24 Kasım 2024, Pazar Gazete Oksijen
10.12.2022 16:30

Türkiye’nin aydınlık yüzü Kara Hafta

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin tek polisiye festivali olan Kara Hafta'nın 8. edisyonu bir kez daha Pera Palace Hotel’de gerçekleştirildi. Gelseniz görseniz Kara Hafta’da konuşma yapan yazarların kitaplarını hemen alır, siz de okumaya koyulursunuz…

Türkiye’nin tek polisiye festivali olan Kara Hafta lafını duyup duruyorsunuzdur, ama nedir bu Kara Hafta ve de ne kadar eğlenceli bir şeydir, muhtemelen bilmiyorsunuzdur. Bilseniz ciddi söylüyorum, başka şehirlerden kalkıp gelirsiniz. Bu yıl sekizincisi düzenlendi, şahsen ilk yılından beri hepsine katıldım ve her seferinde biraz daha çok seviyorum. Katılmamın sebebi polisiye sayılabilecek, aslında psikolojik gerilim olan tek romanım Cellat Mezarlığı sayesinde polisiye edebiyatçılarının beni bağırlarına basmaları değil, bu toplantılarda Türkiye’nin en güzel akıl, fikir, zekâ, mizah sahiplerinin bir araya geliyor ve o havayı koklamanın da benim beynime iyi geliyor olması. İşte söyledim gitti! Her zaman vurgularım, polisiye yazarı da okuru da zekidir, zeki olmak zorundadır. Öyle bedavadan iki güzel cümle yazıp kandıramazsınız onları. Titizdir, adeta okuduğu dedektifler kadar detaycıdır ve hatta şunu da söyleyelim, biraz da “gıcık”tır. Her şeyi beğenmez. İyi ki de beğenmez, bu sayede yazarlarını zorlar ve kendilerinin en iyi hallerine ulaşmalarını sağlarlar. Fazla övdüğümü sanıyorsanız yanılıyorsunuz, gelseniz görseniz Kara Hafta’da konuşma yapan yazarların kitaplarını hemen alır, okumaya koyulursunuz.

Kara Hafta’da neler oldu?

Bu polisiye festivali iki gün sürüyor, ama aslında beş gün de sürse, bir hafta da sürse olur. Ben koşa koşa giderim. Bu yıl olan biteni size şöyle bir özetleyeyim şimdi, oturduğunuz yerde kıskançlıktan çatlayın. İlk gün tüm hızıyla başladı. April’in şahane ve de efsane editörü Nazlı Berivan Ak’ın moderatörlüğünde Armağan Tunaboylu ve Aras Gençtürk bize kendi yazdıklarını ve süreçlerini kendilerine has tarzlarıyla anlattılar. Armağan Tunaboylu’nun ciddiymişçesine yaptığı ince esprileri kimse kaçırmadı, dediğim gibi seyirci de belli bir zekâ seviyesinin üzerinde olduğundan, unutulmaz, eğlenceli bir söyleşi oldu. Aras Gençtürk ise maalesef onun yanında dinozor kalan bizlere yeni nesil polisiyenin ne olabileceğini anlattı.
Onları Tuna Kiremitçi ile bendeniz takip ettik ve “Bibliyoterapi” özel bölümü yaptık. “Toplumcu gerçekçi edebiyatın kalesi artık polisiyedir,” dediğimiz bölümümüzde yine dört kitaptan ve yazarından bahsettik ve bu bölüm Podbee tarafından kaydedilerek yayına hazırlandı. Fena değildi sanırım, kendimle ilgili fazla bir şey söylemem yakışık almaz. Bizden sonra sahneye sisler içerisinde gelse yeridir diyebileceğimiz Ahmet Ümit çıktı ve tabii ki her zamanki gibi dinleyicisini aldı götürdü. Sözel olarak da gerçek bir hikâyeci kendisi ve Kara Hafta’ya en başından beri verdiği destek de çok çok kıymetli.

