23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
18.06.2021 04:30

Tarihin penceresinden CHP

Birçok gözlemcinin aksine önümüzdeki dönemde CHP’nin Türkiye’nin yeniden kurulması sürecinde en önemli kurumsal aktör olacağını düșünüyorum. CHP için bu tarih büyük bir yük olabildiği gibi, müstesna bir güç ve irade de sağlayabilir

Geçen hafta söz verdiğim üzere bu hafta yakın tarih denemelerine devamla Adalet Yürüyüşü üzerinden biraz Cumhuriyet Halk Partisi tarihi yazmak istiyorum. İşin doğrusu CHP üzerine yazmak hem çok kolay hem çok zor. Kolay çünkü CHP modern Türkiye tarihinin en eski ve önemli kurumlarından biridir ve üzerine çok şey yazılmıştır. Elimizde hem muazzam bir belge ve bilgi birikimi hem de kayda değer bir siyaset bilimi ve tarih literatürü mevcuttur. (CHP üzerine hemen Ayşe Ayata, Sinan Ciddi, Ahmet Demirel, Cemil Koçak, Yunus Emre, Alev Coşkun, Caner Erdoğan, Hikmet ve Fikret Bila kardeşler ve tabii Metin Toker’in önemli çalışmalarını zikredebiliriz).  Diğer yandan CHP üzerine yazmak hiç de kolay değil zira CHP menfi ya da müspet üzerine en çok söz söylenen, insanların en çok fikir sahibi oldukları konulardan biri. CHP sempatizanı ya da karşıtı, siyasetle az çok ilgili birine “CHP hakkında düşünceniz nedir” diye sorarsanız, muhtemelen uzun bir nutuk dinlemeyi de göze almanız gerekmektedir. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren AKP’ye karșı yürütülen muhalefetin yetersizliği üzerinden önceki dönemlere oranla çok sert bir CHP eleştirisi doğmuștur. Bu eleştiri, bir yandan CHP’nin bürokratik bir kurucu devlet partisi olmaktan bir türlü halkın partisi olmadığını dillendirir. Kimileri CHP’nin kuruluș kodlarındaki devletçi ve milliyetçi reflekslerinin partinin 1960’lardan beri kendini dönüştürmeye çalıştığı sol kimlikle doğal bir uyumsuzluk içinde olduğunu iddia eder. Diğer yandan, bazıları ise bu tezlerin tam zıttını savunur ve CHP’nin Atatürk döneminin kurucu felsefesinden uzaklaştıkça bir tür kimlik krizi yașadığından, bunun sonucunda da sağ partilerin hegemonyasını kıramadığından bahseder.  Türkiye üzerine 1980’lerden beri birikmiş siyaset bilimi literatürü ise CHP’yi büyük oranda Kemalizm tartışmalarına indirgemiş gözükmektedir. 1980’lerden beri büyük bir külliyata dönüşmüş ama aslında birbirini tekrar eden “Kemalizm” üzerine yapılan etütler Cumhuriyet Halk Partisi’nin oldukça ilginç tarihine yeteri kadar ışık tutmaz. Partinin toplumsal tabanı, örgütündeki sosyal, siyasal, bölgesel grupların ve cinsiyet kimliklerinin aralarındaki karmaşık ilişkileri ve partinin yerel ve küresel bağlamdaki dönüşümünü yeteri kadar öne çıkarmaz. (Bu arada son dönemde, İlker Aytürk ve Tanıl Bora bașta olmak üzere bazı sosyal bilimcilerin bașlattıkları post-Kemalizm tartışmalarını oldukça yararlı bulduğumu burada not düșeyim. Bu konuda geçen hafta Tanıl Bora’nın Birikim Dergisi’nin son sayısında yer alan ve yakınlarda çıkan çok bașarılı Hasan Âli Yücel biyografisine gelen eleșirilere verdiği cevabı okumanızı öneririm.) 

