Denizlere adım attığımızdan bu yana, yani 20 yıla yakın sürede Ege’nin sınırlarını sadece birkaç kez aşarak (İyon ve Adriyatik denizlerinde birkaç gezinti) herhalde 20-30 bin DM yol yapmışızdır. Bu süre içinde yılda en fazla 1-2 gece aynı koyda konaklamışlığımız var. Çünkü Yacht Türkiye Dergisi ve sonraları da Mavi Yolculuk Rehberi için (hatta bu listeye 2021’den itibaren Oksijen yazılarını da eklemek lazım) günde en aşağı 2-3 durak yapar, fotoğraf çeker, bilgi toplardım.
2022 Temmuz ayından bu yana Gökova Ören yeni evimiz. Burada bir alışkanlık edindik. Kısa Gökova gezileri yapıyor, marinaya her döndüğümüzde birkaç gün Ören’de kalıyor, kenti ve çevreyi keşfediyoruz. Bu yeni deneyimin çok basit iki gerekçesi var.
Birincisi, Ören Marina açık mendireği sayesinde tertemiz bir denize sahip. Sabah kalkıp marinada bağlı olduğunuz yerde denize girerek yüzünüzü yıkayabiliyorsunuz. İkincisi de, Ören eski Ege sahil köylerinin atmosferini soluyabileceğiniz çok sempatik bir yer. İnsanları mutlu, huzurlu. Bu devirde şaşırtıcı ama, herkesin yüzü gülüyor ve Ören’in küçük, mütevazı, tamamen yerel hoşlukları var.
Aslında… İki Ören var. Biri Keramos antik kenti kalıntıları üstüne kurulmuş eski köy bölgesi. Yerliler çoğunlukla burada yaşıyor. İkincisi ağırlıkla 80’lerde Ören’de deniz kıyısına yakın bölgelerde yazlık ev yapmış, pandemi döneminde de bu yazlıklara bir hayli yerleşmiş kentlilerin ve kısa süreli turistlerin Ören’i.
Zincirleme reaksiyon yöntemi…
Yeni taşındığım mahalleyi keşif için bir zincirleme reaksiyon yöntemim var. Bunun için ilk yapacağınız şey ‘işinde, mesleğinde mükemmeli yakalamış bir adres’ tespit edebilmek. Sonra ‘Bay/Bayan Mükemmel’in önerilerini alıp bir iki iyi yer daha keşfediyorsunuz ve bu keşifler bir saadet zinciri gibi devam ediyor.
Bu doğrultuda Ören’de ilk adımım uzun zamandır marinada kalan iki arkadaşımızın öğle yemeği için Enginar isimli aile lokantasına giderken beni de davet etmeleri oldu. Dediler ki “Böyle leziz ve kaliteli bir aşçı lokantası, değil Ören, tüm Ege’de az bulunur.” Hemen takıldım peşlerine ve Enginar’da Nigar Hanım’ın o günkü menüsünün yer aldığı tezgâhın başında buldum kendimi. Gerçekten yemeklerin nefaseti muazzam. Nigar Aydın, sabah çarşıda-pazarda taze ne bulursa o gün onu yapıyor. Bir de Çökertme kebabı, tas kebabı, acılı tavuk gibi bir ana yemek. Her tencere bir başyapıt.
Nigar Hanım’a “Siz bazlamayı nereden, kimden alıyorsunuz?” diye sordum. Dedi ki, “Köyde İlkay’ın Yeri’ne gidin. Ben İlkay’dan alırım.” Nokta.
Ören köy keyifleri…
Bunun üzerine Ören’in küçük hoşluklarını keşfe köy tarafından başladım.
‘İlkay’ın Yeri Göçekbaşı Büfe’ eski köyde, pazar yerinin bir sokak paralelinde, yol ortasında küçük bir meydanda. Minicik bahçesinde 3 tane devasa biber ağacı var. Muhteşem güzel kokuyor. Dükkan içinde odun ateşli iki saç kuzine… 3 hanım 12 saat bazlama, börek, dolma, gözleme pişiriyor. Kimi geliyor orada biber ağacının gölgesinde gözlemesini, böreğini yiyor, kahvaltı ediyor. Kimi de alışveriş yapıyor evine götürüyor.
Bazlama alalım diye geldiğimiz İlkay’ın böreklerini de tadalım, diye bir masaya oturup komşu masalarla sohbete başlayınca, köy meydanında iki önemli adres daha öğrendik.
