Güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda uzlaşan altı muhalefet partisinin liderleri önce 12 Şubat’ta Ahlatlıbel’deki bir masa etrafında buluşup, bir yol haritası beyanında bulundular. Aynı altı lider 28 Şubat’ta bu kez Bilkent Otel’de bir araya gelerek kameraların önünde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni’ni imzaladılar. Sonrası nereye evrilir bilemediğimiz, ama şu ana kadarki bölümüyle bile siyasi tarihimize geçmiş bir mutabakat girişimi bu. Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır yaklaşık dört yıl önce başlayan ve büyük bir hassasiyetle yürütülen bu sürecin en yakın tanıklarından biri. Gelişmeleri hem içeriden hem de seçmen cephesinden takip etme imkanı bulmuş bir siyaset ve kamuoyu araştırmaları uzmanı. 28 Şubat’ı Bekir Ağırdır’la konuştuk.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakatı’nı imzalayan altı lider neden kendilerini bir “ittifak” veya “koalisyon” olarak tanımlamıyor? Neden tanım “4+2”de bırakıldı?
Hikaye nereden başladı, önce onu bir hatırlayalım: 16 Nisan 2017’deki sistem değişikliği referandumunda yüzde 49’a yakın bir hayırcı blokun çıkmasıyla başladı. O blokun o kadar büyük olması CHP’yle İyi Parti’yi cesaretlendirdi ve bir arada olma gerekliliği konusunda bir farkındalık üretti. Sonra bu durum CHP’nin İyi Parti’ye 15 milletvekili jestiyle devam etti ve doğal olarak 2018 seçimlerinde bir oy ittifakı yaptılar. Aslında o bile yarım bir ittifaktı, çünkü milletvekilliği listelerini ortak yaptılar ama cumhurbaşkanı adayları farklıydı. Ardından 2019’da yerel seçimlerde yine kısmi bir ittifak yaptılar, büyükşehir ve bazı ilçelerde ortak ama kalan belediyelerde seçime ayrı ayrı girdiler. Demeye çalıştığım işin bu kısmı çok yavaş ilerleyen bir süreç. Farklılıkları ve tereddütleri gidermek kolay değil, bir tür yoğurdu üfleyerek yeme hali. İşin bir yanı bu. İkinci yanı Saadet ve Demokrat Parti ilk günden beri ittifakın içinde, ama Deva ve Gelecek Partisi gibi iki yeni unsur var. Bu iki parti için daha henüz seçmen profilleri şudur, hatta örgütsel yapıları şudur demek çok mümkün değil. Liderler ve en yakın kurmay heyeti hakkında kanaatlerimiz var, ama henüz iki partinin diğerlerinden farklarının ya da benzerliklerinin ne olduğunu oturtmaları için süreye ihtiyaçları var. Aynı zamanda CHP ve İyi Parti açısından da, SP ve DP’nin tabandaki ağırlıklarının ne olduğunu biliyorlar, ama Deva ve Gelecek’in seçmen tabanındaki ağırlığının ne olduğu hepimiz için meçhul. Anketlerin dışında elimizde seçimle sınanmış bir veri yok. Söylemlerindeki iddiayla siyasi ağırlıkları çok uyumlu mu, toplumdaki karşılığı ne, henüz net değil. Dolayısıyla bir yandan onların ağırlığı, onların nereye oturacağı gibi bir soru işareti herhalde var. Onun için çok temkinli yürümek denebilir şu anda yapılan şey için, ki şahsen çok da yanlış bulmuyorum.
Bir ittifak veya koalisyon sözleşmesi imzalamasalar bile birlik, ortaklık, cephe vs. gibi onları markalaştıracak başka bir tanım da aranmıyor mu; hep “Mutabakat Metni’ne imza atan altı lider” demeye devam mı edeceğiz?
Yok, aktörler üzerinden böyle bir tanımlama yapmak, bu anlamda bir markalaşmaya gitmek doğru değil. Şu an o altı liderin yaptığı şey seçimden sonraki yeni anayasal düzene dair ilkeler ve hedefler manzumesi üzerinden konuşmak, ama asla aktörler üzerinden konuşmamak. Çünkü onlar diyorlar ki “Evet biz farklı partileriz, farklı ideolojilerimiz var, ama hepimizin hedefi aynı, güçlendirilmiş parlamenter sistem. Böyle bir düzen konusunda mutabıkız ve Meclis’te bunu sağlayacağız.” Buradaki kritik nokta 28 Şubat’a bir zihni hedef ve ilkeleri ayırmakla aktörler üzerinden bakmayı ayırmak meselesinde. Bu çok önemli.
