Mavi yolculuğun bazı duraklarını bir özerk devlet gibi görüyorum. Bunlar, çoğunlukla kara yolu olmayan, bazıları 20-30 yıldır çok büyük ağırlıkla sadece denizcilere hizmet veren tesislerin bulunduğu çok güzel koylarımızdır. Bu koylardaki bazı tesisler tapulu araziler üstüne kuruludur, bazıları kamu arazilerinde kiracıdır. Bu tesislerin kurucuları, çalışan gençlerin büyük çoğunluğu denizlerimizdeki denizcilerden daha ‘denizci’dir. Denizcilik örf ve adetlerini çok iyi bilirler. Denizcilerin bazen uzun ve yıpratıcı seyirlerden iskelelerine yanaştığını, bazen ertesi sabahın köründe çok uzun bir seyre çıkacağını bilirler. Örneğin yüksek volümlü müzik çalıp yorgun denizcilerin uykusunu bölmezler. Denizi severler, kirletmezler. Örneğin Hisarönü’ndeki ıssız koylardaki tesislerde her sabah 8-10 metrelik bir piyade kayığı ile bu tesis sahipleri alışverişe giderken tüm teknelerin çöpünü yanlarına alırlar. Çünkü bu bölgede belediyenin böyle bir hizmeti bulunmaz ve eğer tesis sahibi almazsa münasebetsiz bazı denizcilerin 50-100 metre uzakta çöplerini kıyıya bıraktığına tanık olmuşlardır. Bıraktım, aynı koyda 5-10 gün kalan bir teknenin eşsiz bir koyumuza siyah sularını zerk etmesinin verdiği acıyı… Üstlerine vazife olmayan işler de yaparlar… Denizde dara düşene her türlü imkanı seferber ederek yardıma koşarlar. Göcek Göbün’de bundan 15 yıl önce 60 yaşlarında bir İngiliz turist 100 metrelik bayrak tepesi kayalıklarında düşüp ayağını kırmıştı. Koyun o günlerdeki en bıçkın delikanlısı Eşref, bir de Göbün restoran çalışanları ile iddiaya girip kadıncağızı 30 dakika içinde kucağında kayalıklardan indirince, iskeledeki denizciler feleğini şaşırmıştı. Marmaris Çiftlik Koyu’nda Lodos, Knidos’ta Gündoğusu (Keşişleme), Gökova Akbük’te Kıran Rüzgarı patlayınca, iskele palamarcılarının tekneleri istenmeyen bir kazadan korumak için 15-20 dakikada çözüp alargaya aldığını bir gören bir daha unutamaz. Bir misafirlerini trakonya, deniz çıyanı gibi bir zehirli deniz hayvanı çarptığında sürat motoruna atıp bazen 1-2 saat uzaklıktaki bir sağlık ocağına yetiştiren onlardır. Koyların emniyeti onlardan sorulur. Geçen yıl Hisarönü ve Gökova’da 5-6 bot hırsızlığı yaşanmıştı. Sadece iki tanesi suçüstü yakalandı. Bu iki örnekte, Turgut’taki Ella ve Zakkum’un genç palamarcıları, hırsızları denizden takip etti ve güvenlik birimlerine koordinat verdi. Birinde Sahil Güvenlik botu yetişti, hırsızlar denizde yakalandı. Diğerinde Sahil Güvenlik botu gelmeden önce karaya çıkan hırsızları jandarma birimleri enseledi. Sadece adli vakalar değil… Göcek’te Küçük Sarsala, Bedri Rahmi gibi yat mola noktalarında, Kille Bükü, Hurmalı gibi ıssız koylarda şişe kırığı ya da piknikçiler nedeniyle çıkan kaç orman yangınını bu insanlar büyümeden söndürdüler. Bu koy işletmecileri tekne kullanmayı da çoğu denizciden daha iyi öğrenmişlerdir… Bu iskelelerdeki 15-16 yaşındaki gençler, acemi denizcilere iskeleye nasıl yanaşılacağını çok güzel öğretir. Kıçtan karaya yanaşanlardan önce rüzgar üstü palamarını isterler. Tonoz halatının incesinin teknenin pervanesine tornistanda dolanacağını akıllarından çıkarmazlar. Adeta doğuştan denizcilerdir, örnek çok… Dirsekbükü’nde Levent ve Esra’nın oğulları Emir’in, daha 1.5 yaşında konuşmaya başlamadan önce 9.9 hp’lik dıştan takma motor kullanmaya başladığını görenler küçük dillerini yutuyorlardı. Bu devletlerde de iktidar değişimi yaşanabilir… Nasıl ki, ülkelerde bazen seçim oluyor, iktidar değişiyor, yeni bir düzen kuruluyor. Bu koylarda ve tesislerde de bazen bir seçim oluyor ve iktidar değişiyor.
