Yıllardır deniz günleri bitip karaya vurduğumuzda en aşağı 2-3 kez sudan bahaneler yaratır; Marmaris İçmeler’de başlayan dağ yollarından Söğüt’e, Selimiye’ye orman içinden geçip yolculuk yapmaktan büyük mutluluk duyardık. Amaçsız geziler, bahane bazen Bayır’daki Şahin’den yarım kilo bal almak, bazen Çiftlik’te Yaşar’dan bir kavanoz deniz tuzu almak… İlle de yol ortasındaki Bayır’da 1200 yıllık çınar ağacının gölgesinde bir acı çay içmek için bir mola verirdik. Güneybatı istikametinde 40 km. uzanan ve Hisarönü ile Marmaris Körfezleri’ni ayıran yarımada genel olarak Bozburun Yarımadası olarak bilinir. Bu yarımada dip noktalarında bir sapan tahtası gibi ikiye ayrılır, Söğüt-Taşlıca’dan Serçe-Bozukkale’ye uzanan güney ucu Karaburun’dur. Kuzey uç ise yine Bozburun olarak anılır. Karaburun ve Bozburun kayalıktır, orman tabakası yoktur, yer yer zeytinlikler, defne ağaçları… İsmi üstünde ‘boz’dur. 28 Temmuz günü Armutalan’da parlayan kıvılcım ile yarımadanın ‘boz’ olmayan tüm mahalleleri yandı. Sanıyorum benim ömrüm bu bölgeyi bir daha orman olarak görmeye yetmeyecek. Gençler, hele ki çocuklar bu bölgeye belki ‘Marmaris Karadağları’ ismini verecekler.
Denizden bakınca…
Daha önce Gazete Oksijen’de ‘Gökova’da huzur’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Datça-Knidos’u dönüp Hisarönü’ne girdiğimizde huzur yerini acı ve kasvete bıraktı. Simi’nin üstü bile sarı-gri kül ve yangın dumanıyla örtülüydü. Sonrası bazen artan rüzgarla kızıllaşan, ama hep tüten tepeler… Mavi kıyılarımızın bu bölgedeki eşsiz duraklarının çoğu, Hisarönü, Orhaniye, Turgut, Selimiye-Delikyol Yarımadası kaderine terk edilmişçesine tamamen yandı. Marmaris tarafında ise, İçmeler’den sonra Turunç, Amos, Kumlubük, Kadırga, Ilımar, Sarımersin koyları ve Çiftlik yamaçları… Bu kıyıda Gebekse sınır çizgi… Alevleri canı pahasına durdurmaya çalışan ormancıları, belediye çalışanlarını, askerleri, sivil halkı çeşitli sosyal medya paylaşımlarında gördük-duyduk. Ama alevlerin karadan yapılacak müdahale ile kontrol altına alınabilecek bir hali yoktu. Neredeyse tamamen kaderine terk edilmiş yangın, rüzgarın insafına göre oradan oraya yayılıyordu. Ve rüzgar bir hafta boyunca esti, esti, esti… Sonuçta Turunç ve Hisarönü’nde kumsala kadar alevler ulaştı. İnsanlar denizden tahliye edildiler. Donanma, Sahil Güvenlik ve hatta pek çok yerde amatör-ticari denizcilerin yardımıyla. Şu satırları yazdığım 3 Ağustos öğlen saatlerinde alevler Amos Antik Kenti ve yerleşim bölgesine dayanmış durumdaydı. Önümüzdeki aylarda, yıllarda bu bölgeyi denizden ziyaret edenler belki kıyametin boyutlarını tam olarak hissedemeyecekler. Çünkü kıyılarda hala pek çok yeşil kalmış alan var. Ama tepelerin ardı tamamen yanık. Kabaca kenarları 10x15 km. dikdörtgen biçimi bir alandan söz ediyoruz. Mavi cennetin en eski ve en yoğun orman bölgesi. Doğayla