22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
Haber Giriş: 16.10.2023 10:12 | Son Güncelleme: 16.10.2023 16:08

New York Times yazdı: Gazze savaşının kalbindeki ahlaki sorular

İsrail, Gazze'ye karşı kara harekatına hazırlanırken New York Times yazarı ve Irak savaşı gazisi olan David French, bir savaş bölgesinde askerlerin yaşadığı ahlaki soruları yazdı. Çatışmanın nihai seyri sayısı ahlaki tercihin sonucuna bağlı olacak
8 Ekim'de İsrail'de kucağında tüfeğiyle oturan bir asker (Fotoğraf: Avishag Shaar-Yashuv/The New York Times)
8 Ekim'de İsrail'de kucağında tüfeğiyle oturan bir asker (Fotoğraf: Avishag Shaar-Yashuv/The New York Times)

David French / The New York Times

İsrail askerleri Gazze Şeridi'nin dışında toplanmış, olağanüstü yoğun bir şehir çatışmasına yol açabilecek bir kara saldırısı başlatmaya hazırlanırken, bu askerlerin neyle yüzleşmek üzere olduğunu bilen bir insan topluluğu var. Bu topluluk, üzüntü, kafa karışıklığı ve korkunç bir kalp kırıklığı olmadan bu savaştan çıkmanın bir yolu olmadığını biliyor.

Kaçmanın bir yolu yok

Irak ve Afganistan'da görev yapmış Amerikalı gaziler, hem Başkan Joe Biden'ın "saf kötülük" olarak nitelendirdiği Hamas gibi bir güçle yüzleşmenin gerekliliğini hem de bu kararın beraberinde getirdiği korkunç seçenekleri biliyor. Ve biliyoruz ki hukuk ve taktik tartışmaları ne kadar önemli olsalar da sadece kısmi cevaplar sağlar. Savaşın ahlaki meydan okumasından kaçmanın bir yolu yoktur.

Irak'a Özgürlük Operasyonu sırasında Irak'ta bir muharip silah birliğinde görevli eski bir Judge Advocate General's Corps (JAG) subayı olarak, hukuk ve taktikleri basitçe birleştiremeyeceğinizi ve yasal ve taktiksel olarak sağlam olan her şeyin aynı zamanda ahlaki, hatta akıllıca olduğunu ilan edemeyeceğinizi biliyorum. Biz gaziler, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin Gazze'deki mücadelesinin sadece Hamas ile savaş kanunları çerçevesinde mücadele etmek olmadığını biliyoruz. Savaşan askerleri ve savundukları ulusu yıllarca tanımlayacak olan üçüncü bir zorunluluk daha var: Ruhunuzu yok etmeyin.

Bunu söylemek yapmaktan çok daha kolay. Mücadele zor, karmaşık ve hem askerler hem de siviller için risklerle dolu olacak. Savaşın içine dalmak, şiddete elinizi yasaların izin verdiği ölçüde uzatmak, hem sivil halkta bir ıstırap ve acı okyanusu yaratabilir hem de bazen söylendiği gibi, savaşçıların ruhunda bir çürük bırakarak hayatlarını sonsuza dek değiştirebilir.

Sorunun derinliğini ve ölümcül risklerini göstermek için, 2008 yılında Irak'ın Diyala vilayetinde görev yapan birliğimden iki hikayeyi paylaşmak istiyorum. İlki 10 Şubat gecesi meydana geldi. Yol kenarına yerleştirilen bir bomba genç bir çavuş olan Corey Spates'in hayatına mal olmuştu. Birinci evlilik yıldönümünden bir hafta sonra ölmüştü. Diğer askerler de patlamada yaralanmıştı ve tıbbi tahliye helikopterleri yaralıları almaya geliyordu.

Karargâhımızda, yakındaki uçaklardan gelen video yayınları aracılığıyla gelişmekte olan durumu izliyordum ve o sırada, doğrudan gelen helikopterlerin yolunda, bir sulama hendeğinde saklanan genç erkeklere benzeyen küçük bir grup gördük. Silah görmedik ama video görüntümüz bulanıktı. Yüzüstü duruşları düşman taktiklerine uyuyordu. Irak'taki El Kaide isyancılarının sık sık sulama hendeklerinden sürünerek operasyon bölgemize sızdıklarını biliyorduk ve bu adamlar, birkaç dakika ötede alçaktan uçan helikopterleri vurarak korkunç bir geceyi daha da kötü hale getirmek için mükemmel bir şekilde konumlanmışlardı.

Ateş edebiliyor olmanız, etmeniz gerektiği anlamına gelmez

Böyle bir durumda nasıl davranılabilir? Savaş hukukunun genel ilkeleri uyarınca, o karanlık figürlere ateş açarak helikopterlerin güvenli bir şekilde iniş yapmasını sağlayabilirdik. Düşman "TTPs" (taktik, teknik ve prosedürler) dediğimiz şeyi sergiliyorlardı. Ama ateş edebiliyor olmanız, ateş etmeniz gerektiği anlamına gelmez.

