22 Ekim 2024, Salı Gazete Oksijen
Haber Giriş: 14.10.2024 17:03 | Son Güncelleme: 14.10.2024 17:16

NYT en sevilen korku filmlerini derledi: Gerçek hikâyeleri senaryodan daha korkunç

İzleyicilerden övgü toplayan birçok korku filmi dehşet verici gerçek hikâyelere dayanıyor. NYT, bu filmlerden en sevilenleri derledi (Dikkat! Bolca spoiler içerir)
The Exorcist (1973)
The Exorcist (1973)

Hank Sanders / New York Times

Ürkütücü bir mevsimdeyiz. Cadılar Bayramı teması dükkanları ele geçirdi, çalma listemizde Monter Mash var ve hepsinden önemlisi; korku filmleri izlenmeyi bekliyor. Korku filmleriyle kendimizi dehşete düşürdüğümüzde 'Bu gerçek değil' diye kendimize hatırlatma yaparak sakinleşiriz. Tabii hikâye gerçek olduğu zamanlar hariç. Bu türdeki en popüler filmlerden bazıları, değişen doğruluk oranlarında, gerçek hikayelere dayanıyor. Çoğu durumda, gerçek hikaye Hollywood'un yorumundan çok daha korkunç. (Dikkat! Bolca spoiler içerir)

The Exorcist (1973)

Yeşil lapa kusmuğu ve 70'lerin makyaj prodüksiyonu, 'The Exorcist'in gösterimleri sırasında seyircilerin bayıldığı 1973 yılına kıyasla biraz daha az korkutucu. Ancak filmin çıkış hikayesi de bir o kadar ürkütücü. 1949 yılında Washington, D.C. bölgesinde yaşayan bir çift, 14 yaşındaki oğullarının garip davrandığını fark eder. The Washington Post, haberlerde takma isim olarak kullanılan Robbie'nin, bu dili hiç öğrenmemiş olmasına rağmen Latince ifadeler ezberlediğini ve vücudunda garip gravürler olduğunu; yatağının ve etrafındaki diğer eşyaların açıklanamaz bir şekilde sallandığını veya hareket ettiğini yazdı. Robbie'nin bir şeytan tarafından ele geçirildiğine inanan aile St. Louis'e gitti ve St. Louis Üniversitesi'ndeki Cizvit papazlardan yardım istedi. Bu papazlardan biri olan Rahip William Bowdern, 35 gün süren ve haber kuruluşlarında geniş yer bulan bir şeytan çıkarma ayini gerçekleştirdi.

Bowdern ile 1960 yılında röportaj yapan UCLA profesörü Henry Ansgar Kelly, iki Oscar kazanan filmin aksine, filmde baş dönmesi ya da havada süzülme olmadığını söylüyor. Filmde erkek çocuğun yerine bir kız, St. Louis mekanı yerine de Washington kullanıldı. Ama bazı benzerlikler vardı: Olaya karışan rahipler Robbie'nin yatağının sallandığına ve odanın diğer ucuna doğru hareket ettiğine tanık olduklarını söylediler. Bowdern ayrıca Kelly'ye Robbie'nin göğsünde “CEHENNEM” yazan çizik izleri gördüğünü söyledi.
Robbie'nin şeytan çıkarma ayinine katılan kişilerle yapılan röportajlar kitabın ve filmin temelini oluşturdu. The Exorcist, Georgetown Üniversitesi kampüsünde çekildiğinde sette o kadar çok kaza oldu ki (bir marangoz birden fazla parmağını kaybetti ve set gizemli bir şekilde alev aldı) bir Cizvit papazının seti birkaç kez kutsaması gerekti.

Devil’s Pass (2013)

Rusya'nın Ural Dağları'nda yürüyüşe çıkmalarından haftalar sonra, dokuz kişilik bir grup 1959 yılında gizemli bir şekilde ölü bulundu. The New York Times'ın haberine göre, bir arama-kurtarma ekibi, cesetleri çadırlarından yüzlerce metre uzakta (bazıları yalınayak ve neredeyse çıplak) daha sonra grubun lideri 23 yaşındaki mühendislik öğrencisi Igor Dyatlov'un adıyla Dyatlov Geçidi olarak adlandırılan bir bölgede buldu. Bazı kıyafetlerde açıklanamayan radyasyon bulundu. Bir kadının dili kopmuş, diğerlerinde ise künt cisim yaralanmaları görülmüştü. 'Ölü Dağ: Dyatlov Geçidi Olayının Anlatılmamış Gerçek Hikayesi' kitabının yazarı Donnie Eichar, "Neden son derece deneyimli dokuz yürüyüşçü, sıfırın altındaki koşullarda, yeterince giyinik olmadan, mükemmel bir çadırı terk eder ve kesin ölümlerine doğru bir mil yürürler?" diye sordu. Devil’s Pass filminde bu sorunun cevabı, dağcıların Rus hükümetinin ışınlanma teknolojisini test ettiği gizli bir sığınağa rastlamasıydı. Gerçek ise karmaşıklığını koruyor: Rus yetkililer ölümlerin bir çığdan kaynaklandığını söyledi. Eichar ise bunun Karman adı verilen dönen bir rüzgar hareketi olduğu teorisini ortaya attı. Eichar "Gecenin bir yarısı. Uyuyorlardı. Yeterince giyinik değillerdi. Bu bir savaş ya da kaç durumuydu" dedi. Ancak hayatta kalan hiçbir tanık olmadığı için sorular cevapsız kalabilir.

