Yazıya başlamadan önce bir küçük kişisel bilgi: Babam, amcam tıp insanlarıydı. Her ne kadar ekonomi ve sosyoloji okuyup, gazetecilik, iletişim işleriyle meşgul olduysam da, çocukluğumda radyoskopi cihazı, babamın çalıştığı dispanserin laboratuvarı doğal oyun alanlarımdı. İlerleyen yaşlarımda da tıptan hiç kopamadım. TÜBİTAK tarafından yayınlanmış ‘Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün-Frank Vertosick’ kitabını kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum. Çünkü beyin zor, gizemli ve çok sihirli bir konu… Hep istemişimdir; bir beyin cerrahı dostum olsun, bana beynin tüm sırlarını anlatsın. 2012 yılıydı sanırım, hayatımda ilk kez bir beyin cerrahı erişim alanıma girdi. ‘Erişim alanı’ demek denizcilik demek… Çünkü o yıllarda deniz hayatımın en önemli öğesi haline gelmiş durumda… 6 yıldır düzenli olarak denizcilik anıları, deneyimlerimi yazdığım Yacht Türkiye’de, Prof. Dr. Talat Kırış’ın Antalya’daki bir mesleki kongre sonrası kiraladığı bir tekneyle Fethiye’ye yolculuğunda yediği deniz dayağı ve maceraları dergimizde yayınlanmıştı. Talat Hoca yazısında Yacht Türkiye’de yayınlanmış benim yazılara da değinmiş. Gülümseyerek ve sevinerek okumuştum. Sonra Talat Hoca bizim dergide yazmaya devam etti. Biz de bir iki sosyal ortamda karşılaştık, sohbet ettik.Ama hayli meşgul bir insandı. Onun hakkındaki düşüncelerim Gezi olayları sonrası gördüğüm bir fotoğraf ile başka bir boyuta geçti.
Ertelemeye son…
Talat Hoca, Gezi’de İstanbul Tabip Odası ekibiyle birlikte her gün parka uğrayıp gönüllü sağlık görevi yapmış. Ardından, herhalde tüm Türkiye’nin Talat Kırış’ı tanıdığı bir fotoğraf. Gezi sonrası ‘hayatının kararlarını erteleme’ diyor ve bir yelkenli tekne ile Antarktika yolculuğuna katılıyor. Ve sonra ‘no man’s land’de eksi 20 derecede buzların arasında üstünde bir ‘ÇARŞI’ tişörtüyle bir fotoğraf… Talat Hoca o fotoğrafı TEDx’te ‘Hayatınızın Kararı’ başlığıyla yaptığı ve youtube kaydını birkaç milyon kişinin izlediği bir konuşmada paylaştı.
Unutulmaz bir konuşma...
Ameliyathanede “Burası benim ofisim” diye söze başladığı bir fotoğraf ve 3’üncü slaytta “Hayatı ertelemeyin, hayalleriniz için yapabileceğiniz her şeyi, mümkünse yarın yapın” diye bir hayaline yelken açışını izliyoruz. Kuzey Kutbu’nda kano ile gezintide. Talat Hoca o noktadan sonra hayatının kararlarını pek ertelememiş gibi. Birkaç slayt sonra TEDx toplantısında şiddetli alkışlara neden olan o ünlü fotoğraf. Grönland gezisinden 3 ay sonra dünyanın diğer ucunda, Antarktika’da üstünde bir ‘ÇARŞI’ tişörtü, arkasında dizi dizi penguenler. Kendi kendime “Vay canına, bu hoca sahiden başka tür bir hoca” dedim. Talat Hoca, o günlerde ünlü yat tasarımcımız Tanju Kalaycıoğlu’na 12.5 metrelik bir yelkenli yaptırmış ve sık sık denizlere açılmaya başlamış; Yacht Türkiye dergisinin düzenli bir yazarı olmuştu. Sonraki yıllarda daha sık karşılaştık ve sanırım aramızda daha hakiki bir dostluk oluştu.
