23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
21.05.2021 06:00

Karadeniz yeşiline doyma rehberi

Maçka’nın yeşiline, koca koca vinçlerle çıkılamadığı için hâlâ betonlaşmamış Rize yaylalarına, yukarılara doğru tırmandıkça içine dalmak ve hiç çıkmak istemeyeceğiniz yeşil denizlere ve bulutların üstüne hoş geldiniz. Bu yazı, ilk kez gidecekler için Karadeniz yolculuğunun ilk adımıdır

Karadeniz’in yükseklerinde doğa o kadar başka, o kadar deli ki dikilen bütün betonlara, kesilen ağaçlara başkaldırıyor yeşil! Ne yapsan yerinden yeniden fışkırıyor. HES’lerin azalttığı su debisine inat direniyor Karadeniz dereleri! Başını biraz göğe dikip, düz yoldan saptığında, internetin çekmeyip kaybolduğunda, ağaçların şarkısı başlıyor. Karadeniz, "yeşil yol" istemiyor. Yukarılara tırmandıkça ara ara denk geleceğiniz ters dönmüş vinçler, beton binaları da beton yolları da geri püskürten Karadeniz’in başına buyruk doğasının birer nişanesi gibi. Bu yazı, Karadeniz yeşili ile ilk kez tanışacaklara, Batı Karadeniz’e mini bir giriş rehberi. 

Sal Yaylası
Sal Yaylası

1. gün: Trabzon Havalimanı - Maçka Rotası

Trabzon Havalimanı’na indiğimizde henüz gün ortası olmamıştı. Bizi bekleyen arazi araçlarımıza bindik. Yolculuğa arkadaş grubu ile çıkacaksanız dikkat! Arazi aracı, yedek lastik ve usta şoförlük şart. Diğer bir şart da ya bölgeyi çok iyi bilen bir arkadaş ya da profesyonel bir rehber. Biz şanslıydık çünkü tüm yolculuğumuza Karadeniz’in yerlisi, turizmci arkadaşımız Yusuf Hoşer eşlik etti. Minnettarız.  Değirmen Deresi’nin yanından Anadolu Bulvarı’na devam edip, yaklaşık yarım saat sonra şimşir ormanlarının arasından geçerek başlayan tırmanışın heyecanına kaptırıyoruz kendimizi. Yükseldikçe nefes almaya, kalp atışlarımızı duymaya, durup durup fotoğraf çekmeye ve anlamsız sevinç çığlıkları atmaya başlıyoruz. Evet, betondan büyük şehirlerde yaşıyorsanız, Karadeniz’in bünye üzerinde böyle tuhaf bir etkisi var. Öğleden sonra açan güneşle birlikte, Sındıran üzerinden geçen daracık yolu kat ederek Tarihi Maçka Köprüsü’ne varmak hedefimiz. Yol boyu çağlayan minik dereler, ineklerini otlatan aileler, hasır küfesinde odun ya da erzak taşıyan kadınlarla birbirimize el sallayarak ilerliyoruz. Maçka’nın sırtları, yeşilin bin bir tonu ile karşılıyor bizi. Her ağaca sarılmak, her ahşap kulübenin yanında durup iç çekmek, yabani elma ağaçlarının dallarından elma toplamak istiyoruz. Lastiğimiz patlıyor yolda ama ne gam. 45 dakikalık yolculuk bizi, 19. yüzyıla tarihli Maçka Köprüsü’ne taşıyor. Maçka’ya tek gün ayırdıysanız iki seçeneğiniz var: Sümela Manastırı ve Altındere Milli Parkı: Maçka’nın içinden geçerek Kozağaç Köyü Yolu’na saparak önce bir yeryüzü cenneti olan Altındere Milli Parkı’nı ardından da olağanüstü güzellikteki Sümela Manastırı’nı ziyaret etmek. Sümela Manastırı’nın tarihi 4. yüzyıla kadar uzanıyor. Yapımı yüzyıllarca devam eden manastır, bugünkü halini 13. yüzyıl başlarında almış.  Şolma Yaylası ve Vazelon Manastırı: Türkiye sınırları içerisinde yiyebileceğiniz en lezzetli kaymaklardan biri Şolma Yaylası’nda. Bin 800 metre yükseklikteki Şolma Yaylası’nın asıl güzelliği ise oraya giden yolda saklı. Kulin Dağı etrafından yürünebilen 16 kilometrelik yol, birbirinden etkileyici bitki ve hayvan türleriyle karşılaşabileceğiniz bir trekking rotası. Şolma Yaylası’ndan inip yaklaşık bir buçuk saatte ulaşabileceğiniz, Anadolu’nun ilk manastırlarından biri olan Vazelon Manastırı, bir Rum yapısı. Tahmini yapılış tarihi, 270 yılları. Vazelon Manastırı, Sümela gibi göz önünde olan bir manastır değil. Bu nedenle çok fazla tadilat görmemiş ve doğanın muhteşem örtücülüğü ile sinematografik bir hale bürünmüş. Son durak Hamsiköy: Bir yanda Maçka’nın bulutlara değen dağları, diğer yanda şırıl şırıl akan ırmakları. Tek sıkıntı, Hamsiköy’de ciddi anlamda artan çarpık yapılaşma. Enfes lezzetiyle Hamsiköy sütlacı ise bu köyün alamet-i farikası. Konaklama için Hamsiköy Taş Otel’i tercih edebilirsiniz.

