Nazlı Berivan Ak
Rıza Oylum’un Ediz Hun ile pandeminin başlangıcından bugüne yaptığı görüşmeleri derleyerek kaleme aldığı nehir söyleşi kitabı Film Gibi Geçti’de (İnkılâp Kitabevi); Cihangir’de başlayıp Norveç’e uzanan, sinemanın zirvesindeyken yurt dışına giden ve akademisyen olarak dönen, Türkiye’de çevrecilik bilincinin gelişmesi ve politikalar oluşturulması için durmaksızın çalışan sıra dışı bir jönün hayatını okuyoruz. Ediz Hun ile Büyükada’daki evinde Film Gibi Geçti adlı nehir söyleşi kitabı vesilesiyle buluştuk, eşi Berna Hanım’ın yaptığı börek ve pasta eşliğinde bol sohbetli bir bayram günü geçirdik.
Ailenizden başlayalım isterim sohbetimize…
Babam 1906 İstanbul doğumlu, Çerkez kökenli Adnan Bey. Anne tarafım da Bulgaristan Vidin göçmeni. Annem Neşvet Hanım felsefe öğretmeniydi, babam ise makine mühendisi. Dayım Ziya Boyer cumhuriyetin ilk dönemlerinin Fenerbahçe takımının meşhur boksörü. O dönem annem ve babam cumhuriyetin balolarına gidermiş, hatta kimi zaman Atatürk’ün iştirak ettiği balolar olurmuş, böyle tanışmışlar.
Çocukluk ve ilk gençliğiniz Beyoğlu’nda geçiyor…
Kozmopolit bir ortamda, büyük bir kültürel zenginlik içinde büyüdüm, büyük bir şanstı bu. Beyoğlu o dönemde gayrimüslimlerin yoğunlukta olduğu bir semtti.
Hatta ilk aşkınız da bir Rum kızı…
Yaşanamamış bir aşktı ama ilkti, evet. Babası, babamın arkadaşıydı. Yeşil gözlü çok güzel bir kızdı Nula, henüz 16 yaşındaydım ben. Birkaç kez buluştuk. Platonik bir aşk olarak kaldı, devamı gelemedi.
Kitabın dikkat çekici bölümlerinden biri 6-7 Eylül olayları.
Unutamayacağım bir olaydır, yıllarca da travmasını yaşadım, hâlâ düşündükçe dehşete kapılırım. 15 yaşındaydım. Bir gece naralar atarak Taksim tarafından gelen bir grup bizim evin altındaki Bay Petro’nun bakkal dükkanının önünde toplanmaya başladılar. Biz o akşam sinemaya gitmiştik. Hiç unutmuyorum, 18.45 matinesiydi. 21.00’de eve geldik. Yemek yedik, Ada Palas Apartmanı’nın birinci katında oturuyorduk o dönem. Gece yarısı bir güruh, ellerinde sopalarla geldi ve camları kırmaya başladı. Babamın bir tabancası vardı. Dışarıdan geliyor sesler. Babam anneme “Ediz’i al odaya götür” dedi. Ben ağlıyorum, gitmek istemiyorum. O sırada babam saldırganlara bağırdı, “Ne yapıyorsunuz, çıldırdınız mı?” diyor, “Abi sen karışma, sen karışma!” diye geri bağırıyorlar. Tam bir şok hali.
Babanız silahını alıp dışarı çıkıyor…
Beraber çıktık, Sıraselviler’den Taksim’e... Bütün dükkanların camları kırılmış ta Galatasaray’a kadar. Bu olay Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin en kara sayfasıdır. Ve bir tezgahtır, planlanmış bir organizasyondur.
“Türk sinemasında iki büyük kadın star vardır”
Yaşadığınız travmayı atlatmanız uzun zaman almış.
Toparlanmam uzun sürdü, sınıfımda gayrimüslim çocuklar vardı, yanlarında utanıyordum. Sonra göçler başladı, dağılmaya başladı İstanbul. Bugün keşke babamın peşine takılıp gitmeseydim diyorum. Uzun süre uyurken altımı ıslatmaya devam ettim. 65 sene geçti üzerinden, hâlâ konuşurken, anlatırken dehşete düşüyorum.