Peki bu devletlerdeki seçim ne?
Basit. Diyelim ki, bir aile 20 yıldır bir tür mahrumiyet bölgesi bile sayılabilecek o ıssız koyu işletmiş. Bazısı iyi para kazanmış, ama yorulmuş emekli olayım, demiş. Ya da çocukları o işi yapmak istememiş şehirde mühendis ya da bankacı olmuş. Son zamanlarda bizim kıyıların değeri de arttı ya mal sahibi bir seçim yapıyor ve tesisine iyi para veren birine satıyor. Son zamanlarda bu koylara talip de çok. Nasıl ki ülkelerde hükümet değişince bazen iyi oluyor, bazen kötü… Bu koy devletlerimizde de durum aynı. Yeni hükümetin işi zor. Çünkü yıllarca kara yolu olmayan bir mahrumiyet bölgesinde denizcilerin de beğenisini, sevgisini kazanmadan bir işletmenin ayakta kalabilmesi zor. Oysa, yeni hükümet, yani yeni tesis işletmecisi/sahibi, son yıllarında başarısız, rağbet görmeyen bir tesisi devraldığında çoğunlukla başarılı olabiliyor. Örneğin Kuzbükü’nde son yılların parlayan yıldızlarından Neighbours böyle bir örnek. İlk açıldığında tesisin sahibi olan üç ortak Bozburunlu bir işletmeci ile anlaşmışlardı. Bir türlü dikiş tutmadı. İskele iki yıl bomboş kaldı. Sonra Marmaris’in ünlü balık restoranı Neighbours’un sahipleri Menderes-Belgin Çoban tesisi devraldı. Şu anda körfezin en popüler mekanlarından biri… Ya… Satın alınan tesis bir efsane ise… İşte bu noktada işler zor. Hemen aklıma gelen örnekler… Mesela İrfan Tezbiner 30 yıldır oya gibi ince ince işleyerek meydana getirdiği Ekincik My Marina’yı bir Katar şeyhine satsa. Şeyh orayı nasıl toparlar, nasıl farklı kılar? Mesela Hisarönü’ndeki en sevdiğimiz durak noktalarımızdan Kocabahçe’nin sahibi Fisher Mehmet (Şengül) “Yoruldum artık” dese yerine gelen taze balığı, yerli kalamarı bulabilir mi? Kızı Zerrin’in tüm kış aylarında deneye deneye geliştirdiği mezelerden daha iyisini yeni işletmeci icat edebilir mi? Ve ekstrem bir örnek: ‘Göcek’in kralı’ lakaplı Muammer Önder diğer hissedarlarıyla da anlaşıp Göbün’ü bir Ankaralı müteahhite devretse, bıraktım Göbün’ü tüm Göcek’in hali ne olur? Bunlar hayal gücümü aşan sorular… Turunç Pınarı’nda eski ve yeni hükümet… Bu satırları Fethiye Körfezi’mizdeki bir diğer efsane durakta yazıyorum; Turunç Pınarı ya da Pınaraltı Koyu. Buradaki tesisi 1979 yılında Osman-Tülay Aydın çifti açmıştı. 1984’te Turgut Özal’ın keşfiyle popülerleşmeye başladı. 