Gökova’da 3-4 gün…
Yıl 2019, Haziran’ın ilk günleri. Yacht Türkiye dergisi yöneticileri ve yazarları ‘yaza merhaba’ demek için Gökova’da buluştuk. Ben Talat Hoca’nın teknesi Seyyale’deyim. Yazarlar buluşmamız bitti, ama denizi özlemişiz, Talat Hoca ve o sıralar ilk seferini yapmakta olan geleceğin miçosu Dagu (henüz 6 aylık bir Labrador ve 25-30 kiloydu) yola devam ettik, Gökova’da çok keyifli birkaç gün geçirdik. Talat Hoca benim kadar keyif aldı mı şüpheliyim, zira böyle açık denizde amatör ilgi alanım tıbbiyeden bir uzman yakaladım mı, asla affetmem, tüm yolculuk boyunca o branşta ihtisas yapıyormuş gibi ahiret sualleriyle insanı bunaltabilirim. İşte Talat Hoca’yı da öylece çaresiz yakalayıverdim (kaçacak yeri yok).Sorular da beynin anatomisinden, ‘modern beyin cerrahisinde navigasyon cihazı ne işe yarar’ gibi bir uçtan diğerine savruluyor. Neyse ki, karşımda ömrünü öğrencilerine adamış bir hoca var ve usanmadan beyin ameliyatlarının olmadık ayrıntılarını bana sabırla anlatıyor. Sonra hemen bir soru daha patlatıyorum; “Peki tümörler ille de yumurta gibi olacak değil ya, salkım saçak olunca nasıl temizliyorsun?” gibi…
İnanılmaz öyküler…
Laf lafı açtı, Talat Hoca öğrencilik yıllarından, çalıştığı hastanelerden, yurt dışı stajlarından Aziz Nesin kıvamında öykülerle süslediği maceralara girdi. Ama akıl almaz öyküler… Efendim, bir araştırmadaki kesik kafalar koleksiyonu; haftasonu araştırması için gazeteye sarıp buzdolabında dip köşelere sakladığı bir kadavra kalbinin annesi tarafından keşfedilmesinin evde yarattığı infial; Bursa’dan bir araştırma için İstanbul’a bir Şahin bagajında naklettiği 200 sıçanla polis çevirmesine yakalanışı; üniversitede deney yaptığı tavşanları teker teker yahni yapıp yiyen müstahdemin öyküsü; öğrenciliğinde Türkan Saylan’ın ekibinde doğu illerinde yaptıkları cüzzam taraması ve niceleri… Son gecemizde birden aklıma geldi, çok müthiş bir öneride bulunuyormuş gibi Vertosick’in beyin kitabına olan düşkünlüğümden söz edip, “Ya Hocam, sen bu anılarını yazmalısın” deyiverdim. O aralar Talat Hoca denizcilik sevdasını ve kariyerini yazmayı planlıyordu. Bu ‘hiç akla gelmeyecek / dâhiyane’ öneri karşısında biraz sinirlendiğini hissettim. (Öyle anlarda gözlüğünün üstünden sertçe bir bakışı var. Herhalde okulda münasebetsiz bir laf eden öğrencilerini susturmak için bu bakışı geliştirmiş.) Hemen konuyu kapattım, bir daha da açmadım… Meğer içten içe planlıyormuş bu işi… Yazdı.
Ve kitap…
‘Beyine Giden Yol’ Temmuz başında yayınlandı. İki günde okudum… İçindeki bazı öyküleri biliyor olmanın gizli gururunu yaşadığımı da itiraf edeyim, ama sahiden çok güzel bir mesleki ve toplumsal tarih çalışması. Talat Hoca, mesleğinin zirvesindeki tıp insanlarımız arasında. Tababette reklam, övgü olmaz, ayrıntılara girmiyoruz. Bu konuda kişisel bir deneyim deseniz, o da tuhaf bir öykü; Ağabeyimin boyun fıtığını ona ameliyat ettirdim, benim boyun fıtığımı ameliyat edecekti, elinden kaçtım, şimdilik idare ediyorum. Ve tekrar eline düşmemeyi umut ediyorum. “Ya astronot ya beyin cerrahı” olacağım diye hayata adım atan Talat Kırış halen Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanı ve Akdeniz Beyin Cerrahisi Dernekleri Eğitim Komitesi Eşbaşkanı bir hekim. Genellikle zor vakalar için ararlar Talat Hoca’yı. O ise, zorlu meslek yaşamında zaman yaratıp Afrika’da, Asya’da beyin cerrahlarına eğitim programları düzenler.