Haftada bir kez simit-kaşar peyniri ile kahvaltıyı seviyorum. Ama mesele şu; güzel simit artık Türkiye’nin hiçbir yerinde kolay kolay bulunmuyor. Köy meydanında Japonya’da kurduğu unlu ürünler işinden vazgeçip Ören’e yerleşmiş bir fırıncı olduğunu öğrendim. İsmi Özbaşak Simit ve Börek Salonu. Biraz ince ve çıtır yapıyorlar, bu simidin lezzeti Türkiye’de ilk 10’a girer.
Köy sokaklarında dolaşmaya devam ediyorum. Bir diğer köşe başında methini işittiğim Kokoreççi Dükkanı’nı görüyorum. Kuzu pirzolanın fiyatı 250 liraya çıktığından beri dönerciler, köfteciler ve kokoreççiler deli gibi iş yapıyor. Yapıyorlar da… İyi kokoreç bulmak kolay değil. Furkan dükkanı yönetiyor, babası ızgaranın başında. Balıkesir’den gelen günlük kokoreci sahiden harika. Yazlıkçı mahallesinden gelen talep üzerine biberli-domatesli ince kıyım (İstanbul usulü) yapmaya da başlamış. Bu arada, İnegöl usulü güzel köfteleri de var.
Yazlıkçıların Ören’ini geziyoruz…
Turistik kent tarafında da süper keşiflerim var. Az önce anlattım, en önemlisi muhteşem ev yemekleri yapan Enginar.
Enginar’a giderken yol üstünde mavi kıyılarımızın en güzel lahmacunlarından birini tadabileceğiniz Yakamoz bulunuyor. Ören Marina’da ülkemizin en ünlü kalp cerrahlarından birinin teknesi var. Duydum ki, Ören’e her geldiğinde Yakamoz’da lahmacun yemeden İstanbul’a dönmezmiş. Ören’de en aşağı 5-6 pideci var, ama Yakamoz’un hem lahmacunu, hem pidesi çok meşhur. Gittik tattık. Pide bu sıcakta biraz ağır gelebilir. Lahmacun harika. Bir de not: İlk gittiğimizde biraz açtım. Garsona dedim ki 1 lahmacun yeter mi, dedi ki, “Doymak için 2 tane kafidir.”
“Peki 2 tane yiyelim” dedim, az daha patlayacaktım.
Ören’de hepi topu bir ana cadde var. Bu cadde üzerinde envai tür zincir market ve üç ünlü yerel market... Köy bölgesinde önce Anlıak, sonra köy ile kent arasında Hörü Ana… Dörtyol’un az berisinde, yazlıkçı bölgesinin merkezinde de Hayriye… Hayriye, yerli-yazlıkçı herkesin sevgi ve saygısını kazanmış, sanırım Ören’in en fazla tanınan genç hanımı. Her soruna çözüm üretebilen, zehir gibi bir iş kadını. Manavlardan daha zengin çeşitlikte meyve-sebze, güzel peynir, her türlü ıvır zıvır yanı sıra, İstanbul duty free’lerinden sonra Türkiye’nin en iddialı malt viski reyonuna sahip olduğunu da söyleyebilirim.
Marinaya yakın Çamlık gözlemecisi bir diğer hoş keşif oldu. Otlu, kıymalı, patatesli, 3 farklı tür peynirli, karışık, hepsi ayrı güzel… Diyelim akşam canınız hafif bir şey atıştırmak istedi. Kordon boyunda sahilin tam ortasında iki Afro-Türk bacımız mısır satıyor. Biri (Nurcan) haşlama, diğeri (Sevcan) közde pişmiş mısır yapıyor. Sadece akşam saatlerinde çalışıyorlar ve önlerinde sürekli uzun bir kuyruk var. Sahilde batı yönünde ilerlediğinizde iki mısır istasyonu daha var. Ama bence en başarılıları Sevcan ve Nurcan Hanımlar. Son uğradığımda biraz sohbet ettik. Sordum “Neredensiniz” diye. “Ailemiz Mazı Köyü’nden Ören’e gelmiş” diye yanıt verdiler. “Peki daha eski nerelisiniz” diye üsteledim, bu kez birbirlerine baktılar ve “Girit” dediler. Artık dahasını sormadım. İlginç hayat öyküleri…
Ören’den insan manzaraları…
Ören, sokaklarında dolaştıkça şaşırtıcı öyküler çıkan bir yer. Bu öyküler bazen hüzünlü, bazen gülümsetici, bazen şaşırtıcı olabilir. Fark etmiyor, kahramanları mutlu. Öyküler de mutlu.
