25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
02.07.2021 04:30

CHP ve Türkiye’nin geleceği

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Erdoğanizm sonrası Türkiye’ye geçiş sürecine ve ülkenin yeniden kurulmasına liderlik etme iddiası varsa, bu yıkımdan sonra kurulacak şeyin adeta yeni bir ülke olduğunu idrak etmesi ve öyle davranması gerek. Bu ise eldeki ideolojik kalıp ve referanslardan sıyrılmayı, yeni bir kamu düzeni, bir toplumsal sözleşme ile yeni bir anayasa, temiz bir siyasal hayat, adil gelir dağılımını öncelleyen bir iktisadî yörünge ve çevre ile yeni bir ilişki üzerine kapsamlı bir program ortaya koymayı zorunlu kılıyor

Geçen iki hafta Oksijen’de Cumhuriyet Halk Partisi üzerine iki yazı yazdım. Birinci yazı bir CHP tarihi denemesiydi. 20’nci yüzyılda partinin ideolojik ve örgütsel dönüşümü üzerine bazı konuları dile getirdim. İkinci yazı ise bir tür CHP arkeolojisi denemesiydi. Bu yazıda CHP’yi var eden kimi dinamiklerin Osmanlı tarihinin katmanlarındaki kökleri üzerine bazı “spekülatif” fikirler ortaya attım. Bu iki yazıda amacım alternatif bir tarih önermekten ziyade, CHP hakkındaki tartışmaları zenginleştirmeye küçük bir katkıda bulunmaktı. Bu konu tabii ki bir gazetenin sayfalarına sığacak nitelikte bir konu değil. Tam tersine, CHP ve onun Cumhuriyet tarihi boyunca devam eden hikâyesi üzerine uzun akademik tartışmaları gerektirecek bir mevzu. Yine de Oksijen gazetesinin Türkiye’nin son yıllarda iyice daralıp kurumuș entelektüel hayatına üflediği ferahlatıcı havadan yararlanarak, CHP üzerine eldeki şablonların ötesinde bir şeyler yazmaya, birkaç yeni soru sormaya cesaret ettim. Bu okuduğunuz CHP üzerine şimdilik son yazım olacak. Gelecek hafta artık biraz Türkiye dışına çıkalım ve İran ve Hindistan’a doğru yönelelim istiyorum. Belki arada bir Osmanlı durağı yapmamız gerekecek. Sevgili Zülfü Livaneli geçen bir yazısında bana bir soru yöneltmişti, ona sorusu etrafında bir yazı sözüm var. Ama hadi șimdi biraz daha CHP üzerine düşünmeye devam edelim, ne dersiniz? *** Beğenelim ya da beğenmeyelim, CHP Cumhuriyet tarihinin (ve aslında dünya siyasal partiler tarihinin) en dirençli siyasal örgütüdür. Partinin 100 yıllık bir kurumsal tarihi vardır ve Osmanlı dünyasının katmanlarına indiğimizde, 18’inci yüzyıla uzanan ideolojik ve sosyal kökleri olduğu söylenebilir. Bu tespit bile CHP’yi çok önemsememiz ve CHP tarihi üzerine ciddiyetle eğilmemiz, araştırmalar yapmamız, kitaplar yazmamız gerektiği konusunda bizi kolayca ikna etmelidir. Bu arada, CHP’nin siyasal tercihlerine, tarihi bagajına, ideolojik gelgitlerine, birçok konudaki cesaretsizliğine yönelen -benim de bazısına katıldığım- birçok eleştiriyi bir yana bırakalım, CHP’ye karșı özellikle 2000’li yıllarda muhalif kesimde moda olan sinik tavrı (Oksijen Gazetesi’nin Twitter’da paylaştığı yazıma yorum yazan bir okuyucunun ifadesini kullanırsak buna “CHP’den bir cacık olmaz” tavrı diyebiliriz) çok yararsız ve hatta grotesk bulduğumu ifade etmeliyim.   