CHP’yi tarihselleștirmek, küreselleștirmek ve yerelleștirmek 

Cumhuriyet Halk Partisi üzerine çalışmalar partiyi çoğu zaman Millî Mücadele sırasında Anadolu’da örgütlenmiş yerel kongrelerde, özellikle Eylül 1919 Sivas Kongresi’ndeki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde (ARMHC) arar. Bu tespit kurumsal olarak doğrudur. Evet, CHP Millî Mücadele’nin ve yerel kongrelerin bir ürünüdür ve ARMHC’nin devamı olarak 9 Eylül 1923’te kurulmuștur. Erik Jan-Zürcher bașta olmak üzere bazı tarihçiler ise CHP’nin aslında ideoloji ve kadroları itibari ile İttihat ve Terakki’nin (İT) devamı olduğunu ifade eder. Ben şahsen bu ikinci tezi oldukça sorunlu bulurum. İT ve CHP arasındaki ideolojik farklılıklar bir yana (mesela CHP’nin ana ideolojik damarı olan Cumhuriyetçilik vurgusunu İT’de bulamayız), CHP’nin taşra örgütünün İT örgütüyle büyük oranda örtüşmediğini düşünüyorum.  Bunun yanında CHP’nin ideolojik köklerini çok daha derinlerde arayabiliriz. CHP kuruluş itibari ile, birçoğunun düşünceleri Abdülhamid despotizmine karşı șekillenmiș entelektüel ve askerî-bürokratik bir kadro ile, çoğu 1918’e kadar saltanata sadık taşra eşraf ve âyânının bir koalisyonudur. Aslında Osmanlı merkezindeki devletin farklı askerî-bürokratik fraksiyonlarının taşradaki güç ve servet sahipleri ile olan koalisyonu ta 18’inci asrın sonlarına kadar uzanabilir. Bu konuya ayrıntısı ile girmeyelim ama șu noktayı ifade etmek ilginç olabilir: 18’inci yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı reform hareketleri tam da CHP’nin kurulușunda gördüğümüz askerî-bürokratik kadro ve taşra elitleri arasındaki koalisyona benzer ittifaklar ile alevlenir ve bu ittifakların krizi sonucu söner.  Kısa süreli Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka deneyimlerini bir kenara bırakırsak, CHP’nin tek parti iktidarına tanık olduğumuz 1925-50 arasında CHP yapısında, sosyal tabanında ve ideolojik formasyonunda ciddi değișiklikler göze çarpar. 1925-1929 yılları arasında CHP yukarıda bahsettiğim koalisyonun ötesinde tabanını genișletmeye çalışmış ve sınırlı da olsa șehirli tüccar kesimini partiye yakınlaștırmıștır. CHP’nin radikal bir devrim programı olușturup farklı projeleri test ettiği 1929-38 arasında, partinin tabanının da görece daraldığı gözükür. Bu dönemde tașra elitleri ile CHP arasında bir gerginlik doğarken, partide daha teknokrat bir kadronun öne çıktığı görünür. 1939-50 döneminde CHP tașra ile tekrar barışır. İsmet İnönü yurt gezilerine çıkar ve tașradaki etkili birçok aile tekrar CHP’ye davet edilir. Ama yine bu dönemde CHP ve köylü ahalileri ile yeni ilişkiler de tesis edilmeye çalışılır ama Dünya Savașının özellikle tarımsal üretim yapan kesimleri vuran ağır ekonomik koșullarında bunda çok başarılı olamaz. (Yașar Kemal Akçasazın Ağları’nda tam da bu parti, tașra elitleri ve köylü ahaliler arasındaki karmaşık ilişkileri inceler).  

