arkadaşından tutun da karşısına dikilip şık kombinler yaptığı bez gardıroba kadar her şey Ömer’in hayal kırıklığını körüklüyor. Fakat güçlü yönlerinin farkında ve hayatı boyunca kendine yaslanmış bir insan olduğu için hikaye boyunca umudunu korumayı biliyor. Zira hayal kırıklığına teslim olsa ne sırtını sıvazlayacak biri ne de düştüğü yerde ona uzanacak bir yardım eli olmadığının farkında.

“İşin içine yoksulluk girince tüm öyküler derinleşiyor”

Ömer’in Atmaca Çıkmazı gibi semtlerde yaşadığı deneyimler, şehri tüm çelişkileriyle gözler önüne seriyor. İstanbul’un bu yüzü, Ömer’in hikâyesine nasıl bir derinlik katıyor?

Küçücük bir şehirde doğup büyümüş biri olarak söylüyorum ki İstanbul, bu ülkedeki neredeyse tüm hayal sahibi insanların sılası, hepimizin hayallerine ucundan kıyısından bile olsa ev sahipliği yapıyor. Filmlerde izliyoruz, şarkılarını dinliyoruz, bütün havalı, güzel, yakışıklı, başarılı, büyük insanlar orada yaşıyor. Tarihin en büyük adamlarından bazılarının aklını başından almış… Uzaktan bakınca zenginliğin şehri, bakın bakalım Ömer’in akrabalarının yaşadığı Ümraniye’nin kenarlarında zenginlik neye deniyor? Kültür ve sanatın başkenti ama Ömer’in gezdiği Şirinevler’de Mecidiyeköy’ün alt sokaklarında bunların adı bile yok. İhtişamlı yalılara karşı yoksulluğun ihtişamıyla küflü bodrum katları. Şık boğaz insanlarına karşı geçim derdinin zombileştirdiği metrobüs insanları… Hayallerinin peşinden İstanbul’a gelip bodrum katlarda yaşamaya mahkum edilen insanların öyküsü de şanslı diğerlerininki kadar kıymetli ve anlatılmaya değer. Zira işin içine yoksulluk girince tüm öyküler derinleşiyor zaten.

Ömer, sınıf farklarının keskin hissedildiği Atmaca Çıkmazı ve Şirinevler’de ekonomik eşitsizliğin yükünü yaşıyor. Bu farklılıkların insan psikolojisine yansımasını Ömer’in deneyimlerinde nasıl ele aldınız?

Ömer, yoksulluğun içine doğmuş, yoksulluktan kaçıp sığındığı kentte de yoksulluğun içine düşmüş herhangi bir insana göre çok daha umutlu ve özgüvenli; en azından dışarıdan bakan için. Onun şartlarındaki birinin yetinmeyi bilen kaderci bir insan olmasını bekleriz ama Ömer oldukça talepkâr. Bunda yakışıklılığının ve gençliğinin etkisi var tabi ki ama onu herhangi bir alt sınıf insandan ayıran şey zekâsı, iyiyi sezme becerisi, kendini keşfetmiş olması ve iyi yaşamaya duyduğu samimi heves. Buna gerçekten inanırım, hevesli insanlar dünyaya alıcı gözle bakarlar, görürler ve eninde sonunda kendilerine bir yol açmayı becerirler. İçinden çıktığı aileyi düşünürsek kendini dönüştürmeyi başarmış Ömer’in ne kadar becerikli bir insan olduğunu görürüz. Hem çaresizliği hem imkanları aynı anda bu kadar berrak görebilmenin etkisiyle belli etmese de Ömer’in son derece kompleksli bir insan olması kaçınılmaz.

“Her yerde hayat, kadınları fazlasıyla yoruyor”

Şule’nin Güngören’deki hayatıyla hayalleri arasındaki çatışma, büyükşehir genç kadınlarının mücadelesini nasıl temsil ediyor?

Sadece büyük şehirlerde değil her yerde hayat, kadınları fazlasıyla yoruyor ama Şule gibi genç kadınların sınavlarının en zor sorularından biri yoksulluk. Kitabın bir bölümünde “Fakir çocuklar, omuzlarında ağır bir yükle doğar” deniliyor, buna inanırım. Yolunda yürümeye başlamadan önce yolu inşa etmelisin, bu baştan sona çok çetin bir mücadele. Bulundukları şartları göz önüne alırsak bu gençler aileleri gibi bu şartlara razı olmak istemiyor, razı olmak zorunda da değiller. O zaman “yırtmak” için büyük bir mücadeleye girmek zorunda kalıyorsunuz, bunun adı “tırmalama!” Fakat cephaneniz o kadar az ki… Şule örneğinde gördüğümüz gibi ne iyi bir eğitim ne dolu dolu yaşam deneyimi ne arkasında onu destekleyen güçlü bir aile var hatta görüntüsünde bile yetersiz beslenmenin izlerini taşıyor. Bu kadar kötü bileşene rağmen başarılı, güzel, havalı olmalı, bir de aşkı bulmalısın. Zor.

Ömer’in babasının hayatı, ekonomik sınıf farklarının yarattığı yükleri vurguluyor. Onun varlığıyla İstanbul’un bu sınıfsal çelişkileri hakkındaki görüşleriniz nedir? Bu insanlarda nasıl yarılmalar yaratıyor?

Hepimizin hayatı biricik, bir kerelik ve o biricik hayatınız derin bir yoksulluk ve eğitimsizlik kuyusunda başlamış, çok acı. Ben kimsenin bunu sineye çekmesini, kimsenin buna katlanmasını istemem. Herkes kafasını kaldırıp var gücüyle itiraz etmeli, değiştirmeye çalışmalı. Fakat ne acı ki Ömer’in babası Bekçi Hasan’ın temsil ettiği insan grubu kendinden de hayattan da ümidini kesmiş, belki hiç ümitli olmamış. Yoksul soydan gelen biat geleneğini itirazsız, bir pranga gibi ayağında sürüklüyor. Sadece günü kurtarma derdinde, üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin deniz görmeyen, yüzme bilmeyen, bunda da bir acayiplik görmeyen insanları… Ekonomik eşitsizliğin yarattığı olumsuzluklar; umutsuzluk, “zaten hakkım yok ki” duygusu ve nihayet artık içinize yerleşen doldurulamaz bir boşluk hissi diye sıralanıyor. Bir süre sonra hayattan geriye elinizde sadece günü kurtarma kaygısı kalıyor.

İstanbul’un Bodrum Katları / Ceren Ceran / Masa Kitap / Roman / 244 Sayfa