birlikte eko-sistem ve kültür de yok oluyor. Bölgeyi denizden ziyaret edenler kıyı insanlarını tanırlar, dostluklar kurarlar. Bu insanlar bölgenin turizm elçileridir. Çoğunun aileleri dağ köylerinde yaşar. Biraz zeytincilik, biraz dokumacılık, hayvancılık yaparlar. Ve en büyük iktisadi faaliyet çam balı üretimidir. Artık çok uzun bir süre Marmaris çam balı olmayacak. Arıcılar Birliği’nden aldığım bilgiye göre, 2012’de yapılan master planla Muğla’da 12 bin arı yetiştirme noktası saptanmıştır. Bu spotların 1500’ü yanan bölgede. Burada 740 aile arıcılık yapıyor. Her birinin ortalama 100 kovanı var. 74 bin kovan. Dışarıdan gelen arıcılarla birlikte 100 bin kovan. Her kovanda 50 bin arı var. Şu anda bu kovanlar yaylalarda, yani yangından kurtuldular. Ama 15 Ağustos’ta Marmaris’e döneceklerdi. Şimdi nereye gidecekler belli değil. Muğla’daki arıcılık spotlarının tümü üreticiler arasında paylaşılmış durumda. Kafana göre bir spota 5 milyon arı götürürsen kavga çıkar. Yerel kültürü yaşatan dağ köyleri idi. Bu bir orman yaşamıydı, artık orman yok. O insanlar yanık ormanın içinde yaşarlar mı, göç mü ederler, bir soru işareti. Ormanlarla birlikte eko-sistem yok olmuş durumda. Bundan sonra tamamen bölgeye bir turizm kültürü egemen olacak. Bu da yerel kültürün yerini İstanbul-Ankara kültürü alacak demektir. Orman, orman canlılarının kaybı ve ardından yerel kültürün eriyişi… Yanan sadece yeşil değil… Orman olmazsa yaban hayatı buğday eker gibi yetiştiremezsiniz, yenileyemezsiniz. Ancak kümes kurar, tavuk yetiştirirsiniz.Neden, neden, neden?
Bu hafta 31 ilde irili ufaklı 138 yangın çıktı… Mesela Manavgat yangını kesinlikle çok daha büyük bir doğa felaketi… Dumanları ve kül bulutu Afrika’ya dek ulaştı. Ben ‘mavi cennet’ten görebildiklerimi, duyabildiklerimi yazdım. Binlerce komplo teorisi, binlerce soru… “Yanan yerlere yapılacak otellere gitmeyeceğiz” gibi bir takım kampanyalar…Hiçbirine yorum yapamıyorum…
Ama ‘neden’ diye soranlara tüm kalbimle hak veriyorum. Bünyamin Sürmeli geçen gün bir yayında “Küresel ısınma diyorlar. Yeni mi öğrendik? Buna göre önlem alınması gerekmez miydi?” diye sordu. Haksız mı? Denizciler denizden tepelerde parlayan alevi anında görüyorlardı. Ama ihbar edecek bir telefon bile bulamadılar. Neden? Uzay yolculuğuna hazırlandığı ilan edilen ülkemizde bir Marmaris yangını ihbar hattı, Bodrum yangını ihbar hattı kurmak çok mu zordu? Gerçekten telefonla ulaşılabilecek bir kriz merkezi bile yoktu. Armutalan’daki ilk kıvılcımdan 6 gün sonra Çubucak’ta bir kriz merkezi kurulduğunu işittik. Ama hala bu merkezdeki çağrı telefonunu bilmiyoruz. Neden? Bunlar gibi sayısız basit ve haklı soru var. Bir de veri var elimizde: Bu hafta içinde başlayan ve tamamen rüzgarın insafına göre hareket edip bir türlü kontrol altına alınamayan orman yangınları Türkiye’nin hiçbir önlem almadığının kanıtıdır. Peki neden..? Bilmiyorum. Ama mavi cennetin göz göre göre yangına terk edildiğini hepimiz gördük, yaşadık!Büyük bilgi kirliliği arasından yerel notlar…
Tüm hafta boyunca büyük bir bilgi kirliliği yaşandı. Türkiye’deki basının hali pür meali bir kez daha ortaya çıktı. Bölgede gazeteci yoktu… Karadaki gelişmeleri amatör denizcilerden, yerel dostlarımızdan; ya da alevlerin arasına dalan Şahan Gökbakar gibi bağımsız bireylerden; Fatih Portakal gibi bağımsız gazetecilerden öğreniyorduk. Bu esnada tüm ‘resmi’ basın kanallarımız da “her şey mükemmel, yangın kontrol altına alındı” diye haberler yapıyordu. Bir uç örnek: Hisarönü cayır cayır yanarken canlı yayında “alevler kontrol altında” diye konuşan TRT muhabirini halk linç etmeye kalkıştı. Onca bilgi kirliliği arasında 3 Ağustos itibarıyla Marmaris-Bodrum kıyılarında yaşayan dostlardan bazı notlar:- Yangının başlangıç noktası olan Armutalan’dan Çiftlik’e uzanan kıyılarda ilk günlerde hasarsız kalan bölge Kadırga idi… Şu satırları yazdığım dakikalarda rüzgar batılı, o bölgede alevler yeniden canlandı. Alevler kıyı boyunca Ilımar-Sarımersin’den Kadırga’ya doğru ilerliyor. Yani Marmaris’ten çıktığınızda Gebekse’ye kadar yeşil kalmayacak gibi görünüyor.
- Çiftlik kıyı şeridi, yerel halkın büyük çabasıyla şu an için kurtulmuş gibi görünüyor. Rüzgar yön değiştirir ve alev Çiftlik’i geçerse Karaburun Yarımadası ormanları da kavrulur.
- Bayır Köyü’nün anıt çınarı mucizevi bir şekilde kapkara yanmış ormanların ortasında hala yemyeşil duruyor. Aslında bu bir mucize değil. Syrna antik kentine ev sahipliği yapmış Bayır, tüm bu bölgenin merkezidir, kalbidir. Bölgede “Tüm yollar Bayır’a çıkar diye bir laf vardır. Bölge insanları, traktörle su taşıyıp köylerini büyük ölçüde yangından korudular.
- Ama bölgenin bir diğer simgesel doğa varlığı Turgut Şelalesi alevlere yenik düştü…
- Yangın dağ köylerinden Osmaniye’yi silip süpürdü. Bu arada Bal Evi diye bilinen arıcılık müzesi de yandı. Ve ironik bir şekilde tam karşısındaki Orman Yangın Merkezi de…
- Hisarönü Köyü ve kıyı şeridi neredeyse tamamen yandı. Alevlerin Datça Yarımadası’na sıçramaması için olağanüstü çaba gösterildi. Bu esnada Çubucak Ormanı’ndaki binlerce kişilik kamping alanı boşaltıldı.
- 2 Ağustos akşamüstü alevler Orhaniye’ye doğru yamaçtan aşağı yuvarlanmaya başlamıştı. Martı Marina’da alarm verildi. Yaklaşık 200-250 tekne açığa alargaya alındı. Yamaçlarda hala alevler var.
- Orhaniye Kırvasil iskeleleri (Palmiye, Alesta) boşaltılmadı. Arkadaki azmaklar ve bataklık bu bölgeyi alevlerden koruyordu. Ama kuzey ve doğu yamaçları ateşten korunamadı.
- Turgut’taki iskeleler Ella ve Zakkum da hasar görmedi. Ama bahçeleri, bostanlar ile kaplı güzelim Turgut Vadisi’nde hasar çok. Alevler şu anda Delikyol Yarımadası boyunca ilerliyor, yeniden Turgut’a ulaşabilir.