Sinemayla tanışmanız nasıl oldu?
Almanya’da okuyordum. Yaz tatilnde babam Acar Film’in genel müdürü Sabahattin Sürmegil ile tanışmış, beni de tanıştırdı. Sabahattin Bey Türk sinemasının yükselişe geçtiğinden ve yeni yüzlere ihtiyaç olduğundan bahsetti. Ses dergisinin yarışmasından söz etti, katılmakla bir şey kaybetmeyeceğimi söyledi. Sonra işler hızla ilerledi ve sonunda yarışmada üçüncü ve son elemeye kaldım.
Kimler vardı başka?
Ertuğrul Akbay, Tunç Oral, Süleyman Turan, Nejat Çetinok... Ben kazandım. İnanamadım, Almanya’da tahsilim devam ediyor, ne yapacağım! Kızlardan da Ajda Pekkan kazandı o yıl. Annemin babamın yüreklendirmesiyle başladı kariyerim, ilk filmim de Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit’le oynadığım Genç Kızlar oldu.
1963 Kasım ayında başlayan oyunculuk kariyerinizde ilk günden yıldızlaşıyorsunuz…
Müthiş mektuplar alırdım, gerçekten bağrına bastı beni izleyiciler ilk günden. Bekar hayatımda tabii ki hanım arkadaşlarım oldu, kimi kısa sürdü, kimi uzun. Ama hep özel hayatımı gizledim. Kimseyi rencide edecek bir davranışım olmadı. Sonra da sevgili eşim Berna ile tanıştım, mutlu evliliğimizi bugüne kadar getirdik.
Birçok filmde oynadınız, özellikle unutamadığınız filmleriniz hangileri oldu?
İkinci yurt dışı maceram sonrası çektiğim Acımak dizisini çok beğenirim. Sonbahar Rüzgarları, Ayrılsak Da Beraberiz, Ankara Ekspresi, Güllü, Söz Müdafaanın, Affetmeyen Kadın, Ahtapotun Kolları... Bir yandan da tüm filmlerim evladım gibidir, birbirinden ayırmam.
Türk sinema tarihi dersi verdiğinizi biliyorum. Yeşilçam’ın yıldızları ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Türk sinemasında iki büyük kadın star vardır; biri Cahide Sonku, biri de Türkan Şoray. Şoray zarif bir kadındır, başlı başına bir idoldür. Orhan Günşıray, Ayhan Işık, Cüneyt Arkın ve benim gibi oyuncular yarışmalar sayesinde ya da farklı keşiflerle direkt başrollerde oynayarak başladık. Kadir İnanır mesela, birkaç filmde yan roller oynayarak oyun gücüyle ön plana çıkıp başrollere başladı. Önemli starlarımız var, zengin bir sinema tarihine sahibiz.
Seks filmleri furyasının başladığı yıllarda yurt dışına gidiyorsunuz...
Sahneye çıkıp, şarkıcılık da yapmadım o dönem, Banker Kastelli reklamlarında da oynamadım. Tanınmış insanları çıkarıyorlardı. Ben reddettim. Uygunsuz sahneler içeren, abuk subuk senaryolarla filmler yapıldı, ben asla dahil olmadım, bana yakışacak bir hareket değildi. Bugün de aldığım karar için gururluyum.
“Çevreyi koruma tüm insanlığı ortak bir amaç etrafında birleştiren değer”
Küçük yaşınızdan itibaren çevre duyarlılığı, hayvan sevgisiyle yetişmişsiniz. Kaktüs bahçeniz, akvaryum sevginiz, iguanalarınız dillere destan.
Annemin çok etkisi vardır bu ilgi ve sevgimde... 2020 senesinin yaz başında, sayın Ekrem İmamoğlu Adalar’ı gezerken bizim evimizi de ziyaret etti. Kaktüs koleksiyonumu görmek istedi, çok pozitif enerji aldım kendisinden, mutlulukla kaktüs bahçemi gösterdim, çok beğendi. “Eğer uygun görürseniz kaktüslerinizden bir bahçe yapalım Adalar’a” dedi. Şu an Adalar veya Bostancı sahil kesiminde uygun bir mekan için proje çiziyorlar.
