Önceki hafta sonu huzurlu ve mütevazı amatör denizcilik grubumuz Heyamola’nın kış buluşması için 6 tekne ve 30 deniz dostu Göcek koylarında keyifli bir seyir yaptık. Hava şahane idi, arkadaşlarımızı da özlemişiz, harika bir kaçamak oldu.
Sabah alışverişimizi tamamlamış, teknelerimize doğru yürürken iskelenin ucuna bir bot yanaştı, içinden orta yaşta ama bizim gruba göre hayli atletik bir çift indi, çocuklarının iki elinden tutmuş bize doğru yürümeye başladılar. Bir de baktık kıdemli denizci arkadaşlarımız Sibel-Osman Atasoy ve sırtında kocaman bir okul çantası dünya tatlısı çocukları Can.
Atasoylar, ben bildim bileli tekneleri Uzaklar II’de yaşıyorlar. Çocukları ilkokul çağına gelince de dünya gezgini teknelerini Fethiye’nin en sempatik okullarından birinin karşısına demirlemişler, Can’ı botla okula götürüp getirmeye başlamışlar. Çoktandır görüşmemiştik. İskelede derin bir sohbete daldık, neredeyse Can okula geç kalacaktı.
Atasoylar ve dünya denizcilerimiz
Osman Atasoy, 12 yaşındayken Sadun Boro’nun dünya turunu anlattığı ‘Pupa Yelken’ kitabını okuyor, kapağını kapamadan 3 kere daha okuyor. Hayallere dalıyor… Ve Sadun Boro’nun İstanbul’a dönüşünden 24 yıl sonra 1992’de ilk eşi Zuhal Atasoy ve 8.5 metrelik tekneleri ‘Uzaklar I’ ile dünya turuna çıkıyor. Bu 24 yılda, yani Atasoylardan önce yelkenli ile dünya seyahati yapan hepi topu 6 Türk ekibi / teknesi olmuştu.
Bugün ise…
Sadece geçen hafta 5 Türk yelkenlisi Atlantik’i geçti, denizcilerimiz Karayipler’de buluştular. Tam bu yazıyı kaleme alırken Heyamola WA grubunda konu açıldı. Tanıdık tekneler sıralandı. Şu anda okyanuslarda seyir halindeki Türk tekne / ekip listesi 30’u buldu.
Farka bakın…
Zaman akıp geçiyor. Osman Atasoy, 10 yıl sonra ikinci kıtalararası deniz yolculuğunu Uzaklar II ve ikinci eşi Sibel Atasoy ile Güney Amerika’nın en güneyine, Horn Burnu ve Antarktika’ya doğru yapıyor. 2008-2012 yılları arasında gerçekleştirdikleri bu yolculuğu bir kitap haline getirmek için 3-4 yıldır çalıştığını biliyordum. Fethiye’de sevindirici haberi heyecan ve gurur ile bizimle paylaştı: ‘Uzaklar II: Antarktika’ isimli kitabı matbaadan çıkmış (İş Bankası Kültür Yayınları). Haklı bir gurur! Osman-Sibel Atasoy, Antarktika’ya kendi tekneleriyle giden ilk ve hâlâ tek Türk denizciler.
Osman bir rüyayı andıran yolculuğunu anlattığı kitabını ‘kendini arayanlara’ ithaf etmiş. Şu aralar, tanıdıklarım arasında kendini arayanların sayısı hayli fazla. Dünyanın ve memleketin değişim hızı da fırtına gibi.
Sadun Boro’nun kitapları pek çok tanıdığımızı denizci yaptı. Eh, bu kitaptan sonra Antarktika yolunu Bağdat Caddesi’ne çeviren Türk denizcilerin sayısında hızlı bir artış olursa şaşırmam.
Ama zorlu bir yol…
Pekâlâ günümüzün hayali olabilecek bu büyülü ve el değmemiş coğrafya için ‘Uzaklar II: Antarktika’ kitabı tam bir deniz ve yaşam kılavuzu.