Komutanım orta yolu seçti. Süvari birliklerinden oluşan bir müfrezeye, kendilerini olası bir pusuya açık hale getirerek hızlıca araştırmaya gitmelerini emretti. Askerlerimiz olay yerine vardıklarında karşılarında silahlı adamlar değil, patlamayı duyup ne olduğunu görmek için dışarı koşmuş ve şimdi korkudan sinmiş ortaokul çağında küçük bir grup çocuk buldular.

Ateş açmayı seçmiş olsaydık ortaya çıkacak sonuçları düşündükçe ürperiyorum. Hem korumaya çalıştığımız bir topluma vereceğimiz acı hem de yasalar saldırıya izin verse bile çocukları öldürecek olan adamların kalpleri. Bu her zaman sabırlı olmak ve olağanüstü riskler almak gerektiği anlamına mı gelir? Hayır. 24 Eylül 2008'de askerlerimiz, El Kaide isyancısı olduğundan şüphelenilen ve asker kordonundan kaçan bir arabayı takip etti. Araç hızla uzaklaşırken şu soru ortaya çıktı: Askerlerimiz çatışmaya girebilir miydi?

Cevap yine hayırdı. Savaş kanunlarının askerlerimizin saldırmasına izin verdiğine dair güçlü bir argüman olmasına rağmen, günün emri yine ihtiyattı. Böylece arabayı takip edip köşeye sıkıştırdılar ve arkadaşım Mike Medders arabadakileri soruşturmak ve gözaltına almak için harekete geçti. Bu sefer çocuklar yoktu, sadece teröristler vardı. İçlerinden biri intihar yeleği giyiyordu. Kendini havaya uçurdu ve arkadaşım ölümcül yaralar aldı. Arkadaşları umutsuzca tıbbi yardım sağlamaya çalışırken öldü.

Bu iki hikayeyi, Ortadoğu'da onlarca yıldır süren savaşlarımızda yaşanan sayısız benzer hikayeyle birlikte- değerlendirip "Bu çok korkunç. Bu kadar korkunç seçeneklerle yüzleşmektense savaşmamak daha iyi" diye düşünebilirsiniz.  Ama bir de konuşlanmamızla ilgili bir başka hikâye var: Diyala vilayetinin büyük bir bölümünün Irak'taki El Kaide'nin pençesinde olduğu hikâyesi. 2008 yılında El Kaide'nin tercih ettiği silah kadın intihar bombacılarıydı ve intihar bombacılarının Iraklı sivillere uyguladığı katliam korkunç ötesiydi. Onları yenilgiye uğratmak ve vilayet halkına güvenli ve özgür yaşama şansı vermek ahlaki bir zorunluluktu.

2008'de Diyala'da ahlaki tercihlerimizi yaptık. Teröristleri yenilgiye uğrattık ve şüpheye düştüğümüzde askerlerimiz sivilleri korumak için kendi hayatlarını riske attı. Bu kararların gururu ve üzüntüsü, görev yapan pek çok kişide kalmıştır. 

Ahlaki seçim yapmak zorundalar

İsrailli askerlerin ve komutanların karşılaştığı sorun budur. Vatandaşlarını vahşetten korumak zorundalar. Savaş kanunlarına uymak zorundalar. Ve aşırı baskı altında, kendilerini ve uluslarını tanımlayabilecek bir dizi ahlaki seçim yapmak zorundalar ve tüm bunları hiçbir vicdana sahip değilmiş gibi görünen terörist bir düşmanla yüzleşirken yapmak zorundalar.

Bu ikilemlerin şimdi bile ortaya çıktığını görüyoruz. Çok sayıda sivilin çatışma bölgesini terk etmesini emretmek insani bir felaket riski taşır. Ancak ateş hattında kalırlarsa, o zaman seçenekler daha da kötüleşir. Örneğin Hamas'ın sivillerin kalmasını istemesinin bir nedeni var. Sivil halkın ortasında bir meydan savaşı vermek hem İsrail'in saldırısını zorlaştıracak hem de daha fazla sivilin hayatına mal olacaktır. Ancak saldırmayı reddetmek ve Hamas'ı Gazze'nin kontrolünde bırakmak kendi ahlaki krizini yaratacaktır.

1776 yılının Aralık ayında, Amerikan Devrimi'nin karanlık bir anında Thomas Paine, Amerika'nın kuruluşundaki en ünlü cümlelerden birini yazdı: Bunlar insanların ruhlarını sınayan zamanlardır. Paine, bir savaşı kaybetme ihtimalinin yarattığı umutsuzluğa atıfta bulunuyordu. "Tiranlık, cehennem gibi, kolayca fethedilemez" diye yazdı. 

İsrail, kolay kolay fethedilemeyecek bir cehenneme karşı ruhunu sınayacak bir askeri göreve başlamak üzere. Taktikler ve hukuk hakkında konuşabiliriz ve konuşmalıyız da. Bunlar vazgeçilmez bir asgari davranış standardı sağlar. Ancak çatışmanın nihai seyri sayısız ahlaki tercihin sonucuna bağlı olacak ve bu tercihler hepsinden daha zor olacaktır.

© 2023 The New York Times Company