Önce seçim yasasını görmeleri lazım
Mutabakat Metni için sizce hangi tanımı kullanmak daha doğru? Yorumculardan şu ana kadar not ettiklerim; seçim manifestosu, yeni Türkiye projesi, seçim deklarasyonu, restorasyon metni, yapısal reform metni, seçim beyannamesi, anayasa taslağı? Daha da üretilebilir…
Bence bu aşamada “muhalefet partilerinin seçimden sonraya hedefledikleri anayasa taslağı temel ilkeleri” demek doğru olur. Elbette bu altı liderin seçim ittifakını konuşmaları gereken bir an var tabii. O an nedir? 1- Adayın kim olacağı karar anı. 2- O adayın arkasında duracak ekibin ortak ittifak halinde seçime girip girmeyeceği kararı. Çünkü ortak ittifakla girme kararını verirlerken doğal olarak listelerde kim, nerede, kaç kişi yer alacak gibi benim bugün tartışılmasını çok yanlış ve erken bulduğum, işte aktör bazında tartışmayı öne çıkaran konular ortaya çıkacak. O yüzden henüz bu aşamada tüm ifade ve tanımlamaları hep uzlaşılan temel ilkeler ve hedefler üzerinden yapmayı daha doğru buluyorum.
Seçimin Haziran 2023’te olacağını varsayarsak 15 ay var; o ittifak konuşması için sizce doğru tarih ne zaman?
Bence oradaki kritik meselelerden birisi şu: Altı liderden hiçbiri böyle bir cümle kurmadı, ama ben olsaydım, seçim yasasında iktidarın yapmak istediği değişiklikleri görmeyi beklerdim. Dedikodulara bakılırsa da o yasanın her an gelmesi bekleniyor. Çünkü eğer seçim sürecini ve seçim kurallarını manipüle edecek derecede bir değişiklik karşımıza çıkarsa, örneğin iktidar şöyle bir değişiklik yaparsa, her parti önce kendi barajı geçecek sonra ittifak oyları hesaplanacak derse ne olur? Bir anda milletvekili seçimi değil, ama başkanlık seçimi için ittifak kurmak anlamsız hale gelebilir. Bir de tabii muhalefetin seçim ittifakında şöyle bir denklem görüyoruz: Devletin son 20 yılındaki bürokrasisine ve değişimine dahil olmuş kadrolar Deva ve Gelecek’te var. Bu alana CHP ve İyi Parti’den daha çok hakimler. Seçimden sonraki bir-bir buçuk yıllık geçiş sürecini yönetmek için çok önemli bir ayrıntı bu. Ama Deva ve Gelecek’in o süreçteki ağırlıkları ile seçmen karşısındaki ağırlıkları da hiç eşit olmayabilir. İkisi hiç sınanmamış, ama isimleri ve liderleriyle baktığınız zaman da meselenin göbeğinde iki parti. Yeni kuruldunuz diye yok sayılamayacak, ama varsayarken de listelerde ya da koalisyon pazarlığında fazla mı ağırlık veriyorum, fazla mı güç veriyorum diye de her parti liderinin hep tereddütte duracağı iki aktör.
Dolayısıyla seçim ittifakı konuşmalarına başlamak için daha bekleyecekler mi?
Evet, biraz daha bekleyecekler. Hem iktidarın seçim yasasını görmeye hem de biraz daha birbirlerini tanımaya ve tartmaya ihtiyaçları var.
Masaya liderleri dört faktör oturttu
Türkiye 28 Şubat fotoğrafını kime “borçlu”? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gücü mü; sistemin yarattığı travmatik güçlükler mi yoksa bir dip dalga mı var? Yani o altı lideri uzlaşma masasına oturtan aslında seçmenin kendisi mi; sizce kim?