Öncelikle bir deniz kılavuzu, çünkü bu yol çok zorlu. Denizciler arasında 40, 50 ve 60’ıncı enlemler “Kükreyen kırklar, öfkeli-sinirli elliler ve çığlık atan altmışlar” olarak bilinir. 50’nci enlemi geçtiğinizde aysberg bölgesine girersiniz. Yüksekliği 15; uzunluğu 600 metreye ulaşan, yörede ‘büyükbaba’ diye anılan dalgalarla karşılaşabilirsiniz. 20’nci yüzyıl başlarında Horn Burnu’nu geçmeye kalkan her 3 tekneden 2’si batarmış. Horn Burnu tek kelimeyle denizcilerin Everest’idir. Atasoy durumu “Eski denizciler 40 derece enlemin altında kanun; 50 derecenin altında Tanrı yoktur derler” sözleriyle özetliyor.
Üstelik, Uzaklar II milyonlarca dolarlık bir pahalı oyuncak değil, iyi tasarlanmış ve donatılmış ama mütevazı sayılabilecek bir uzak yol gezgin teknesi. Dolayısıyla da Osman-Sibel Atasoy çiftinin 22 bin deniz mili, 4 kıta ve 4 yıl süren yolculuklarında başlarına gelmeyen şey kalmamış. ‘Uzaklar II: Antarktika’da, Osman Atasoy akıcı ve titiz üslubuyla bu maceraları okuyucuyla paylaşıyor.
Macera sadece Horn Burnu ve ötesi, buzlar ve soğuklar değil. Akdeniz’den başlayarak denizin bir denizciye tattırdığı her türlü sürpriz ve sakınmak için yapılan manevralar da kitapta yer alıyor: Faça yelken nasıl, nerede yapılır? Uzak yol teknesinin olmazsa olmazı direk basamaklarına halatların dolanması nasıl engellenir? Kırılan dalgalar önünde daracık ağzı olan bir limana nasıl girilir, nasıl çıkılır, ne zaman o limandan kaçılır? Aceleci kaptan asimetrik balonla nasıl gökyüzüne uçar?..
Denizcilik ders kitabı niteliğindeki bu konular sadece macera, yani kazalar, sürprizler, zorluklar, tehlikeler de değil. Uzaklar II’nin uzak yol ve kutuplar için hazırlığı da büyük bir öykü. Yani, ‘Uzaklar II: Antarktika’yı şöyle bir gözlükle okumak da mümkün: Okyanusun ortasına geldiğinizde birden ihtiyaç duyacağınız ve teknede bulunmayan en önemli 10 malzeme ne olabilir?
Bir örnek; pastırma yapmak için gereken çemen tozu sıradan bir gezi teknesinde bulunur mu? Herhalde bulunmayacaktır. Ama Uzaklar II’de varmış. Tabii bu malzemeyi teknede bulundurmaya karar veren Sibel Atasoy’un 30 derece eğimle 2 metrelik dalgalar arasında pastırma yapacak kadar olayın inceliklerini kavramış olması da önemli bir faktör. Ürünün lezzetini bilemem ama bu azim ve ustalığa da şapka çıkarıyorum.
Doğanın cilveleri…
Bir solukta okuduğum kitap beni bir yandan da büyülü görüntülerle süslü bir doğa yolculuğuna götürdü.
Teknenin arkasında bağlı bir botunuz var, bir anda albatros yuvası haline dönüşüyor. Denizciler yunuslara alışıktır, ama bu kez balinalar yol arkadaşınız, penguenler ve denizaslanları kıyıdaki komşularınız oluyor.
Antarktika’ya vardığınızı gri ve beyaz bir dünyaya girdiğinizde anlıyorsunuz ve uzunca bir süre başka rengin olmadığı bir rüyanın içinde yaşıyorsunuz.
Sabah kahvaltısı ile öğle ve akşam yemeklerinde doyasıya kral yengeç yiyebilme lüksü nasıl bir fantezi? Üstelik ücretsiz… Bu yolculukta mümkün olduğunu kitabı okurken öğreniyoruz, Güney Amerika’nın ucunda çok, çok fazla bulunuyor ve kolayca avlanabiliyormuş.
Afrika’nın ortalarında Cabo Verde Adaları’nın bir masalı andıran yaldızlı su altı yaşamını anlatıyor Osman Atasoy. Teknenin altına bakıyormuş; papağan balıkları, akyalar, sakallı orfozlar, envai tür tropikal deniz canlısı… Geceleri demirledikleri sığ sularda bir koşuşturma, kovalamaca başlıyormuş, deniz hareketleniyor, gündüz gibi ışıldıyormuş…
Tıpkı Cevat Şakir’in Akdeniz’in eski günlerini tarif ettiği gibi.
Merak ediyorum. Acaba o sularda hâlâ öyle bir yaşam var mı? Karadeniz, Ege ve Akdeniz’i bir su altı çölüne çeviren sonar, radar, balık bulucu cihazlarıyla yüklü dev balıkçı filomuz 5-6 yıldır tam da o bölgeyi av alanı olarak kullanıyor.
Horn ve ötesi: Antarktika
‘Uzaklar II: Antarktika’ 540 sayfalık bir kitap. İlk 200 sayfada bölgeye ulaşana kadar yaşananlar, yolculuğun ilk 2 yılı okurla paylaşılıyor. Tekne 14 Aralık 2010 tarihinde Buenos Aires’in tango ve asado ile süslü sokaklarından ayrılıp, Patagonya’nın 1400 millik ıssız pampalarına ve soğuk denizlerine giriyor. Hedef: Denizcilerin korkulu rüyası Horn Burnu…
Gökyüzünde albatrosların, denizlerde balina, fok ve penguenlerin Uzaklar II’ye eşlik ettiği bu ikinci bölüm, deyim yerindeyse bitmeyen bir kreşendo. Heyecan ve gizem art arda yükseliyor. Bu tempo ve gerilimi takip eden satırlarda eksiltmeden sürdüren Atasoy, denizciliğin yanında bir yazı ustası olduğunu gösteriyor.
Güneye inen her milde dalgalar biraz daha büyüyor, hava soğuyor, rüzgâr kuvvetleniyor. Her gün yeni bir hayat tecrübesi; Sibel’in bir bumba kazasıyla gözünün altında açılan 3 santimlik derin yarık steri-strip ile sabitleniyor. Jules Verne’in ünlü ‘Dünyanın Ucundaki Fener’i yani Estados Adası kıyılarında soluklanıyorlar; sonra kazasız belasız efsanevi Horn Burnu ziyareti ve akşama Sadun Boro’nun bu geçişi kutlamaları için yanlarına verdiği ‘ayran’ şişesi ile ziyafet…
Ama burada bitmiyor. Atasoylar önlerine yeni ve güç bir hedef daha koyuyorlar. 12 Ocak 2012’de başlayan Antarktika yolculuğu öyküsü de müthiş… 600 millik Drake Boğazı… Ne demiştik; “Öfkeli elliler, çığlık atan altmışlar… O sularda Tanrı bile sesinizi duyamaz!”
Anlayacağınız bu hiç dinmeyen tempo Antarktika’nın sakin sularına, kuytu koylarına ulaşana kadar aynı hızla sürüyor. Yedinci kıtadaki araştırma merkezlerini ve askeri üsleri de ziyaret ederek geçirdikleri 40 günün ardından memlekete dönüş yolculuğu başlıyor.
Dönüş başlıyor ama Atasoylar’ın kalbi Antarktika’da kalıyor. Öyle bir kalıyor ki, Atasoylar Türkiye’ye dönüşlerinde Antarktika’da bir Türk bilim üssü kurulması için ulusal ve uluslararası çalışmaları başlatıyorlar. Ve hayli yol da alınıyor. Bir aralar Ankara’da da ilgi gören, bilim insanlarının da dâhil olduğu bu proje ne yazık ki son zamanlarda soğudu, unutulmaya yüz tuttu.
Şimdilerde gündemin değişim hızına yetişmek çok zor!
Adabı muaşeret konuları
Azra Erhat, “Mavi yolculuk tarihe, doğaya, denize ve insana karışmaktır” diyordu. Osman Atasoy’un 1992-97 ve 2008-12 yıllarında gerçekleştirdiği iki dünya seyahatini de dev bir mavi yolculuğa benzetmek mümkün. Bu seyahatleri anlattığı ve 20 yıl arayla kaleme aldığı iki kitapta doğal olarak tarih boyutu sınırlıdır. Sınırlı olmasa, tüm dünya tarihini anlatması gerekecekti, ona da sayfalar yetersiz kalır… Ama bu 2 kitapta deniz, doğa ve insan inanılmaz fazla miktarda var. Özellikle de insanlar, yeni dostlar…
Sanırım Osman Atasoy dünyada girdiği her koyda, her ada ya da kentte sayısız ve ilginç dostlar edinmiş. Uzaklar II’nin Güney Amerika’nın en ucundaki kent Ushuaia’yı ilk ziyaretini anlattığı sayfalarda merak ettim saydım, sadece o kısacık alan ve bir-iki haftalık molada 20 civarında usta denizci ile dostluk kurmuşlar. Hatta Horn Burnu ziyaretini de çok sakin bir güne denk getirince Osman tekneyi terk etmemiş ama Sibel Atasoy, botla karaya çıkıp Horn Burnu fenercisi ve ailesi ile tanışmayı ve sohbet etmeyi becermiş.
Osman Atasoy’un ilk eşi Zuhal Atasoy ile gerçekleştirdiği ilk dünya seyahatinde de durum farklı değildi. Yeni dostluklarla dolu bir yolculuktu. Zaten Uzaklar I’in son sözü de şöyledir: “Herkes denizcilerin birbirleriyle geçindikleri gibi geçinebilseydi dünya harika olurdu.”
Ancak… Osman Atasoy geçtiğimiz yıllarda denizlerde neler yaşadı, gördüyse, 20 yıl sonra kaleme aldığı ‘Uzaklar II’nin sonuna ‘denizcilikte terbiye, örf, adet, gelenek’ gibi bir ek bölüm kaleme almayı gerekli görmüş. (Göcek Manastır Koyu’ndaki yat mola noktasında kitabının son düzeltilerini yaparken pandemi döneminde pıtrak gibi çoğalan yeni denizcilerimizin sergiledikleri şaşırtıcı hadiseler ile bu eke karar verdiğini de belirtmiş.) Herhalde, yazılı tarih boyunca hiçbir denizcinin kitabında böyle bir ihtiyaç duyulmamıştır.
‘Deniz Adabına Dair’ başlıklı o ek bölümü hafif bir gülümseme ile kitaptan önce okudum. Çünkü ben de tam olarak aynı hislerle ‘Mavi Yolculuk Rehberi’nin 2 yıl içinde yapılan genişletilmiş 2’inci baskısının ön sayfalarına denizci ağabeyimiz Teoman Arsay’ın ‘Biraz tekne, biraz seyir, biraz bakım, biraz yaşam’ başlıklı, deniz adabı yazısını eklemiştim.
Eğlenceli bir durum değil. Aksine düşündürücü ve üzücü… Gerçekten de… Atasoy’un güncesine;
- Denize yakın oldukça denizciliği artan teknelerin üstünde giderek daha sık görmeye başladığımız kaçak kat benzeri yapılar nedir?
- Bomboş bir koya girdiğinde orada zaten demirli olan teknenin 2 metre yanına demirleyene ne denir?
- Tekne ocağına ve buzdolabına bakıp sahibinin denizci ya da orman piknikçisi olduğu anlaşılabilir mi?
- Tekneye çakar ışıklandırma yapan ile otoyolda emniyet şeridinden kırmızı-mavi çakarıyla son hız giden şahıs arasında nasıl bir benzerlik vardır? gibi sorulara yanıt arayan bir yazı ekleme ihtiyacı hissetmiş olması çok acı değil mi?
Not: Bu adabı muaşeret yazısının sonunda, Atasoy’un ‘Denize Saygı’ başlığı altında bir sayfaya sığdırdığı bir çocukluk anısı var. Denizi seven herkes o satırları okumalı. (O kadar güzel ki, özetlemek bir anı hırsızlığı olurdu.)