CHP’nin yeni iddiası 

Türkiye’nin geldiği bu noktada CHP tarihî bir rol üstlenmek iddiasındadır. 2013’ten beri Türkiye’nin içinde debelendiği girdabı ve kurulmak istenip bir türlü kurulamayan (aslında kurmak için değil, yıkmak için tasarlanmışa benzeyen) Cumhurbașkanlığı rejimine karșı CHP olası bir ittifakın liderliğini yapmaktadır. Gerçi bu ittifakın, “güçlendirilmiş parlamenter sistemden” başka ortaya koyduğu somut bir öneri henüz yoktur. Diğer yandan, ittifakın iç dengeleri yüzünden Kürt hareketinin dışarıda bırakılmasının bu ittifakın kapsayıcılığı ve Erdoğan sonrası Türkiye’sinde toplumsal barıșı tesis etme konusundaki ciddi inandırıcılık sorunu zaten bilinen bir gerçektir. Belki de ittifak asgari müşterekte birleşeceği için tutarlı bir ideolojik ya da kapsamlı programa șu aşamada ihtiyaç duymayabilir. Ama CHP eğer Erdoğan sonrası Türkiye’sinin şekillenmesinde liderlik yapma iddiasındaysa, “yeni” (ya da Rușen Çakır’ın deyimi ile “yepyeni”) Türkiye’nin nasıl kurulacağı, kurulacak rejimin hangi tarihsel ve evrensel referanslarla tasarlanacağı, Türkiye tarihinin çözülememiş sosyal, kurumsal, ekonomik meselelere nasıl çözüm bulunacağı ve nihayet özellikle son on yılda farklı kesimlerin birbirine düşmanlaştırıldığı ülkemizde toplumsal barıșın nasıl sağlanacağı konusunda kapsamlı bir programı bir an önce tartışmaya açıp Türkiye’ye önermesi gerekmektedir.

Restorasyon mu, yeni bir tasarım mı?

Türkiye, tarihinin en büyük krizlerinin birini yașıyor. Bu krizin üzerine Oksijen’de bir dizi yazı kaleme aldım. Bu aşamada, CHP liderliğinin ve örgütlerinin bir restorasyon projesini savunmak yerine, adeta “yeniden kuruluş” için bir gelecek tasarımı hedefiyle hareket etmeleri gerekir diye düşünüyorum. Bunun güncel siyasî olayların fırtınası içinde çok zor olduğunu biliyorum. Aynı zamanda CHP liderliğinin ve örgütlerinin bir kısmının da “Türkiye için yeni bir tasarım” fikrinden ziyade “restorasyon” fikrine daha yakın olduklarını tahmin ediyorum. Buna mukabil 2013’ten beri ülkenin yaşadığı yıkımın sonrasında eski Türkiye’nin restore edilmesinin mümkün olmadığını açıkça görmemiz gerekiyor. Daha da önemlisi, eski Türkiye’nin, toplumsal barış ve şeffaf bir kamu idaresi başta olmak üzere, birçok çözülememiş meselesinin masaya yatırılıp üzerine düşünülmesi ve taze bir başlangıç yapılabilmesi için belki de bu yaşadıklarımız hepimiz için bir şans.  Tabii içinden geçtiğimiz tünelden Türkiye ne zaman çıkacak onu bilmiyoruz. Hatta bu tünelden uzun yıllar çıkılmayacağını ve girdabın şiddetlenerek geriye kalan ne varsa her şeyi yutacağını düşünenler de var. Olabilir. Ama sürekli istikrarsızlık ve șiddet üreten bu rejime karşı, belli bir siyasal parti etrafında güçlü bir şekilde yoğunlaşmasa bile yaygın bir toplumsal muhalefetin olduğunu biliyoruz. İşin doğrusu ben 2013’ten beri yaşadığımız bu altüst oluşun yeni bir gelecek tasarımı için adeta bir laboratuvar ya da uzun bir seminer gibi görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Birçok yönüyle, yaşadığımız bu karanlık yıllar, telafisi çok zor olan tüm kurumsal yıkıma rağmen, Türkiye’nin birçok meselesinin ayan beyan ortaya çıkmasına vesile oldu. Geçen deneyim çoğumuzun Türkiye algısını değiştirdi. Bir anlamda çoğumuzun emin olduğu bazı fikirlerden, inançlardan, șablonlardan “özgürleşmesi”nin yolunu açtı.    Ben CHP’nin Erdoğanizm sonrası Türkiye’ye geçiş sürecine ve ülkenin yeniden kurulmasına liderlik etme iddiası varsa, bu yıkımdan sonra kurulacak şeyin adeta yeni bir ülke olduğunu idrak etmesi ve öyle davranması gerektiğine kaniyim. Bu ise, eldeki ideolojik kalıp ve referanslardan sıyrılmayı ve tarihî bir sorumluluk, samimiyet ve özgüven içinde yeni bir kamu düzeni, bir toplumsal sözleşme ile yeni bir anayasa, temiz bir siyasal hayat, adil gelir dağılımını öncelleyen bir iktisadî yörünge ve çevre ile yeni bir ilişki üzerine kapsamlı bir program ortaya koymayı zorunlu kılıyor. 