Vekilliğiniz döneminizde çevre bilincinin oluşması ve hayvan haklarıyla ilgili çok mücadele ettiniz.
Farkındalığı oluşturmak, yerel otoritelerden başlayarak çevrenin, yaşadığımız ekosistemin önemini anlatmak zorundayız. Çevre koruma, insanlığı ortak bir amaç etrafında birleştiren etik değerlerimize kuşaklar arası adalet ve düşünce anlayışı gibi temel kavramları taşıyan, dünyayı bizimle paylaşan her canlının yaşam hakkına saygıyı prensip edinen evrensel bir değerdir. Bu değeri anlatmak, öğretmek, içselleştirmek zorundayız! İsraftan kaçınacağız, daha azı daha verimli kullanmayı öğreneceğiz, buna mecburuz!
Şu an Türkiye’deki siyasi ortamı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Büyük bir karmaşa hali var, zarafetten yoksun bir ortam. Norveç’teyken bir gece evde televizyon izliyoruz, kızım ve eşimle. Orada o zaman üç parti vardı, sol parti, sağ parti ve merkez. Başkanları geldi, halkı selamladı. Biri kemanını, biri çellosunu aldı, diğeri de piyanonun başına geçti ve birlikte klasik müzik çalmaya başladılar. Türkiye’de siyasette umut ettiğim uyum budur.
“Cüneyt’in gidişiyle bir parçam koptu”
Yeşilçam kayıplar yaşadı son dönemde...
Tam bir yaprak dökümü yaşadık. Cüneyt Arkın çok büyük bir aktördü. Emsalsiz, olağanüstü bir isimdi, her rolün hakkından gelirdi. 1963 senesinin sonbaharında beraber sinemaya girdik, 59 yıl geçti, bu 59 yılda hep beraber olduk, vefatı beni derinden etkiledi. Bedenimden bir parça koptu Cüneyt’in gidişiyle... 24 Ocak’ta Fatma Girik’i kaybettik, çok mert bir kızdı, vefakâr ve cefakâr bir kadındı, onun ölümü de çok üzdü beni. Arkalarında çok önemli işler, dostluklar, değerler bıraktılar.
Rıza Oylum: “Ediz Hun cesaretiyle beni çok etkiledi”
Ediz Hun’la nehir söyleşi projesi yayınevinde gelen bir teklifle başladı. Ediz Hun’la yapmak istedikleri kitap projesinde sinema tarihine hâkim olan biriyle çalışmak istediklerini bana ilettiler. Bu teklifi memnuniyetle karşıladım. 120 yılını geride bırakan Türk sinemasının jönlerini sayacağımız zaman bir elin parmaklarını geçemiyoruz. Bu sebepten Ediz Hun’la nehir söyleşi fikrini oldukça önemsedim. Görüşme sürecimiz pandeminin başlangıcına denk gelmişti. Olanca önlemler arasında yüz yüze her hafta görüştük. Yazları Büyükada’daki evlerinde, kışın ise Bostancı’da Ediz Bey ve Berna Hanım beni nezaketle ağırladılar. Çıkardığımız tarihi kronoloji içinde Ediz Hun’un yaşamının ayrıntılarını ortaya koyduk.
Hun’un hayatıyla ilgili beni en etkileyen bölüm; Türkiye’yi terk edip Norveç’te sıfırdan başlama kararı aldığı dönem oldu. Bir insanın bir ülkede zirvedeyken tek bir tanıdığının olmadığı, dilini dahi bilmediği bir ülkeye 35 yaşından sonra kendi isteğiyle göç etmesi büyük bir cesaret gerektiriyor. Ediz Hun’un bu cesareti göstermiş olması beni çok etkiledi.
Film Gibi Geçti / Ediz Hun / Söyleşi: Rıza Oylum / İnkılâp Kitabevi / 220 Sayfa