Uluslararası Kemalizm

Ama tabii ki CHP’nin en büyük özelliği aslında bünyesinden çıkardığı radikal bir devrim programı ve programını sosyal bir tabana oturtmasıdır. Bu yönüyle CHP iki savaș arası dönemde Ortadoğu’da ve Balkanlar’daki siyasî haraketlere de ilham kaynağı olmuştur. Bence Kemalizm ve CHP üzerine son yıllarda çıkan en ilginç kitap Nathalie Clayer, Fabio Giomi ve Emmanuel Szurek’in derlediği, Kemalism: Transnational Politics in the Post Ottoman World (Londra, 2018) kitabıdır. Bu kitaptaki makalelerde Kemalizmin Mısır’dan Arnavutluk’a iki savaş arası dönemde, Osmanlı İmparatorluğu mirasını paylașan ülkeler arasında nasıl ortak bir reform hareketine dönüştüğü anlatılır. Bu arada ileriki yazılarda değinmek istediğim Pehlevi dönemi İran’ının ve Türkiye’nin savaş sonrası reform hareketlerinde paralellikler çok ilginçtir. (Herhalde 1980’lerden beri biriken Kemalizm literatürünün en zayıf yönü Kemalizmin bu uluslararası bağlamını görmemesi olsa gerek.)  

Kurduğu rejime muhalefet eden parti 

1950-1960 döneminde CHP kendi getirdiği çok partili rejimin muhalefet partisi olur. Bu başlı başına dünya siyasal partiler tarihi açısından çok önemli bir olaydır. Kurduğu rejimin muhalefet partisi olan ve bu konumunu hâlâ devam ettiren bir siyasî hareket! CHP-Demokrat Parti rekabeti hem Ankara’da hem Türkiye’nin farklı yerlerinde çok ilginç bir demokrasi deneyimidir. (Ben o rekabetin farklı veçhelerini o dönemde CHP milletvekili olan ve İsmet Pașa’nın çok yakınında siyaset yapan dedem Abdullah Yaycıoğlu’nun çocukluğumdan beri dinlediğim hikâyelerinden biliyorum. Bir gün Oksijen’de bu hikâyeleri yazmak isterim.) 1950’ler, taşra elitlerinin bir kısmını Demokrat Parti’ye kaptıran Halk Partisi’nin farklı toplum kesimlerine açılma çabasının arttığı bir dönemdir. Şehirli orta sınıflara, memurlar, öğretmenler ve özellikle okuyan gençlere büyük oranda CHP tabanını oluștururken, șehirli ve kasabalı tüccar ve esnaf kesimi, köylü ahaliler ve CHP’nin DP’ye kaptırdığı bazı bölgelerdeki büyük toprak sahipleri ile CHP arasında on yıllarca kapanmayacak bir mesafenin de açıldığı dönemdir bu. 

Ortanın Solu, Demokratik Sol, Sosyal Demokrasi

1960 sonrası CHP tarihindeki en büyük kırılmaların yaşandığı dönemdir. Cumhuriyet’in kurucu partisi ilk önce ortanın solu, ardından demokratik sol/sosyal demokrat bir parti olmaya karar verir. Bu aynı zamanda parti içinde bir mücadele üretir ve Bülent Ecevit liderliğindeki bir kadro ‘İkinci Adam’ İnönü’yü devirir. CHP’nin sol bir parti olma mücadelesi üzerine de söylenecek, yazılacak, araştırılacak çok șey var. Bu konuda ideolojik tartışmalar, partinin sol bir harekete dönüşmesinden rahatsızlık duyan kesimlerin partiden kopuşu (Cumhuriyetçi Güven Partisi) gibi konuların yanında özellikle partinin farklı bölgelerdeki taşra örgütünün geçirdiği değişim çok ilginçtir. İşçi sınıfına açılmaya çalışan CHP’nin diğer sol parti ve örgütlerle olan yeni ilișkileri de yine hemen basitçe sonuçlandırılacak konulardan değildir. Bu dönemde CHP Aleviler, Kürtler, Araplar, Rumeli muhacirleri ve Cumhuriyet’in kuruluşundan beri arasının bozuk olduğu Hıristiyan ve Yahudi azınlıklardan da destek alır ve bu gruplarla parti arasında ilginç ilişkiler tesis edilir. Kemalizmden sosyal demokrasiye ideolojik dönüşüm bir yana, CHP tabanındaki ve örgütündeki bu çok renklilik parti içi rekabetleri de her zaman canlı tutacaktır. Yine de 1970’lerin sert ortamında CHP’nin bazı bölgelerde köylü ve kasabalı ahaliler arasında tabanının genişlediğini görürüz. CHP 1970’lerde, sağ cepheleri yıkıp tek başına iktidara gelemez ama toplumsal tabanı en geniș partidir. 