Söylediğiniz üç şeyin de ağırlığı var, artı bir de dördüncüsü var: Kemal Bey’in ve Meral Hanım’ın tevazusu.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun özellikle son beş yıldır tabanını genişletmekten ziyade ittifakı genişletme politikası var. Belki tabanı büyütmenin kısa zamanda imkansız olduğunu ya da belki bunu kendisinin başaramayacağını gördüğü için, hangisi bilmiyorum, ama Kılıçdaroğlu’nun bu siyaset çizgisiyle ilgili ne söylemek lazım? Pragmatiklik mi diyeceğiz, bir liderlik vasfı mı diyeceğiz?
Hem pragmatiklik hem de yine tevazu diyorum ben. Liderlikten daha çok tevazu demeyi tercih ederim. Çünkü dikkat ederseniz herkesle ilişkisinde bu hakim. Mesela Kemal Bey hiç “ben aranızdaki en büyük partiyim” gibi bir ağırlık ya da ima tarzı sergilemiyor. Hatta 15 vekil vermekten helalleşme çağrısına kadar farklı birtakım söylemlerde bulunuyor. Tabii Meral Hanım’ın da şu hakkını teslim etmek lazım. O da özellikle yeni gelenlerle ilgili aynı tavrı gösteriyor. Sonuç olarak bu altı parti içinde biri yüzde 25, biri yüzde 13-14’lük başarıyla sınanmış iki parti.
Oysa mesela İyi Parti Genel Başkanı Akşener, “Deva ve Gelecek ittifaka girip güçlendikçe benim partimin seçmeni onlara gidebilir” diye itiraz dahi edebilirdi; böyle bir geçirgenlik olabilir çünkü…
Böyle kaygıları da vardır belki de. Çünkü benim muhafazakarlar, sekülerler ve Kürtler dediğim üç kutuplu Türkiye analizim doğruysa, o zaman evet doğal olarak Ak Parti’den kopan seçmen için ilk adres İyi Parti’yken şimdi bir de Deva ve Gelecek bilinmezi girdi seçenekler arasına. Nasıl gelişir, oylar nereye evrilir o ayrı bahis, ama bir kaygı duyması çok normal olur. Dolayısıyla ikisinin de tevazusunun altını çizmek lazım.
“Tereddütlü iyimserlik” zarar verir
Bundan sonra ne olacak?
Yeni sistem inşası üç adımdan oluşuyor: 1-Seçime kadar geçecek olan sürecin yönetilmesi ve kazanmayı sağlamak. 2-Seçilmiş ortak aday üzerinden bir-bir buçuk yıllık geçiş dönemini yürütmek. 3-Nihayetinde güçlendirilmiş parlamento sistemine geçmek. 28 Şubat’ta bizlere bu hayalin ilkesini ve çerçevesini sundular. Şimdi bu hayalin ya da umudun ve önerdikleri sistemin anlatılması, iletişimi meselesi var. Bu da sadece entelektüel tartışmayla olmaz. İletişim kampanyalarının nasıl olacağı, bu ilkelerin her birinin alanda nasıl anlatılacağı, sivil toplumun buna nasıl dahil edileceği, ikna süreçlerinin nasıl yapılacağı dahil seçim sabahına kadar geçecek sürecin hızla planlanması gerekiyor. Yoksa en doğru cümleleri söyledik ve bitti olur.
Bu kampanyanın başarı ölçüsü, hedefi ne olmalı sizce?
Seçmeni kimlik ve kutuplaşma duygusundan arındırarak, sadece kendisine önerilenler üzerinden seçim tercihinde bulunmasını sağlamak. Bu toplumsal duyguyu inşa etmek. Bu da nasıl olur: 1-Bu fikirler doğrudur. 2-Bu partiler bu fikirleri hayata geçirebilir. 3-Bu partiler seçimi kazanabilir. Seçimin yapılacağı sabaha kadar bu üç duyguyu topluma vermeleri gerekiyor.
Başarabilirler mi ya da başarıyorlar mı sizce?