Toplumsal barıș ihtiyacı 

Yeni bir gelecek tasarımı programı hakkında, dijital devrimden değișen emek tanımlarına, pandemi ile dünyayı sarmaya bașlayan Neo-Keynesçilikten, Türkiye’nin artık aktif müsebbiplerinden biri olduğu Marmara Denizi’ndeki felaketle belgelenmiș çevre krizine kadar birçok konudan bahsedilebilir. Ama ben bu yazıda özellikle toplumsal barış meselesine değinmek istiyorum.  Toplumsal barışımızın hiç olmadığı kadar zedelendiği bugünkü Türkiye’de hepimizin, 100 yıllık Cumhuriyet’in, dönüștürücü hamlelerine rağmen, tarihi boyunca başaramadığı kapsamlı toplumsal barışı nasıl gerçekleştireceği konusunda ciddi bir anlayış ve arayış içinde olması gerekiyor. Toplumsal barış Türkiye’de yaşayan her kesimin katılımı ile gerçekleşecek yeni bir toplum sözleşmesi ve bir gelecek tasarımı ile mümkün.  Önümüzde dışlayan değil, kapsayan, kimlik dayatan ya da kimliklere kör olan değil, her türlü kimliği ve farklılığı meşru sayan ve kabul eden bir katılım ile bir toplumsal barışma sürecinin gerektiği açıktır. Hatta bu barışma sürecini sadece bu ülkede yaşayanlar değil, bir dönem yașamıș ve artık aramızda olmayanların hatırasını da kapsayacak şekilde genişletmek ve hatta sadece insanları değil, diğer canlıları da bu sözleşmeye davet etmek gerekir. Diğer bir deyișle yeni toplumsal sözleşme sadece Türkiye’de var olan belli kimlikleri değil herkesi, sadece bugün yașayanları değil, geçmişte de yașayanları ve hatta sadece insanların değil tüm canlıların haklarını gözeten bir sözleşme olmalı . Bugün böyle bir toplumsal, tarihsel ve “çok-canlılı” bir sözleşme çoğumuza ütopik gelebilir. Evet ütopik. Diğer yandan, böyle bir ütopyadan hareketle, kapsayıcı bir toplumsal sözleşme ve barışma gerekliliği Türkiye’nin önünde yeni bir gelecek için tek seçenek gibi gözüküyor. Ama daha ilginci, Türkiye tarihi boyunca belki de ilk defa böyle bir proje için uygun bir zemin yakalamış olabilir mi acaba? Bana kalırsa insanları “yerli ve millî” olanlarla olmayanlar olarak ayrıştıran iktidar koalisyonunun, ülkede yaşayan herkesi kapsayan bir antitezi için sosyal, siyasal ve duygusal imkânlar kendini göstermișse benziyor. Unutmayalım, yaşadığımız kriz o kadar derin ki, bu krizde herșey imkân dahilinde. (Zaten krizlerin tanımı da bu değil midir? Belirsizlik artar ama imkânlar çoğalır.) Son on yılda, CHP’nin Türkiye’de her kesimle konuşabilen tek siyasî hareket olduğunu, aynı zamanda bünyesinden çevre ve tarihî miras konusunda belli bir duyarlılığa sahip yerel yönetimler çıkardıklarını görüyoruz. CHP’nin geldiği bu aşamanın, CHP liderliği ve örgütünün üzerine yüklediği tarihsel sorumluluğu akılda tutarak, Türkiye için kapsayıcı bir mutabakat özlemi duyan herkesi biraz olsun cesaretlendirmesi gerektiğini düșünüyorum. 