‘The Texas Chain Saw Massacre’ (1974)

Slasher türünün öncüsü olarak kabul edilen filmde bir adamın insanları testereyle kesmesi ve bir kurbanın et kancasıyla asılması gibi rahatsız edici sahneler yer alıyor. Filmin yaratıcılarından Kim Henkel, 2004 yılında Texas Monthly'ye verdiği demeçte, filmi geliştirmek için Houston'lı seri katil 33 yaşındaki Dean Corll'un 17 yaşındaki suç ortağı Elmer Wayne Henley ve bir başka katil Ed Gein'in vakalarını incelediğini söyledi. En az 27 kişiyi öldürdüğüne inanılan Corll'un suç ortağı Henley, 1973 yılında Corll'u ölümcül bir şekilde vurmuş ve ardından polisi cesetlerin bulunduğu bir depoya götürmüştü. Ayrıca bazı cinayetlerdeki rolünü itiraf etti ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Texas Monthly'ye verdiği demeçte, “Bu tür bir ahlaki şizofreni, karakterlerin içine yerleştirmeye çalıştığım bir şeydi” dedi. 1950'lerde Wisconsin'de iki kadını öldürdüğünü ve diğer rahatsız edici olayların yanı sıra insan derisinden mobilya yaptığını itiraf eden Gein, Alfred Hitchcock'un 'Psycho' filmine de ilham kaynağı olmuştu.

The Amityville Horror (1979)

Aralık 1975'te Lutz ailesi Long Island'ın Amityville bölgesinde yüzme havuzlu, beş yatak odalı güzel bir eve taşındığında, 80.000 dolarlık fiyat etiketi kelepir gibi görünüyordu. George Lutz 2002 yılında ABC News'e verdiği demeçte “Bu bir rüyanın gerçekleşmesiydi” diyor. Ancak aile daha sonra bu inanılmaz fiyatın nedenini öğrendi: Ronald DeFeo bir yıl önce o evde ailesinin altı üyesini öldürmüştü. Lutz ailesi eve taşındıktan dört hafta sonra, Jay Anson'ın 1977 yılında yazdığı ve ailenin evde geçirdiği zamanı anlatan 'The Amityville Horror' adlı kitaba göre, çok fazla paranormal deneyimin ardından “evi terk ettiler”. Garip seslerin evi doldurduğu ve Lutz'un karısının yerden havalandığı söylendi. Lutz daha sonra kitabın ve sonraki film uyarlamalarının tamamen doğru olmadığını söyledi. Hatta 2005 yapımı filmin yapımcılarına hakaret davası açtı.

The Lighthouse (2019)

Filmde Willem Dafoe ve Robert Pattinson'ın gizemli bir adadaki deniz feneriyle ilgilenirken deliliğe sürüklenmelerini izliyoruz. Film, Smalls Deniz Feneri Trajedisi olarak bilinen bir olaya dayanıyor. Galler'de bir denizcilik arkeoloğu olan Julian Whitewright, 1801 yılında Thomas Howell ve Thomas Griffith'in Galler'in batı kıyısının yaklaşık 18 mil açığında küçük bir kaya parçası olan Smalls Adası'ndaki deniz feneriyle ilgilenmek üzere işe alındığını söyledi. Ancak bir tur rehberi ve tarihçi olan Stephen Liddell'e göre Griffith aniden bir hastalıktan öldü. Böylesine uzak bir bölgede Howell, Griffith'in cesedini bir sonraki vardiyadaki deniz feneri bekçileri gelene kadar yaşam alanında tutmak zorunda kaldı. Ancak fırtınalar takviye ekiplerin gelmesini geciktirdi ve Howell, Griffith'in kötüleşen bedeniyle baş başa kalarak yavaşça delirmeye başlar. Liddell, Howell'in sonunda onu deniz fenerinin dış cephesindeki parmaklıklara bağladığını ve nihayet yardım gelene kadar dört ay boyunca burada kaldığını söyledi. Yönetmen Robert Eggers'ın The Lighthouse adlı versiyonu, yaratıcı bir lisans alarak daha çok psikolojik, yavaş ilerleyen bir gerilim filmi oldu.

© 2024 The New York Times Company