1992 yılında yanı başında açılan Hillside’ın müşterileriyle farklı bir boyuta geçti. Eşsiz bir doğa ve Balıkçı Osman’ın tandır fırınında pişirdiği muhteşem balıklar, keşfettiği deneysel lezzetler… Her yıl biraz daha ünlendi.Sonra bir gün duyduk ki, Balıkçı Osman “Artık yoruldum” demiş ve 2015’te tesisi ünlü TV yapımcılarımızdan Timur Savcı’ya satıp Kayaköy’e yerleşmiş. Timur Bey, birkaç yıl tesisi Osman Aydın ve oğlu Deniz’in yönetiminde işlettikten sonra kendi hayallerini gerçekleştirmeye karar verdiğinde çok üzülmüştüm. Acaba ortaya nasıl bir şey çıkacak? Hatta kendisiyle de görüşmüş, çok zor bir yola yelken açtığını söylemiştim. Bu yaz başında yeni tesis ‘Yazz Collective’ açıldı. Şu anda iskeleden kıyıya bakıyorum. Çok yeni ve çok tanıdık bir koy. Çok yeni… Çünkü tesis tamamen farklı; ilk dikkatimi çeken çok güzel bir açık mutfak ve önünde inanılmaz güzel bir bar. Eski binalardan bazıları duruyor. Mesela Balıkçı Osman’ın çardakları çocuk oyun alanı olmuş. Timur Savcı’nın yıllarca yaşadığı küçük evin yarısı modern bir jimnastik salonu, yarısı çok hoş tasarlanmış bir spa. Eşi Banu Hanım seçkin tasarımcıların koleksiyonlarını sergilediği bir butik oluşturmuş. Mutfağın arkasında bir art-galeri ve çocuklar için bir teknoloji odası yapılmış. Sahilin batı tarafı sadece yetişkinlere ayrılmış. Çocuklu aileler doğu tarafındaki plajda. Balıkçı Osman zamanından 6 misafir odası vardı, biraz büyütülerek modernize edilmiş. Ultra modern de diyebilirim. Peyzaj ve mekanların tasarımı mimar Fahrettin Aykut’a ait… Ve hakikaten göz okşayıcı. Ayrıca, tesisin ardındaki arazide tıpkı Osman Aydın zamanında olduğu gibi, hatta daha büyük bir bostan kurmak için çalışmalar başlamış. Çok tanıdık bir koy… Çünkü doğa, aynı doğa. Yemyeşil bir vadi, çam ağaçlarıyla kaplı muhteşem kayalıklar, muhteşem bir kanyon…İskeleden denizin rengine bakıyorum. Aynı lacivert su, 10 metre derinlikteki kum taneleri sayılıyor. Benim gibi bu koyda yıllarca harika anılar biriktirmiş bir sadık ziyaretçi için alışması zor, ama zorunlu bir durum… Çünkü değişim kaçınılmaz… Son 10 yılda denizciler müthiş bir dönüşüm içinde. Tekne boyları büyüdü, konfor arttı. Mavi yolculuk yerine, mavi yaşam hayat tarzı belirli bir ağırlık kazanmaya başladı. Hele ki pandemi sonrası ‘hijyen’ çok büyük önem kazandı. Bazı denizseverlerin ‘lüks segment’ işletme arayışı bir gerçek. Uzun yıllar boyunca tatillerini Turunç Pınarı’nda geçirip bu doğaya aşık olmuş Timur Savcı’nın, Alarko Turizm Geliştirme Müdürü Mehmet Can Uzun’u da işletmeci ortak olarak yanına alıp yeni hayallere yelken açtığı Yazz Collective, aslında Göcek’te birkaç yıldır yaşanmakta olan bu ciddi değişim arayışının son büyük örneği. Göcek aşığı ve tıp camiamızın tanıdık isimleri Mete-Rahşan Düren çifti, Timur Savcı’yla aynı yıl, yani 2015’te Göcek’teki Manastır Yat Mola Noktası’nın hisselerinin büyük çoğunluğunu satın aldı ve 2016’da Adaia’yı açtı. Manastır Yat Mola Noktası’nın işletmesi biraz sorunluydu, Göcek’te temiz-tertipli bir tesise özlem duyan çoktu. Adaia, kusursuz tasarımı, fark yaratan