2. gün: Çamlıhemşin - Şenyuva Köyü - Pokut Yaylası

Sabah gün doğmadan yola koyuluyoruz. İlk hedefimiz; Çamlıhemşin ve Şenyuva Köyü. Yaklaşık üç saat sonra Fırtına Deresi’nin yanından süzülerek Çamlıhemşin üzerinden bizi Pokut Yolu’na taşıyacak nefis Şenyuva Köyü’ne varıyoruz. Yol üzerindeki köyün en büyük sürprizi, yediğimiz en güzel öğle yemeklerinden birini bize sunacak olan, tarihi Şenyuva Köprüsü’nün kıyısındaki Cugl Kafe. Kafenin 200 metre ilerisindeki üçüncü nesil kahve dükkanı Zua Coffee ve  el sanatları butiği Peri de diğer sürprizler.   Pokut Yaylası: Şenyuva’dan kuzeye doğru yaklaşık 15 dakika sonra karşınıza çıkan minik ahşap tabela size zorlu ama bir o kadar da keyifli bir yolculuğun kapılarını açacak. Pokut’a tırmanış eğer gündüz saatlerini tercih ederseniz daha az riskli. Araçla çıkıyorsanız her daim yedek lastik ve çekme halatı bulundurmanızda fayda var. Arazi aracı ile çıkma şansınız varsa işiniz nispeten kolay. Pokut’a tırmanmak trafik yoksa bir ile bir buçuk saat arası sürüyor. Pokut’taki Tanevit Dağ Evi’nin sahibesi Tülay bize nefis yemekler hazırlamış. Pilita adlı sobalar da yanıyor. Fasulye kavurması, karalahana çorbası, ev yoğurdu, karalahana sarması, kaymaklı patates ve elmalı baklava ile karşılıyor. Oh, mis!  Yemek sonrası sıcacık odalarımızda derin bir uykuya dalıyoruz. Yaylaya çıkarken yanımıza ne alalım?
  • Yağmurluk ama şemsiye değil. Karadeniz yağmurunda şemsiye hiçbir işe yaramıyor.
  • Çamura bulanmaya hevesli bir çift dağ ayakkabısı ya da lastik çizme (Çamlıhemşin çarşısındaki nalburlarda bulabilirsiniz).
  • Gece için soğuk geçirmeyen bir elyaf yelek ya da polar.
  • Gündüz için güneş koruyucu.
  • El feneri.
Aracınız yoksa?
  • Yaz aylarında belli başlı Rize yaylalarına, Çamlıhemşin’den kalkan minibüsler de çalışıyor. Güvenilir yerel acenteler arasında; Pokutsal Tur  - Bukla Tur  – Sendagez TurTurolog Turizm gibi işletmeleri sayabilirim. 

3. gün: Pokut - Sal - Fırtına Vadisi - Zilkale - Çeçeva Köyü

Saat beş buçukta gözümden içeri giren güneş ile uyanıyorum. Koşarak tül perdeyi aralıyorum. Karşımdaki manzara inanılmaz... Yaşasın, Pokut’ta güneş açmış! Lastik botlarımı ayağıma geçirdiğim gibi kendimi yayla yollarına atıyorum. Sabah kahvaltısından önce Plato’da Mola adlı seyir terasına tırmanmalıyım,  Nazlı ve Leyla’yı (köyün dünya tatlısı inekleri) fotoğraflamalıyım ve 20 dakika mesafedeki yan yayla Sal’a yürümeliyim. Karalahana tarlalarının arasındaki daracık patikadan tırmanıp Plato’da Mola’nın balkonundan harika fotoğraflar çekip salıncağında sallandıktan, Sal’a yürüyüp Pilunç Çayevi’nin muhteşem sütlacından tattıktan sonra dağ evine dönüp  toparlanmaya başlıyoruz. Yol uzun. Pokut’tan inip kendimizi Fırtına Vadisi ve Kale Köyü yoluna vuruyoruz. Derenin ortasındaki dev kayalar, dar patika yollar, Çilanç Köprüsü, yüzlerce yılllık Zilkale ve Çiçekli Yayla eteklerindeki minik Kale Köyü...  Köyün hemen girişinde yer alan Bala Palam Restoran’da yine bölgeye has yemeklerle ziyafet çekiyoruz. Dönüş yolculuğumuz ise tüm seyahatin bonusu, Çeçeva çay tarlası.  Değil Rize’de, dünya üzerinde gördüğüm en güzel yerlerden biri olabilir Haremtepe Köyü’ndeki Çeçeva çay tarlaları. Dünya tatlısı Kenan Çiftçi’nin kendi elleriyle yarattığı bir cennet. Kenan Bey ile eşi Fatma Teyze günde bazen 16 saat çalışıyorlar. Son gecemizi bir başka çarpık yapılaşma faciasına dönüşmüş Ayder Yaylası’nda, yaylanın doğasına uygun tasarlanmış belki de tek konaklama yeri olan Pilita Bungolov’un ahşap restoranında nefis bir aile sofrasında geçirdikten sonra ertesi sabah Trabzon’a dönmek üzere bungalovlarımızda derin bir uykuya dalıyoruz.   
Bahar Akıncı
Bahar Akıncı