Elimizdeki araştırmalara baktığımızda bir sene önce kamuoyu, muhalefetin ortak aday gösterip gösteremeyeceği konusunda bile tereddütteydi ya da muhalefetin bir arada durup duramayacağı konusunda… Yarısı tereddütlüydü toplumun. Bu ilişkiler geliştikçe tereddüdü olmayanların oranı 60’lara kadar yükseldi, ama henüz 80 değil. Burada oy verip vermemeleri ayrı bahis. Oy vermeyebilirler, ama “muhalefet aday çıkarmayı başaracak”, “bir arada durmayı başaracak” duygusunu oluşturmak çok önemli ve bu iş zaman alıyor.
Peki bu süreçte neleri asla yapmamalarını önerirsiniz; yine üç madde söyleyin desem…
1- Topluma güven vermesi gereken aktörlerin önce kendilerine güvenmeleri lazım. Özgüven eksikliğini dışarı her yansıttıklarında bu bir “tereddütlü iyimserlik” olarak algılanır ve zarar verir.
28 Şubat’ı canlı yayında izleyen pek çok kişinin liderlerin mimiklerinden dahi çıkarımlar yapmaya çalıştığına eminim. O yüzden bir kere sürekli gülümsemeleri gerekiyor galiba…
Ee tabii çünkü her an herkeste bir problem çıkar mı kaygısı var. Toplumda umutlanmaya ihtiyaç var, ama çok temkinli bir umutlanma hali bu. Bunu da yaratan şey partiler. Henüz o özgüveni dışarıya tam veremiyorlar. Oysa genel başkan yardımcıları dahil sürekli o özgüveni taşımak zorundalar.
2- Altı parti kendilerinin her bir ilçe başkanına kadar bu mutabakat metnini iyi anlatmalı.
3- İktidar bloğunun saldırılarına karşı altı partinin birbirlerine karşı hep çok açık olması gerekiyor. Sürekli iletişim halinde olmalılar.
Sadece altı liderin yazıştığı bir WhatsApp grubu var mıdır acaba?
Yani gerekirse bu da olmalı, çünkü eğer böyle sıcak bir iletişim ve karşılıklı açıklığı sağlayamazlarsa yarın her laf sorun olur. Sonuçta her biri monolotik örgütsel yapılara sahip değil ki… Değil liderlerin birbirlerine vehimle bakmaları, bu durumu yardımcıları, parti sözcüleri dahi içlerine sindirmeliler.
Birbirlerine gerçekten güveniyorlar mı sizce?
Şu aşamaya kadar güvendiklerini görüyorum. Arada mutlaka pürüzler oluyordur, ama ciddi bir sıkıntı çıktığını sanmıyorum.
İkinci hamle ekonomi bildirgesi olabilir
Sizce seçmen elektrik faturası ve ekmek kuyruklarıyla sistem arasındaki bağlantıyı tam olarak kurdu mu? Yani sizce “Biz sistemi değiştirmek istiyoruz” seçmene satılabilir bir vaat mi?
Evet, satılabilir bir vaat. Burada paradoksal gibi görünen, ama aslında bu altı partinin önündeki imkanları anlatan iki veri var elimizde: 1-Başkanlık sistemine devam edelim mi etmeyelim mi diye sorduğumuzda, artık toplumun üçte ikisi başkanlık sistemine karşı. Başkanlığa evet diyenlerin oranı yüzde 52’lerden şu anda 33’lerde. 2-Toplumun yarısı “bütün bu işleri siyasi partilerle çözebiliriz”e dair, yani siyasete dair güvenini kaybetmiş durumda. Paradoksal gibi gözüküyor ama aslında böyle bir ortamda altı partinin bir araya gelmesi çok önemli. Çünkü kesinlikle oyun bozan bir hamle ve çok da önemli bir hamle.
Peki ikinci hamle ne? Mesela masalar kuralacağı söyleniyor. “Masa”dan neyi anlamalıyız; çalışma grupları mı yoksa bir kadro beyanı mı?
Yok, sadece çalışma grupları. Biliyorsunuzdur, İyi Parti üç aydır çeşitli kongrelerle kamuoyuna kendi ekonomik programını parça parça açıklıyor. Deva Partisi aynı biçimde kendi ekonomik programına dair kitapçıklar yayınlıyor. CHP’nin kendi araştırma-geliştirme gibi bir bölümü var. Şimdi mesele aynı bu mutabakat metnindeki gibi, yani temel hukuk ve özgürlükler konusunda olduğu gibi, ekonomi konusunda da bir temel ilkeler manzumesi yayınlamak. Örneğin bölgesel kalkınma konusunda tercihleri ne olacak ya da dağı tepeyi bile özelleştirmeye devam edecekler mi? Ekonomik aktörleri yeterince güçlenmemiş bölgelerde, diyelim ki Ardahan’da yeniden bir Et-Balık Kurumu’nu inşa edecekler mi? İlla enflasyonu kaça düşürecekler gibi değil, ama yine ilkesel bir metnin ortaya konması gerekiyor.