1980 sonrası yeniden kuruluș, gelgitler, bölünmeler

1980 darbesi herhalde en çok CHP’yi vurdu diyebiliriz. 1970’lerde her gün daha güçlenen parti darbeden sonra kapatıldı. Sonra Halkçı Parti deneyimi; ardından Sosyal Demokrat Parti ve SHP deneyimleri; sol kimliği öne çıkan SHP’nin 1989 yerel seçimlerindeki zaferi, buna rağmen yerel yönetimlerde başarı yakalayamaması; üst üste kurultaylar ve “hizipleșmeler”; SHP ile Kürt siyasal hareketi arasında kurulan ittifak ve bu ittifakın çökmesi, Kürt siyasi partilerinin kuruluş sürecinin başlaması; DYP-SHP koalisyonu ile girilen 1990’lı yıllar; Ecevit önderliğinde DSP’nin güçlenmesi; Ecevitli koalisyonlar; Deniz Baykal önderliğinde CHP’nin kurulușu; SHP’nin kendini lağvetmesi ve CHP ile birleşmesi… 

2002 sonrası AKP’ye karșı “etkisiz muhalefet” ve kriz

2002’den 2017 Adalet Yürüyüşü’ne kadarki dönem CHP, AKP’ye karşı ana muhalefet partisidir. Bu yıllar aynı zamanda CHP’nin yoğun bir -tabiri caiz ise- kimlik krizi yaşadığı yıllardır. 1980’lerden beri üretilen Kemalizm eleştirileri CHP’yi derinden vurmuş, CHP hem genel merkezi hem parti örgütü, Osmanlı geçmişi, Cumhuriyet, sol, İslam, laiklik, Batı, milliyetçilik, Kürt hareketi gibi konularda büyük bir kafa karışıklığı yaşamıştır. AKP’yi iktidara taşıyan toplumsal, ekonomik ve siyasal dinamiklerin şekillendirildiği Türkiye’yi yeterli şekilde analiz edememiș ve buna karșı özgün ve tutarlı bir pozisyon belirleyememiş, daha çok iç gerilimler, gelgitler yașamıș, bir sola bir sağa savrulmuştur. Bazen AKP’ye karșı yükselen șehirli orta sınıfların tepkilerini takip edip kurucu değerler ve laiklik vurgusu yapan savunmacı, bazen muhafazakâr kitlelere açılma vaadi ile iğreti kaçan sembolik adımlar atan mahcup bir parti rolünü takınmıştır. Sonuçta ne kadar ana muhalefet konumunu korusa da üzerinde yükseldiği muazzam tarihî mirasa ve deneyimin hakkını veremeyen, özgüvenini yitirmiş bir siyasal hareket dönüşmüştür. Aslında bu kimlik krizi uzun vadede bir siyasal parti için olumlu sonuçlar verebilir. Zira bu özgüven krizleri yeni döneme hazırlık yapmak için gerekli düşünsel perspektifi üretmek için kapsamlı bir tarihsel muhasebe yapmayı zorunlu kılar. Gezi’den sonra, CHP böyle bir muhasebeyi yapmasa da belli oranda özeleştiriler yapmış, farklı arayışlara girmiştir. Özellikle Türkiye’yi “25 sol/laik, 65 sağ/muhafazakâr, 10 Kürt hareketi” olarak sabitlenmiş üç monolitik bloğa ayıran analizleri büyük oranda veri kabul edip ona göre siyaset yapmayı tercih etse de Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki arayışları kısmen etkili olmuștur. 

