Küresel tedarik zinciri karar alıcıların hiç kafa yormadığı bir konuydu. Genellikle akademisyenlerin ilgi alanına girer, küreselleşmenin bu boyutunun olası etkinlik kazancı ve riskleri çalışmalara konu olurdu. 2011 yılında Japonya’daki Fukuşima nükleer faciası tedarik zincirindeki kesintilerin küresel ekonomiyi nasıl etkileyebileceğini göstermiş olsa da, bunun ne kadar temel bir problem olabileceğini öngörenlerin sayısı fazla değildi. Ama artık öyle değil. Bugünün tedarik zinciri darboğazları ürün kıtlığı yaratıyor, enflasyonu besliyor ve bütün dünyadaki karar alıcıların zihnini meşgul ediyor. ABD’de Joe Biden yönetimi tedarik zincirlerinin gelecekteki ekonomik güvenliğe dair kilit önemini fark etti ve bu konuda takdiri hak ediyor. Şubat 2021’de Biden bir kararname yayınlayarak çok sayıda federal kurumun Amerikan tedarik zincirini güvenceye almasını ve güçlendirmesini istedi. Haziran ayında ise Beyaz Saray “Dirençli Tedarik Zincirleri Oluşturmak, Amerikan Üretimini Yeniden Canlandırmak ve Geniş Tabanlı Büyümeyi Desteklemek” konulu 100 günlük bir inceleme yayınladı. Bu 250 sayfalık raporda birçok önemli öneri yer alıyor. Bazıları ABD’nin iş gücü becerilerini ve ekonominin inovasyon kapasitesini artırmaya yönelik halihazırdaki geniş tartışmanın kapsamına giriyor. Diğer fikirler ise uluslararası ilişkiler ve güvenlik çalışmalarında bir süredir zaten ortalıkta dolaşıyor. Örneğin belgede savunma ve diğer kritik sanayilerin ithal girdilere bağımlılığının ulusal güvenlik açısından sonuçları ele alınıyor.
Ne kadar karmaşıksa o kadar riskli
Ancak incelemenin en önemli katkısı, küresel tedarik zincirlerinin farklı sosyal maliyetler getirdiği tespiti: “Özel sektörümüz ve yurt içi imalata ilişkin kamu politikamız yıllarca güvenlik, sürdürülebilirlik ve dayanıklılık yerine etkinliğe ve düşük maliyete öncelik verdi. Bu yaklaşım neticesinde tedarik zinciri riskleri ortaya çıktı.” Ardından belgede aşırı küreselleşmiş tedarik zincirlerinin gerçekten de ekonomik verimlilik için o kadar da iyi bir şey olup olmadığı soruluyor. İktisatçıların genel tavrı “Evet, iyidir” yönünde. İki firma karşılıklı bir şeyler kazanacakları bir ilişkiye girmişse bu ilişki hem söz konusu firmalar hem de muhtemelen ekonominin geri kalanı için iyidir çünkü neticede verimlilik artar ve maliyet azalır. Burada bir Amerikan üreticinin bazı girdilerin üretimini Çinli bir firmaya yaptırması önemli değil. Ancak tedarik zincirleri ekonomi için ülke savunmasına ilişkin yukarıda bahsedilen kaygıların ötesinde iki açıdan ciddi tehlike oluşturabilir. Bir tedarik zinciri ne kadar karmaşık haline gelirse ekonomik riskler de artar. Herhangi bir halkanın kırılması bütün zinciri etkileyebilir ve gerekli girdide ani kıtlığa yol açması halinde fiyatları yukarı fırlatabilir. En kötü senaryo ise zincirin bir bölümündeki aksaklığın domino etkisi yaratarak diğer firmaları da devirmesi ve bütün bir sektörü durma noktasına getirmesidir. Mantık olarak bu senaryo mali şebekelerdekine benzer; orada da bir bankanın temerrüde düşmesi diğerlerini acze hatta iflasa itebilir. 2008 yılında Lehman Brothers’ın çöküşünden sonra yaşanan buydu.