Zaten metnin tek tek maddelerinde değil, ama ruhundaki eksilik de bence buydu: Refahın nasıl elde edileceği ve bunun adaletli bir şekilde nasıl paylaşılacağının ilkesi yoktu. Bunu ayrıca mı açıklayacaklar diyorsunuz?
Öyle bir hazırlıkta olduklarını sanıyorum ya da öyle duyumlar alıyoruz diyeyim. Çünkü bir nizam kuracağım diyorsanız, sizin de dediğiniz gibi yoksullukla mücadele, sosyal devlet gibi konularda ve özellikle gelir bölüşümü ve adaletinde bir ilkeler manzumesi ilan etmeniz de beklenir. Merkez Bankası’nın faizi kaç yapacağını değil, ama refahı nasıl paylaşacağımızı anlatan bir program. İşte zaten bu süreçler de hem partilerin birbirlerine güveni artırır hem de onların toplumla ilişkilerinde güveni inşa eder.
Böyle bir bildirgenin en az 28 Şubat Mutabakat Metni kadar etkisi olur mu sizce? Yani mesela Turgut Özal’ın 24 Ocak Kararları veya Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” gibi… İçeriklerini kastetmiyorum tabii…
Bir kere bunu yapmanın öneminin herkes farkında, onu söyleyebilirim. Turgut Özal 83’te daha hükümet güvenoyu almamışken 40 küsur tane kararname yayınladı. Bu ne demek, hem topluma hem dünyaya ve ilgili bütün aktörlere, “Ben yeterince hazırım, meselelere de hakimim, kafam net” demek. Zaten orada asıl güveni inşa eden şey o kararnamelerin içeriği değil, daha güvenoyu almadan 24 saat içinde onları çıkarmış olması. Burada da en azından ilkesel anlamda böyle bir hazırlık yapılacağını sanıyorum.
Bunu 28 Şubat’ın üzerinden çok da zaman geçmeden yapmaları gerekiyor galiba…
Sanıyorum öyledir, çünkü hem dünya şu an büyük bir belirsizlik içinde hem de doğrusu ben seçim tarihini hala bu sonbaharda kuvvetli ihtimal olarak görüyorum. Tabii eğer bu ay seçim yasasında büyük bir değişiklik yapılmayacaksa. O plan varsa o zaman seçim Nisan 2023’te olur.
Altı parti neden hiç kadro açıklamıyor? En azından ekonomi yönetimiyle ilgili bir beyanda bulunmaları daha fazla güven vermez mi?
Olmaz, doğru da değil. Bir kere CHP’yle İyi Parti’nin 20 yıldır devletle ilişkisi yok. Yani nereye hangi bürokratı tayin edecekler; belli bir yaştaki emekli ve liyakatlı memurlara sefer görev emri mi yollanması gerekecek; bunları şimdiden bilmek zor. İkincisi, kişiler tartışmasına asla girmemek lazım. Üçüncüsü de unutmayalım ki hala bu anayasal düzen içinde geniş yetkileri olan bir cumhurbaşkanı seçeceğiz. O kişiyi daha baştan tam bir vesayet altına almak, hiçbir inisiyatif bırakmamak da doğru olmaz. O seçilecek kişiye de bırakılması gereken alan ve işler var.
Aslında bu bir “letter of intent” metnidir
Peki şimdi gelelim Mutabakat Metni’ne. Birincisi bu metne baktığımızda kim ne taviz vermiş, bunu mu görmeliyiz?
Hayır, bence altı lider nelerin üzerinde anlaşmış, onu görmeliyiz.
Baktığınızda neyi gördüğünüz sizin kim olduğunuzla da alakalıdır muhakkak, ama bunu asıl şu analizi yapabilmemiz için soruyorum; bu metni alıp siyasi tarihimizde nereye koymalıyız?