Özeleștiri, tarih ve gelecek 

CHP yönetimi, bir süredir muhafazakâr ve dindar toplum kesimleri ile CHP’nin on yıllardır yaşadığı düşünülen tarihî gerilimleri sonlandırmak amacıyla birçok adım atmış gözüküyor. Ben bu muhafazakâr-dindar blok denen șeyin son 20 yılda üretilen bir kavram olduğunu, böyle bir homojen ve ortak hareket eden bir sosyal-siyasal bloğun gerçekte var olmadığını düşünenlerdenim. Sadece oy davranışlarını bile ele alsak, Türkiye sosyolojisi yüzde altmışlık bir blok değil çok karmaşık dinamiklerle hareket eden, farklı öncelikleri ve anlayışları olan toplum kesimlerinden oluştuğunu söyleyebiliriz.  Diğer yandan, CHP’nin oy aldığı kesimlerin de homojen olmadığını biliyoruz. Kemalist elitler ya da laikçi teyzeler gibi klişelerin CHP tabanının içinde, incelendiği zaman baș döndürücü olduğu ortaya çıkacak farklılıkları nasıl örttüğüne son yirmi yılda tanık olduk. Ama bu konuda Türkiye’de dindarlık ve muhafazakârlık meselesi üzerine, içinde sınıfsal, bölgesel ve cinsiyetle ilgili unsurları kapsayan, Osmanlı dünyasında ve Türkiye’de dinin ve geleneğin tarihsel serüvenini kavrama niyetinde geniş bir anlayıșın CHP’de hâkim olması gerekmektedir gibi gözüküyor. Yine de CHP’nin dindar ve muhafazakârlarla, sağlıklı ve samimi bir ilişki kurma çabasının önemi ortadadır. CHP’nin Kürt toplumu ile yeni bir diyalog başlatması, özellikle tek parti döneminde Kürt bölgelerini sarsan isyanların acımasızca bastırılması ve bir dönem sert milliyetçi, hatta ırkçı uygulamalar konusunda açık bir özeleștiri yapması için uygun bir zaman olduğunu düșünüyorum. Gerçi bu özeleştiri CHP (ve SHP) tarihinin belli aşamalarında yapılmıştır ama CHP’nin parti programına ve kurumsal kimliğine entegre olmuş değildir. Diğer yandan, bu özeleștirinin CHP’nin kendi geçmișini reddetmesi anlamına gelmediğini de vurgulayalım. Tam tersine, unutmayalım ki dünyadaki birçok siyasal hareketin tarihinde karanlık ve aydınlık, günahlar ve sevaplar iç içe, birbirine dolanmıștır. CHP’nin Türkiye toplumunu radikal bir şekilde dönüştürme programı sürecinde yașadığı iç gerilimleri, çelişkileri ve zikzakları CHP üzerine olan ilk yazımda ifade etmiştim. CHP’nin bu iç gerilimler, çelişkiler ve gelgitleri, sevaplarla beraber günahları, tarihî tecrübesi olarak eleştirel bir şekilde kucaklaması, CHP’nin Türkiye’nin geleceğindeki oynamak istediği kurucu rol için hayatîdir diye düşünüyorum.  Toplumsal barıșın diğer bir unsurunun ise bugünün Türkiyesi’nde nüfusları az da olsa, Osmanlı ve Türkiye tarihinde çok önemli rol oynamış, bașta Ermeniler olmak üzere, Müslüman olmayan Türkiyelilerle yapılmasının önemini vurgulamak isterim. Ulus-devlet projelerinin, ulus formatına uymayan kesimlerle beraber ortak bir tarih (ve gelecek) tasarımı ortaya koyamadığını, milli tarihin bazen dışlamanın, bazen (iç)düşman yaratmanın, bazen ise sessiz kalmanın aracı olduğunu biliyoruz. Bilhassa 1. Dünya Savașı’nda yaşananlar, Türkiye dahil tüm Balkan ve Ortadoğu coğrafyası için, tarihçi Charlie Maier’in 1980’lerin Almanyası’ndaki tarihçilerin Nazi döneminin nasıl irdeleneceği üzerine alevlenen tartışma hakkında ifade ettiği gibi, “unmasterable past” yani “üstesinden gelinemeyen bir geçmiş”tir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan bir partinin kendi tek parti dönemi dahil, imparatorluktan ulus-devlete geçerken yaşanan büyük insanî trajedilere, kendi sorumluluğu olsa da olmasa da, bu dönemde hayatını kaybedenlerin ve yaşadıkları topraklardan olanların hatırasını gözetecek bir yaklaşım içinde ele almasının önemini vurgulamak isterim. CHP’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e kâh katliamlar ile silmek ve sindirmek istediği kâh yok saydığı Alevi/Kızılbaș toplumuyla daha sonra kurduğu ilişkinin ne kadar değerli ve 500 yıllık bir yok etme/inkâr etme siyasetinin sonlanması için çok büyük tarihsel bir değeri olduğunu önceki yazımda ifade etmiştim. 

Fașizm 2.0 ve iklim krizi

Son olarak, CHP’nin Trump ve pandemi sonrası dünyadaki yeri hakkında birkaç satır yazıp bu yazıyı sonlandırayım. Erdoğanizmin dünyada Trumpçılığın liderliğini yaptığı yeni-otoriter hareketlerin önde gelen bir temsilcisi olduğunu söylememiz için elimizde yeterli malzeme var. Büyük toplum kesimlerinin ruhunu kaptırdığı bir küresel otoriterlik dalgası (ya da hadi o kelimeyi kullanalım, “Fașizm 2.0”) ile demokratik zeminde nasıl mücadele edileceği bugün ulusal boyutunun çok ötesinde, küresel bir meseledir. Bunun yanında Soğuk Savaș sonrasında dünyayı kușatan neo-liberal ekonomik nizamın iç içe geçmiș kayıtlı ve kayıt dıșı unsurları ile ortaya çıkardığı ulusal ve küresel eşitsizliğinin boyutlarını pandemi ve iklim krizinin tetiklediği diğer doğal felaketler yüzümüze vurdu. Fașizm 2.0, neo-liberal nizamın ortaya çıkardığı derin adaletsizlik ve iklim kriziyle pandemi belli ki aynı buhranın farklı yüzleri.  Otoriter dalganın Türkiye versiyonuna karșı bir ittifakın liderliğini üstlenen CHP, bu küresel buhran karșısında nasıl bir tavır takınacak? Unutmayalım ne Trumpçılık tarihe gömüldü ne de pandemi henüz yok oldu. İklim krizinin yaratacağı felaketleri kestirmek de çok zor. Dünyanın içinden geçtiği bu kâbus belli ki daha devam edecekken, CHP’nin müttefikleri sadece Türkiye’de güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunan sağ partiler değil, dünyanın farklı ülkelerinde hem kendi ülkelerinin refahı için hem dünyadaki yaygın eşitsizlik ve çevre krizi için refleks geliştirmeye çalışan, bașta sol ve çevreci hareketler olmak üzere, farklı siyasal cereyanlar olmalı. 2013’ten beri Türkiye’yi kuşatan girdap hakkında CHP’nin kendi tecrübesini paylaşması ve ortaklaşmasının küresel bağlamda da çok değerli olacağını düșünüyorum.
Belki de içinden geçtiğimiz zaman bize ait değil.
Belki de içinden geçtiğimiz zaman bize ait değil.