Daha kim bilir neler keşfedeceğiz Ören’de, ama son bir insan portresi.
Marinadaki deneyimli arkadaşlara bir berber aradığımı söyledim. Biraz düşündüler, “Sen Kıvanç’a git, hoşuna gider” dediler. Hayriye Market’in tam karşısında Yalı Berberi.
İçeri girdim, baktım minik dükkanın 3 duvarı kütüphane. “Kitap merakı olan bir berber ne güzel” dedim kendi kendime, oturdum koltuğa. Laf lafı açtı. Berberimizin ismi Kıvanç Başkan.
Kıvanç kendine bir hedef koymuş, Muğla ve ardından Doğu Anadolu’da Batman, Van, Ağrı… Toplam 30 ilkokula bağışlarla kütüphaneler kurmuş.
Çocuklar için binlerce kitap toplamış. Kulaklarıma inanamadım.
Ören, gerçekten masal gibi bir köy. Böyle yerlerin hâlâ olduğunu görmek insana ciddi mutluluk veriyor.
Sokak aralarındaki tarihi miras: Keramos
Keramos antik kenti, Gökova’daki en önemli antik yerleşimlerden biri. Yunanca ‘çömlek’ demek. Binlerce yıllık bu Karia kentinde, Dor, Pers, Rodos ve Roma hâkimiyetleri boyunca çömlekçiliğin, amfora üretiminin çok önemli bir ekonomik uğraş alanı olduğu; Keramos’un, antik dönemde Akdeniz ticaretinin önemli uğrak noktalarından biri olduğu biliniyor. Öyle ki o zamanlar Gökova Körfezi’nin ismi de Kerameikos. Bu isim 20’nci yüzyıl başlarına kadar Gereme Körfezi olarak devam ediyor.
Yakın tarihe ışık tutan anı kitaplarında, George E. Bean gibi cumhuriyetin ilk yıllarına dair arkeoloji envanteri örneklerinde, Ören-Keramos müthiş bir tarihi miras olarak anlatılıyor. Türkevleri’ne kadar uzanan bölge baştan aşağı seramik parçalarıyla kaplı olarak tarif ediliyor. Bir ilkokul binası, yanı başında bir tapınak kalıntısı, bir cami, yanı başında bir kilise kalıntısı. Sonra birden bu tarihi miras göz önünden siliniveriyor. Bir tür buharlaşma. Ama aslında bir şeyin buharlaştığı yok. Ege’de bazı antik kentler bugünkü yerleşimler ile tamamen iç içe geçmiştir. Kıyıkışlacık-Iassos, Sığacık-Teos, Bayır-Syrna, Ildır-Erythrai, Milas-Mylasa ilk aklıma gelen örnekler. Bu antik kentlerin neredeyse her yapısı, her taşı bugünün köylerinin, ilçelerinin binalarında yapı taşı olarak kullanılmıştır. Ören bu konuda bir diğer şampiyon. Ama farklı bir yöntem söz konusu.
Tüm köy tescil edilebilir
Eski köyün neredeyse her sokağında bir Dor, Roma, Bizans kalıntısı var. Ve adet olduğu üzere bu tarihi mirasın taşları yeni kentin kurulmasında kullanılmanın ötesinde sokak aralarında tarihi binaların iki duvarı arasına yapılmış dizi dizi evlerde görülebiliyor. Bakıyorsunuz bir Bizans kalıntısının iki duvarı arasına teneke/sunta konmuş, derme çatma bir marangozhane olmuş. Bir kilisenin apsisinin kuytusu bir traktörün gölgeliği, bir köşesine de kışlık odun yığılmış. Yani Örenliler tarihi mirastan çok değişik bir yararlanma yolunu seçmişler, eski yapıları yıkıp taş olarak değil de sağlam duvarları arasına tamirat ile yeni bina inşası yöntemini tercih etmişler. Dolayısıyla bugün Ören’in eski köy bölümündeki pek çok ev, sokak tarihi yapı olarak tescil edilse kimse itiraz etmez.