Adalet Yürüyüșü ve Demokrasi İttifakı

15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan olağanüstü hal rejiminin ortaya çıkardığı yaygın hukuksuzluk, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun bugünlerde de gündem olan “MİT Tırları” haberleri ile ilgili belgeleri Cuhmuriyet gazetesine sağladığı iddiasına dayanarak tutuklanması ile CHP’yi hedef aldığında Kemal Kılıçdaroğlu 15 Haziran 2017’de Ankara’dan İstanbul’a doğru Adalet Yürüyüșü’nü bașlatır. Üç hafta sürecek bu yürüyüșün modern Türkiye tarihinin en etkili sivil muhalefetlerinden biri olduğuna șüphe yoktur. Bir süredir Türkiye’de yașanan yaygın adaletsizliğe dikkati çeken CHP lideri, bu eyleme CHP kitlesinin çok ötesinde, geniș bir katılım sağlamayı başarır. Aynı zamanda adalet ve hukuk ekseninde birçok parti, siyasal hareket ve STK ile yeni işbirlikleri kurma imkânının önünü açar. Birçok yönüyle 2019 yerel seçimlerinden bașarı ile çıkmıştır ve CHP’nin bașarı ile yürüttüğü ittifak siyasetinin da temelleri bu yürüyüş ile atılmıştır.    Bu bașarılı eyleme rağmen, Adalet Yürüyüșü sonrası CHP’nin kimlik krizinden tamamen çıktığını, Cuhmurbașkanlığı sistemi ile Türkiye’nin girdiği süreci durduracak, ona alternatif bir yol sunacak potansiyelde güçlü bir muhalefet ya da muhalefet ittifakı oluşturduğunu düșünmek herhalde CHP adına fazla iyimser olur.  Diğer yandan fikirlerinden çok istifade ettiğim birçok gözlemcinin aksine CHP’nin önünde çok büyük imkânlar olduğunu ve önümüzdeki dönemde CHP’nin Türkiye’nin yeniden kurulması sürecinde en önemli kurumsal aktör olacağını düșünüyorum. Kendini birkaç aşamada dönüştürme iradesi göstermiş ama kısmen çelişkiler ve gerilimlerle dolu (hatta Dersim Katliamı ya da Varlık Vergisi gibi bazı yüz kızartıcı hatalar da barındıran) bir geçmişe sahip CHP için bu tarih büyük bir yük olabildiği gibi, müstesna bir güç ve irade de sağlayabilir. CHP kamuoyunun Cumhuriyet ve onunla yaşıt olan bu partinin yaşadığı tarihsel deneyimi soğukkanlı ve kendine güvenerek ama samimi öz eleştiri kapılarını açık tutarak, yeniden bir çerçeveye oturtması gerekir diye düşünüyorum. Demokratik rejimlerin ve sosyal hukuk devleti anlayışının sadece Türkiye’de değil ABD dahil bütün dünyada büyük bir risk altında olduğunu geçen 10 yılda anladık. Pandemi ile 1980’lerden beri dünyaya hâkim olan neoliberal ekonomik düzenin de derin bir krizde olduğunu gördük. Bugün Türkiye’nin neredeyse üç yüz yıllık dönüşüm iradesini, yüzyıllık kurumsal birikimini ve yetmiş yıllık çok partili demokratik deneyimi bir kenara koyup, muhayyel bir tarihi perspektif içinde kurulmaya çalışılan bir rejim karşında CHP demokratik muhalefetin liderliğini yapma iddiasındadır. Bu iddia bir restorasyon değil, yeni bir demokratik Türkiye’nin nasıl kurulacağı hakkında kapsamlı, cesur, eldeki çözümlemelerin ve varsayımların çok ötesinde bir hazırlığı gerektirmektedir.
Bazı görme şekillerine küçük bir katkı.
Bazı görme şekillerine küçük bir katkı.
Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu