Geçen akşam dokuz yaşındaki kızımla yan yana kendi kitaplarımızı okuyoruz. Leyla bir an kitabı kendinden uzaklaştırdı, gözlerini bir eliyle kapadı ve “Hayır hayır okuyamayacağım,” diye çığlık attı. “Hayırdır ne oldu, heyecanlı bir sahne mi?” diye sordum, “Hayır, kız birazdan benim yaşadıklarımı yaşayacak. Çok acı çekecek,” dedi. Nasıl? Tokat gibi değil mi? Tabii ki neden diye sordum, “Annesiyle babası ayrılacaklar galiba,” dedi. O anı nasıl atlattım, suratım ne haldeydi, nasıl sağlam kaldım bilmiyorum. Merak etmeyin dram büyümedi, birbirimize sarıldık, konuyu biraz konuştuk sonra Leyla “Ay neyse dur, merak ediyorum devamını,” diyerek normale ve kitabına geri döndü.
Ben de tam o günlerde bibliyoterapi denen bu şeyi sorguluyordum. Sık sık yaptığım gibi acaba kitaplar gerçekten insanlara şifa olur mu diye sorduğum günlerden geçiyordum. Cevap en yakınımdan geldi. Bu arada kızımın okuduğu kitabın adı Üşütük Kızın Günlüğü, merak edenler bakabilirler.
Sanki evren bu konuda bana yol göstermeye çalışırmış gibi aynı hafta içerisinde bir aydınlanma daha yaşadım. Maltepe Üniversitesi’nin düzenlediği “Milli Mücadele Romanları ve Kahramanları” festivaline konuşmacı olarak davetliydim. Bilmiyor olabilirsiniz, benim Vakit Hazan adında 1918-1922 yılları arasında geçen bir romanım var. Kitabın kahramanı Handan ülkemizin en sancılı yıllarında kendisinin en sancılı zamanlarını yaşıyor, yani büyüyüp yetişkin olmaya ve kimliğini belirlemeye çalışıyor. Moderniteye ayak uydurup yeni taşındıkları dairelerinde suareler mi düzenleyecek yoksa eski alıştığı usullerde, kendi mazbut hayatına devam mı edecek?
Sağ olsunlar bir dönem kitabı olarak konuşmaya layık görmüşler, davet ettiler. İyi ki de etmişler. Böylelikle birlikte konuşma yaptığımız çok değerli üç ismi tanıma fırsatı buldum ve onların sunumlarını dinlerken bir kez daha anladım: Edebiyat, romanlar büyük bir hazinedir ve eğer doğru okunursa hayatı anlamanı ve anladığın için de onunla barış içerisinde yaşamanı kolaylaştırır.
Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Doç. Dr. olan Hilal Akça’dan başlayayım. Ataerkilliğin Manevi Kızları adlı kitabından öyle bir sunum hazırlamıştı ki oradan koşarak çıkıp ilk iş kitabı sipariş verdim. Sadece okurların değil, her yazarın elinin altında bulundurması gereken bir kılavuz adeta. Tüm toplumlarda bir kadının dönüşümü bu kadar önemliyken bunun romanlardaki tezahürünü, o dönüşümün nasıl yaşandığını görmek gerçekten müthiş bir ders. Özellikle kadınların kendi dönüşümleri içerisinde kaybolabildiklerini kendimden biliyorum, o yüzden de değişmekten de korkmamak adına bu kitabı incelemenin çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Bir başka çok kıymetli katılımcı Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Doç. Dr. Erol Köroğlu’ydu. Köroğlu, Halide Edib Adıvar’ın Ateşten Gömlek romanını anlatırken düşündüm: Geçmiş bugüne nasıl da ışık tutuyor. Bugünün Türkiye’sini anlamak istiyorsanız dönüp Kurtuluş Savaşı yıllarına bakabilirsiniz. Bana göre pek bir farkı yok, bunu Vakit Hazan’ı yazarken de hissetmiştim. Erol Köroğlu hocamızın Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı 1914-1918 adlı kitabını okumak bu yüzden çok faydalı olabilir. Yaşananların romanlara iz düşümleri nelerdir ve biz bugün aynı şeyleri yaşıyorsak bugünün romancılığı gelecektekilere neler anlatmaktadır?
Gelelim Bitlis Üniversitesi’nden Doç. Dr. Şener Şükrü Yiğitler’e. Keşke İstanbul’u daha sık ziyaret etse, keşke söyleşiler yapsa, insanlar onun bakış açısından faydalansa diye düşündüm. Çok sevdiğim Şükufe Nihal’i bir şair olarak değil, bir coğrafyacı olarak ele alması tam olarak benim görmek isteyeceğim alternatif bir yaklaşımdı. Konuşmasının başlığı “Bir Cumhuriyet Kadını’nın Terra Incognitası”ydı. Terra Incognita, yani bilinmeyen topraklar bu ülkenin edebiyatına da siyasetine de ve hatta bugününe de damgasını vurmuş bir kavramdır. Bunu masaya yatırmış olması o yüzden benim için çok kıymetliydi. Yiğitler’in çocuk kitapları yazdığını bilmiyordum, bu kadar ufku geniş bir hocanın çocuklara çok güzel şeyler anlatabileceğini düşünüp Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan, kapağına da hayran olduğum Çok Uzak Bir Deniz kitabını sipariş verdim.
Yine edebiyatı çok sevdiğim, verdiğim kıymete değdiğini anladığım bir hafta oldu, hocalarıma teşekkür ederim. Edebiyat şifaymış bir kez daha anladım, yola devam. ∙
30.12.2022 04:30
Bibliyoterapi işe yarar mı?
Fiziğimle değil fikirlerimle gündem olmak istiyorum
31 Mart 2023
Türk annelerin ‘Paşam’ sendromu
24 Mart 2023
Biz polisiye romandaki suçlularız
17 Mart 2023
Ne kıyafet, ne yemek onlara insan gerek
Tüm Yazıları
03 Mart 2023