Polis değil ama polisiyeseverler Pera Palas’a ulaşmayı başardı

Gelelim ikinci güne. İlan edilen kadın yürüyüşünü engelleyebilmek için Beyoğlu’nun bütün girişleri polis yığınları tarafından kapatılmış olsa da polis değil ama polisiyeseverler Pera Palas’a bir şekilde ulaşmayı başardı ve oturumlara katılım gösterdi. Çok da önemli söyleşiler vardı, iyi ki vazgeçmemiş gitmişiz. İlk olarak Kara Hafta’nın en büyük destekçilerinden pek kıymetli Metin Celâl’in yönettiği Algan Sezgintüredi-Mesut Demirbilek söyleşisini dinledik. Müthiş bir proje, bence okumayan, bilmeyen kalmamalı. Mesut Demirbilek eski emniyet müdürü ve yıllara dayanan deneyimiyle anlatacak çok şeyi var. Bu sefer bildiklerini polisiye edebiyatın en sevilen kalemlerinden biri olan Algan Sezgintüredi’ye anlatmış ve o da şahane diliyle harika bir polisiye çıkarmış. Kavgaz adlı serinin ilk kitabı Çantacı. Mesut Demirbilek saatlerce anlatsa dinleriz, bunu söyleyeyim. Emniyet camiasında çok önemli yeri olan, çok yönlü bir eski polisin Sezgintüredi gibi bir edebiyatçıyla işbirliğine tamam demiş olması bence polisiyeyi alır bir üst seviyeye taşır.

Norveç polisiyesi yazarlarından Silje Ulstein de oradaydı

Bir sonraki oturumda geçtiğimiz haftalarda Norveç’teki polisiye festivalinde de Türkiye’yi temsilen bulunan Ayşe Erbulak, bizim son zamanlarda pek bir meraklısı olduğumuz Norveç polisiyesi yazarlarından Silje Ulstein ile söyleşti. Ulstein ilk kitabı Bir Sürüngenin Anıları’yla polisiyeye hızlı bir giriş yaptı ve on üç dile çevrildi. Yazdığı dehşetengiz sahnelere rağmen kendisi gayet mülayim, güler yüzlü bir kadın. Kendi kötücül yanını belki de yazarak egale ettiğini söyledi. Ki bu aslında uzun uzadıya konuşulası bir konu. Hangi yazar neden yazdığını bilir ki zaten, ama belki de düşünmenin ve bu işin psikolojisini de anlamanın vakti gelmiştir diye düşündürdü bana. Nitekim bir sonraki oturumda bu sefer de polisiyenin kıymetli editörü Hülya Balcı ile Deniz Altunay ve Banu Akeloğlu, başka konuların yanı sıra polisiye yazarlarının kendilerini yazdıkları tehlike ve vahşet dolu satırlardan nasıl ayırdıklarının üzerinde de durdular. Banu Akeloğlu’nun Mini Mini Cinayetler adında bir polisiye podcasti olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum, dinlemeye de başladım.

Polisiye Edebiyat Katkı Ödülü Sevil Atasoy’un

Ve gelelim Kara Hafta’yı onurlandıran Sevil Atasoy’un söyleşesine… Polisiye Edebiyat Katkı Ödülü’nü de alan Atasoy, sakin sakin, tatlı tatlı ama bir yandan da son derece net, o kadar güzel anlattı ki polisiyenin dününü, bugününü, yarınını, söylediği her şeye hemen ikna oldum. Şair Adnan Özer de az değilmiş hani. O da böyle sessiz sessiz ne kadar nokta atışı soru varsa onları sordu. Bu söyleşi vesilesiyle öngörü polisliği diye bir şeyden haberdar oldum. Ailesinden biri cinayete kurban gitmiş ya da ailesinden katil çıkmış birinin suç işleme potansiyelini kontrol altında tutma çabası diyebiliriz kısaca.

Anlayacağınız tadına doyulmayan iki gündü. Tabii ki her edebiyat etkinliğinde olduğu gibi bu da yine bütün bu katılımcı isimlerin özverisiyle gerçekleşen bir organizasyon. Suç oranı bu kadar yüksek, derinlemesine incelemelerin, yazıların, konuşmaların çok kıymetli olması gereken bir ülkede biri de çıkıp size bir el vereyim demiyor. Oturduğunuz yerden bir şeyleri beğenmek, takip etmek eminim çok güzel ve Cumhuriyet Türkiye’si de hep sanatıyla, kültürüyle, edebiyatıyla var olsun istiyorsunuz ama taşın altına biraz da siz elinizi koyun derim. Bizden bu kadar. Bu da burada not olarak dursun.