Küçük kârlar ilk etapta cazip geliyor
Prensipte, belirsizlik maliyetli bir şey olduğu için işletmelerin tedarik zinciri oluşturmaya karar verirken bu riskleri göz önüne alması beklenir. Ancak pratikte firmaların tedarik zincirlerini fazladan uzatmak için makul ekonomik sebepler var. Mesela firmalar kendi risklerinin hesabını verebilir ama sebep oldukları sistemsel etkiler, diğer firmalar ya da bütün ekonomi üzerinde oluşturdukları riskler için hesap vermek zorunda kalmaz. Dahası, küresel rekabet maliyetleri azaltmak için güçlü bir motivasyon yarattığında, yabancı tedarikçilerin sağladığı küçük fiyat farkları bile özellikle kısa vadede cazip hale gelebilir. İçinde yaşadığımız borsa opsiyonları ve yüklü primler çağında yöneticiler mali faydaları da dikkate almak durumunda. CEO’lar maliyetleri indirebildiği ve kârı artırabildiği zaman anında mükafat görüyor, gelecekteki belirsizliğin büyük maliyeti, hatta iflas dahi onların sorunu değil. Şirketlerin tedarik zincirini aşırı uzatmasının daha örtülü ama aynı derecede önemli ikinci bir nedeni daha var. Beyaz Saray raporunda belirtildiği üzere sorun “ABD’nin küresel piyasaların bazı özelliklerini kaçınılmaz olarak görmesi. Bu durum özellikle de şirketlerin ve sermayenin ücret, vergi ve hukuki kısıtlamanın en az olduğu yere kaçacağı korkusundan kaynaklanıyor.” Bu ifade iktisatçı Dani Rodrik’in küreselleşme hakkındaki ileri görüşlü tespitini hatırlatıyor: Küreselleşme sadece mal ve hizmet ticaretinden ibaret değil, rantın paylaşımını da içeriyor. Hal böyle olunca tedarik zincirlerinin küreselleşmesi sermaye ile emek arasındaki dengenin değişiminde temel bir rol oynuyor. Bu sürece giden en kestirme yol, girdilerin başka ülkelere yönlendirilmesi; sırf böyle bir ihtimal bile yöneticiler tarafından ücretleri düşük tutmak için tehdit unsuru olarak kullanılabiliyor. Offshore işlemlerinin iki tarafında da bunu görmek mümkün: Amerikan şirketleri tedarik zincirlerini gevşek iş gücü piyasası düzenlemeleri sebebiyle ücretlerin halihazırda daha düşük olduğu Çin ve Vietnam gibi ülkelere yayarak çalışanlarına daha az ücret ödeyebiliyor.
Örgütlenmek daha zor
Parçalı tedarik zinciri çalışanların toplu sözleşme için örgütlenmesini de zorlaştırabiliyor; böylece işletmelere bir yarar daha sağlıyor. Kazançlarını vergilerin daha düşük olduğu bölgelerde kayda geçirebildikleri zaman şirketler tedarik zincirini küreselleştirerek vergi avantajları da elde edebiliyor. Bu ikinci sebep Amerikan ekonomisi için de sorunlu. Yöneticiler aslında daha etkili olmasa bile, sırf kazancı çalışanlardan hissedarlara doğru yönlendirmeyi sağladığı için tedarik zincirlerini küreselleştirmeye meyledebiliyor. Bu durum sadece aşırı uzun tedarik zincirleri yaratmakla kalmıyor, özellikle düşük ve orta vasıflı çalışanların ücretlerini baskı altında tutarak gelir dağılımını da tahrif ediyor. Beyaz Saray raporu bilhassa üretim sektöründe tedarik zincirinin daha büyük bir bölümünü ABD içinde tutmayı öneriyor. Peki bu nasıl olacak? İki boyutlu bir yaklaşım işe yarayabilir. Öncelikle, işletmelerin yurt içi tedarik zincirlerine yatırım yapmasına yönelik anlamlı teşviklere duyulan ihtiyaç, girdilerin başka ülkelere yönlendirilmesinin getirdiği vergi avantajlarının bertaraf edilebileceği manasına geliyor; ayrıca iş gücü piyasasına dair düzenlemelerden doğan arbitraj fırsatlarının önü kesilmeli. Ama başka, daha temel değişimlere de ihtiyaç var. Küresel tedarik zinciri karmaşası ABD için ekonomiye ve ekonominin amacına yönelik daha kapsamlı bir tartışma fırsatı sunuyor. CEO’lar kafayı “hisse değeri” ideolojisiyle desteklenen kısa vadeli borsa performansına takmayı sürdürdükçe, riskler ne olursa olsun kazancı çalışanların elinden almanın yollarını aramaya devam edecekler.