Cumhuriyet, imparatorluk geçmişi ile olan ilişkisini nasıl kurdu? Bu ilişki zaman içinde nasıl değişti? Bir süredir bu soruların peşine tekrar düştüm. Her rejim kendini tarihî bir tezle konumlandırır. O zaman sorumuz daha da önemli hale geliyor: Türkiye rejiminin tarih tezi nedir? Kendini tarih karşısında nasıl açıklar, nasıl konumlandırır? Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih tezi zaman içinde değişti. 1930’larda Osmanlı geçmişinden kopma arayışı, 1940’lardan itibaren o geçmişi eleştirel bir sahiplenmeye dönüştü. Bu dönüşüm, bir yönüyle Cumhuriyet’e getirilen eleştirilere de bir cevap niteliğindeydi. Neydi bu eleştiriler tekrar hatırlayalım: Muhafazakârlar Cumhuriyet’in Osmanlı İmparatorluğu’ndan radikal kopuş arayışını hem gerçekçilikten hem estetikten uzak buldu. İslamcılar Cumhuriyet’i zengin bir manevî geçmişi ve dinî kurumsal altyapıyı yok etmekle eleştirdi, hatta suçladı. Türkçüler, Cumhuriyet’in millî damarının yeteri kadar Türk mefkûresinin hakkını vermediğini, farklı arayışların millî ülküyü sürekli yozlaştırdığını anlattı. Sol Cumhuriyet’in aslında imparatorluktan tam da bir kopuş (devrim) olmadığını vurguladı. Kimisi Osmanlı toplumundaki sınıfsal eşitsizliğin, kimisi etnik ve dinî ayrımcılığın Cumhuriyet’te devam ettiğini ifade etti. Kürt hareketi, Cumhuriyet’in Kürtlerin Osmanlı tarihinden akıp gelen kadim tarihinin üstünü örtmekle eleştirdi. Liberaller (liberal-muhafazakârlar) Cumhuriyet’in Osmanlı despotizmine ve geri kalmışlığına getirdiği eleştiriye rağmen demokrasi ve kalkınma üretemediğini, bürokratik vesayet içinde piyasanın gelişemediğini anlattılar. Tüm eleştiri manzumesinin farklı kombinasyonları çok partili yıllarda siyasî gündemin konusu oldu. Arada Türkiye’de ders kitapları değişti. Toplumun Cumhuriyet’e ve Osmanlı geçmişine bakışı dönüştü. Soğuk Savaş yıllarında milliyetçi, muhafazakâr ve daha sonra 12 Eylül ve Özal yıllarında liberal-sağ Cumhuriyet eleştirisi hem resmî tarih yazımına girmeye başladı hem de toplumsal ve siyasî hayatta etkili oldu. O kadar ki, 1980’lerde Cumhuriyet’e en sert eleştiriler artık Cumhuriyetçilerin kendisinden gelmeye başladı. Nadir Nadi Cumhuriyet’in nasıl “yozlaştırıldığını” ve Atatürk’ün sağcılar ve askerî rejim tarafından nasıl “kullanıldığını” Ben Atatürkçü Değilim adlı manifestosunda dile getiriyordu. Geçen yazılarda da ifade ettiğim gibi, büyük çalkalanmalar içindeki 90’lı yıllar tüm bu eleştirilerin bir araya geldiği, birbiriyle etkileşime girdiği, derinleştiği, küresel akımlarla iç içe girdiği yıllardır. Süreklilik kazanan ekonomik kriz ve toplumsal gerilimler, Bahriye Üçok’tan Uğur Mumcu’ya bitmek bilmez siyasî cinayetler ve faili meçhuller, Kürt solunun Türk solundan ayrışması ve Kürt bölgelerinde iç savaşa yaklaşan çatışmalar, Sivas Katliamı ile yüzyılların kâbusunun tekrar yaşanması, yaygınlaşan yolsuzluk ve merkez sağın çöküşü, İslamcılığın yükselişi, Milli Görüş’ün ilk önce yerel yönetimlerde, ardından hükümette iktidarı, 28 Şubat, başörtüsü krizi ve derin devlet tartışmaları, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi, Marmara Depremi... Ve nihayet 2002’de büyük iktidar değişimiyle AKP’li yılların başlaması.
Cumhuriyet, imparatorluk geçmişi ile olan ilişkisini nasıl kurdu? Bu ilişki zaman içinde nasıl değişti? Bir süredir bu soruların peşine tekrar düştüm. Her rejim kendini tarihî bir tezle konumlandırır. O zaman sorumuz daha da önemli hale geliyor: Türkiye rejiminin tarih tezi nedir? Kendini tarih karşısında nasıl açıklar, nasıl konumlandırır? Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih tezi zaman içinde değişti. 1930’larda Osmanlı geçmişinden kopma arayışı, 1940’lardan itibaren o geçmişi eleştirel bir sahiplenmeye dönüştü. Bu dönüşüm, bir yönüyle Cumhuriyet’e getirilen eleştirilere de bir cevap niteliğindeydi. Neydi bu eleştiriler tekrar hatırlayalım: Muhafazakârlar Cumhuriyet’in Osmanlı İmparatorluğu’ndan radikal kopuş arayışını hem gerçekçilikten hem estetikten uzak buldu. İslamcılar Cumhuriyet’i zengin bir manevî geçmişi ve dinî kurumsal altyapıyı yok etmekle eleştirdi, hatta suçladı. Türkçüler, Cumhuriyet’in millî damarının yeteri kadar Türk mefkûresinin hakkını vermediğini, farklı arayışların millî ülküyü sürekli yozlaştırdığını anlattı. Sol Cumhuriyet’in aslında imparatorluktan tam da bir kopuş (devrim) olmadığını vurguladı. Kimisi Osmanlı toplumundaki sınıfsal eşitsizliğin, kimisi etnik ve dinî ayrımcılığın Cumhuriyet’te devam ettiğini ifade etti. Kürt hareketi, Cumhuriyet’in Kürtlerin Osmanlı tarihinden akıp gelen kadim tarihinin üstünü örtmekle eleştirdi. Liberaller (liberal-muhafazakârlar) Cumhuriyet’in Osmanlı despotizmine ve geri kalmışlığına getirdiği eleştiriye rağmen demokrasi ve kalkınma üretemediğini, bürokratik vesayet içinde piyasanın gelişemediğini anlattılar. Tüm eleştiri manzumesinin farklı kombinasyonları çok partili yıllarda siyasî gündemin konusu oldu. Arada Türkiye’de ders kitapları değişti. Toplumun Cumhuriyet’e ve Osmanlı geçmişine bakışı dönüştü. Soğuk Savaş yıllarında milliyetçi, muhafazakâr ve daha sonra 12 Eylül ve Özal yıllarında liberal-sağ Cumhuriyet eleştirisi hem resmî tarih yazımına girmeye başladı hem de toplumsal ve siyasî hayatta etkili oldu. O kadar ki, 1980’lerde Cumhuriyet’e en sert eleştiriler artık Cumhuriyetçilerin kendisinden gelmeye başladı. Nadir Nadi Cumhuriyet’in nasıl “yozlaştırıldığını” ve Atatürk’ün sağcılar ve askerî rejim tarafından nasıl “kullanıldığını” Ben Atatürkçü Değilim adlı manifestosunda dile getiriyordu. Geçen yazılarda da ifade ettiğim gibi, büyük çalkalanmalar içindeki 90’lı yıllar tüm bu eleştirilerin bir araya geldiği, birbiriyle etkileşime girdiği, derinleştiği, küresel akımlarla iç içe girdiği yıllardır. Süreklilik kazanan ekonomik kriz ve toplumsal gerilimler, Bahriye Üçok’tan Uğur Mumcu’ya bitmek bilmez siyasî cinayetler ve faili meçhuller, Kürt solunun Türk solundan ayrışması ve Kürt bölgelerinde iç savaşa yaklaşan çatışmalar, Sivas Katliamı ile yüzyılların kâbusunun tekrar yaşanması, yaygınlaşan yolsuzluk ve merkez sağın çöküşü, İslamcılığın yükselişi, Milli Görüş’ün ilk önce yerel yönetimlerde, ardından hükümette iktidarı, 28 Şubat, başörtüsü krizi ve derin devlet tartışmaları, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi, Marmara Depremi... Ve nihayet 2002’de büyük iktidar değişimiyle AKP’li yılların başlaması.
AKP’nin ilk dönemi ve tarih tezleri