80 kuşağı…
Talat Kırış ile aynı yıl doğmuşuz, 1961. Üniversitede 80 darbesini, sıkıyönetim günlerinin karanlığını yaşamışız. Eğitim hayatı boyunca ne zorluklar, ne trajikomik öyküler, ne kaprisler… Ve mütevazı bir aileden hayata gelmiş, bu denli yüksek bir mesleki başarıya ulaşmış bir kararlılık. ‘Kararlılık’ belki de yanlış bir tanım, müthiş bir hayallerinin peşinde koşturma öyküsü. Talat Hoca’nın deyişiyle, sırat köprüsü üstünde sırtta yolcu taşıma öyküleri. “Sabah işe gelir, birini alır öbür tarafa geçiririz. Düşürürsek bedeli ağır olur, düşürmeye hakkımız yoktur. Başka işlerde vasatlık belki kabul edilebilir. Ama bizim işte olmaz, mükemmel olmak zorundayız... Beyin ameliyatı, Everest’e çıkmak gibidir. Ama biz Sherpa’yız. Yani bakkala gider gibi 8 bin metreye insanları çıkaran Nepalli rehber dağcılarız. Nasıl çıkacağımızı, nasıl ineceğimizi biliriz” diye anlatıyor kendi mesleğini. Bir solukta okudum ‘Beyne Giden Yol’u. Mesleğindeki kocaman hayallerini gerçekleştirmiş bir hekimin defalarca okunabilecek harika bir tıp tarihi kitabı. Nöroşirurji alanından hareket edip benim kuşağımın Türkiye’sini böyle lezzetli anlatan bir anı kitabı şimdiye dek görmedim (zaten tıp tarihi açısından genel olarak da Türkiye’de yazılmış bu kalibrede pek az anı kitabı var). Anılar Türkiye merkezli olunca, ‘Beyne Giden Yol’ biraz beyin cerrahisinin dünü bugünü olmaktan çok, bir toplumsal tarih ve ülkemin gariplikleri silsilesi haline gelmiş. Yarın öbür gün bu kitap İngilizceye çevrilse okuyan ABD’li, Alman ya da İngiliz meslektaşları ülkemiz hakkında ne düşünürler kocaman bir soru işareti… Kitaba bir göz atın eminim hak vereceksiniz.
Denize giden yol…
Bir ara Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığını yaptı. Bu görevi selefine devrettiği günlerde iyice denizlerle içli dışlı olmuş durumda. Derneğin başkanlığa veda toplantısında beyin cerrahisini şöyle anlatıyordu: “Denizcilik hele de yelkencilik, bizim işe çok benzer. Bir defa sorunlar bitmek bilmez, her şey günlük gülistanlıkken, fırışka bir poyrazda açmışım yelkenleri maviliklerde derken, birden hava kararıverir. Hele de Ege’nin meltem fırtınaları hiçbir şeye benzemez, dayağını yiyen bilir, ansızın bastırır. Sanırsın anevrizma yüzüne patladı. Orada ameliyathanede hastanın hayatı, burda denizde kendinin ve mürettebatının. Yani bizim işteki gibi her an her şeye hazırlıklı olacaksın. Gün olur ameliyatlar saatler sürer, hayırlısıyla kapatsak şu hastayı dersin, gün olur, bitse de şu yolculuk bir limana salimen bağlansak dersin. Ama en iyi dostluklarda denizde kurulur. Denizcilikte dayanışma esastır.” Doğru ve zaten… Benim için asıl önemli nokta ve esas ortak paydamız koca hayallere sahip Talat Hoca’nın denizcilik tarafı. Şimdilerde tek hayali 7-8 yıl önce gördüğü Antarktika ve Kuzey Kutbu Kuzeybatı Geçidi’ne bir kez de kendi teknesiyle gezi düzenlemek.
Eminim yapacak da…
Hatta belki bir etabına ben de katılırım. Bir kez teklif etmişti; “Ali sen İngiltere sonrası etaba gel. Bak buzdağları arasında gezeriz” gibi bir teklif. Az kaldı beyin kanaması geçirecektim. “Aman Talat Hocam, ne yapıyorsun? Benim o soğukta, buzulların arasında işim ne, ben mesela Sardunya-Korsika etabına falan katılsam” diye yanıt verdim.Anlayın onun hayallerinin büyüklüğünü ve benim sefa düşkünlüğümü… Bir de not: Merakla bekliyordum. Bir diğer denizsever tıp insanı, Nöroloji’nin duayen ismi Prof. Dr. Gençay Gürsoy da tıbbiye ve Türkiye anılarını kaleme alıyordu. Ne tesadüf, o da denizci, hatta ilk mavi yolculardan biri. Tam şu satırları yazdığım gün haber geldi; Gençay Hocam da kitabını bitirmiş, “Bir Hayat Üç Dönem” ismiyle yayınlanmış. Gençay Hoca’nın beynin koridorlarındaki anılarını, ilk mavi yolculukları,ülkemizin siyasi, toplumsal çapraşıklıklarına ilişkin izlenimlerini de bir solukta okuyacağıma eminim.