Valla ben şöyle okuyorum, elimizde bir şu ana kadar hayata geçmiş reel anayasalar var, bir de 2011’de bir Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu deneyimi var. Hatırlarsanız o zamanki BDP, CHP, MHP ve Ak Parti’nin de eşit katıldığı, sivil toplumdan ve yurttaşlardan direkt öneriler almak gibi tarihimizde ilk defa görülen bir yöntem benimsemiş bir deneyimdi o. Ve yanlış hatırlamıyorsam dağıldığı tarihte 62 anayasa maddesinde bir uzlaşma üretmişlerdi. Şimdi bugün altı liderin bu ilkeler manzumesine baktığımızda, o Meclis Komisyonu’nun hazırladığı maddelerden çok daha ileride bir metin var karşımızda. Hem kapsam olarak daha çeşitli, hem de HSYK’dan YÖK’e kadar ne olacağına dair geniş bir uzlaşma var. Ben bunu bile çok değerli buluyorum. Önümüzdeki dönemi tartışmak için sağlam bir metin.
Baktığımızda metnin ana omurgası güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş ilke ve hedeflerinden oluşuyor. Hukukun üstünlüğü, özgürlükler, kadın hakları ve bir miktar çevre hassasiyeti de metnin ruhunu oluşturuyor. Sanırım bu tip metinlerde aslında tek tek maddelerden daha önemli olan da ruhudur…
Evet, doğru katılıyorum.
Sizce bu metnin ruhu, vermek istediği en güçlü mesajı nedir?
Bir kere metnin başlangıç bölümündeki ifadelere bakarsanız onlar bu ruhu belirlemekte çok önemli. Orada 1921 Anayasası’na atıf dahil, 15 Temmuz darbe girişimine somut atıf dahil belli bir ruh görüyorsunuz. Hatta 12 Şubat’taki ilk altılı toplantıdan sonra açıklanan bir sayfalık metinde bile daha somut iki ruh var: Birincisi “Biz duygusunu inşa etmek”. 28 Şubat’taki Mutabakat Metni’nde de sık sık inşa kelimesini anmalarını önemsiyorum ve liderleri bu bakımdan tebrik ediyorum. Meselenin basit bir reform meselesi olmadığını, basit düzeltmeler, düzenlemeler olmadığını, asıl devleti yeniden yapılandırma meselesi olduğunu kavramış olmak bile altı parti için çok önemli. İkinci önemli ruh da bu son metnin Avrupa Birliği ilkeleri ve Avrupa Konseyi kararlarını kendine hedef alması. Bakın üye olmayı demiyor, üyelik sürecini güçlendireceğim, masaya döneceğim, reformları yapacağım demiyor. Ama orada bir nizam standartları kabulü var.
Ben de tam buraya gelmek istiyordum; çünkü evet metnin içinde İstanbul Sözleşmesi, laiklik ya da Kürt kelimeleri geçmiyor ama Avrupa’nın özgürlük ve hakları güvence altına alan uluslararası kurum ve normlarına atıf yapıyor, yani aynı altını çizdiğiniz gibi bir Batılılaşma idealinden bahsetmiyor, ama normları öne çıkarıyor…
Hah aynen o.
Baktım, Avrupa kelimesi 12 kez,“özgür” kelimesi de 26 kez kullanılmış. Dolayısıyla evet mutabakat metninin bahsetmedikleri var, ama metindeki bazı ifadeler kimi o bahsetmediklerini de kapsıyor demek mümkün mü sizce?
Kesinlikle öyle, mesela HDP kapatılmasın diye parti bazında bir taahhütte bulunmuyor, ama konuya asıl ilkesel yaklaşarak Venedik Komisyonu diyor. Ya da kayyumları kaldırmaktan bahsediyor.
O yüzden acaba bu biraz da “İyi niyetimizi anlayın” metni midir?
Evet, bu metin tam olarak da bir niyet beyanıdır. Hani yabancı şirketlerle iş yapacağınız zaman ya da büyük bir konsorsiyum yapıp ihaleye girerken önce “letter of intent” dedikleri bir niyet mektubu imzalarsınız. Aslında bu metin bir niyet mektubu. Hani demin diyordunuz ya metni tanımlayın diye, işte bu metin “yeni nizam için bir niyet mektubudur” diyebiliriz.