mutfağı, görkemli kütüphane binası ve çok yönlü kültür/sanat programlarıyla bir anda yeni bir efsaneye döndü. Geçen yıl Bedri Rahmi’de açılan Onno bir ikinci örnek. Hızla popülerleşti ve özellikle grup buluşmalarıyla kendine yeni bir alan açtı. Göcek Adası’nda geçtiğimiz aylarda açılan Fimi Island bir diğer örnek olacak gibi duruyor. Mesire yerinden nezih mekana dönüşebilmenin sancılarını yaşıyor şimdilerde. Ve gerçekten büyük yatırımlarla yapılıyor bu tesisler. Örneğin Göcek esnafından duyduğuma göre Fimi Island’ın sadece mutfak ekipmanı 1.1 milyon dolar tutmuş. (Abartılı bir rakam gibi görünüyor, ama… Ateş olmayan yerden de duman çıkmaz!) Sonra bu yüksek yatırım bedeli adisyona da yansıyor tabii. (A+tesisi seçen bedelini de ödüyor.) Soru şu: Müşteriler ve işletmeciler, yani bizim küçük koy devletlerimizin yöneticileri ve vatandaşları aradıklarını bulabiliyorlar mı? Mutlular mı?
Fark yaratmak biraz da müşteriye bağlı…
Turunç Pınarı’nda büyük bir değişim hamlesi yapan Timur Savcı ile kış aylarında konuştuğumuzda “Fransa, İtalya kıyılarında gördüklerimiz gibi modern, temiz, kusursuz bir yat kulüp hayalim var” demişti. Keşke öyle bir müşteri kapasitemiz olsa da, böyle nezih denizci kulüpleri kıyılarımızda kurulabilse, köklenebilse… Bilmem kaç yüz hp’lik RIB (yeni nesil dingi) ile son sürat iskeleye yanaşıp denizi kaldıranları görüyorum da. Derin bir şüphe içindeyim… Ama eğer bu müşteri profili yok ise, eninde sonunda arz talep denklemi çalışır. Büyük yatırımlarla kurulan yeni tesisler müşterinin taleplerine rıza göstermek durumda kalabilir. Hayallerden yavaş yavaş uzaklaşma riski de oluşabilir. Göcek’teki büyük değişimin geleceğini zaman gösterecek. Benim açımdan ise mesele şu: Bu küçük koylarımız çoğunlukla doğal ve arkeolojik SİT alanlarına ev sahipliği yapan, SİT ilan edilip edilmemesi bir yana muhteşem doğaya sahip, bağımsız küçük koy devletleri. Bu koyların hükümetleri, yani mülk sahipleri veya kiracıları bu koyun doğasına ihanet etmeden çağa uygun yenilikler yapabiliyor olmalılar.
Koy ve doğa, yani ‘bu küçük devlet’ hepimizin!
Turuç Pınarı’nda harika bir akşamüstü, Göcek’teki değişim rüzgarına bakıyorum. Bugüne kadar doğaya saygısız bir örnek görmedim. Aksine yeni nesil mavi tesislerin tümü, yangın koruma önlemleri, bölgeye uygun ağaçlandırma ve peyzaj, yasaya uygun ve doğayla uyumlu estetik yapılar sergilediler. Klasik koy balıkçısı gibi olmasa da, deniz yaşamına kaliteli kentsel lezzetler sunan mutfaklar getirdiler. Artı… Klasik tesislerin de kendilerine biraz çekidüzen vermesine, tesislerin yenilenmesine vesile olan hizmet kalitesi. Şu an için mutluyuz. Göcek’teki tüm yeni nesil işletmecilere ve hepimize bol şans diliyorum.