Peki “otosansür” var mıdır?
Sanmıyorum. Bu altı parti kameralar önünde el sıkışmadan çok önceden beri diyalog halindeler ve bu metin üzerinde heyetler halinde çok ciddi çalıştılar. Her konuda uzlaşmıyor olabilirler, ama bu diyalog zeminini maddelerde neyin ne kadar olduğundan bile çok daha değerli buluyorum doğrusunu isterseniz.
Aslında metin üzerinde durmayı tamamen anlamsız hale getirecek başka bir bakış açısı daha var: Bu altı parti kamuoyuna “Bize sürekli hadi ne yapacaksanız yapın diyordunuz, biz de huzurunuzda bu metni imzalıyoruz” dediler. Dolayısıyla seçimlerden sonra olası bir Anayasa Komisyonu kurulana kadar bu metnin işlevi buydu ve bitti?
Hayır tam tersine, tam tersine! Tabii ki altı partinin her birinin ideolojik tercihleri var, temel başka meseleleri var, ama bu altı partinin zaten asıl hedefi bunca kutuplaşmalardan, iki yıldır yaşanan bunca reel hikayelerden sonra toplumun siyasete güvenini inşa etmek ve ülkenin devasa sorunlarını siyaset marifetiyle, kavga dövüş olmadan, olağanüstü yönetimler ve yasalar olmadan, bir tarafa sürekli “mağdur ediliyorum” duygusunu vermeden bu işleri biz halledebiliriz güvenini topluma vermek. O güven sürecinin bir adımı bu metin. Ve bu metnin çok kritik bir işlevi daha var: Seçim sürecini “Tayyip Erdoğan mı yoksa karşısındaki aday mı” diye kişiler üzerinden bir mücadele olmaktan çıkartıp, bir nizam seçimi haline çeviriyor. 2019 yerel seçimlerinin sabahından itibaren sürekli “Cumhurbaşkanı adayı kim olacak” sorusu gündeme getirilirken şimdi bu altı lider çıkıp medyasından okur yazarlarına kadar herkese “Bir dakika, bu seçim bizim gözümüzde isim seçimi değil, yeni bir anayasal düzene evet deme ya da dememe seçimi” diyor.
Yani “Bizim hedefimiz yüzde 50+1 almak değil, en az yüzde 58 alıp 360 vekille anayasayı değiştirmek” mi?
Aynen öyle, aynen öyle. Dolayısıyla bu metin sayesinde önümüzdeki seçimi Erdoğan ve karşısındaki aday seçimi olmaktan çıkarıp bugünkü düzenin yeniden referanduma sunulması seçimi haline getiriyorlar.
Metindeki bazı maddelere bakacak olursak sanki tek hedef sadece son 20 yılki düzeni değiştirmek de değil?
Kesinlikle. Metnin başlangıç kısmına bakın, şöyle bir cümle var: “Bizler güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizle cumhurbaşkanlık hükümet sistemini sona erdirirken geçmişe geri dönmüyor, hukuk devleti ve kuvvetler esasına dayanan yeni bir sisteme geçiyoruz.” Bu cümle çok önemli. Burada kastedilen şey bugünkü başkanlık sistemi mi yoksa eski sistem mi değil. Diyor ki “Önceki eksikti, şimdiki yanlış, biz bambaşka bir şey öneriyoruz”. Bu çok anlamlı bir cümle.
Bu mutabakat metni Kürt seçmeni de ikna eder
HDP bu masaya oturmadan dışarıdan destek vermeyi reddederse, yani bir anlamda AİHM kararlarının uygulanması, kayyumlara son verilmesi ve hukuk devletinin güçlendirilmesi ihtimaline dışarıdan destek vermeyi seçmezse, bunu reddetmenin alternatifi ne?
Reddetmenin alternatifi yok. Dolayısıyla reddettiklerini de sanmıyorum. HDP’nin açıkladığı bir ilkeler metni vardı ve bu Mutabakat Metni’yle çok aykırı maddeler yok orada. Aslında buradan ilk sorunuza dönelim. Bunun adı seçim ittifakı mı, koalisyon mu, adı niye tam belli değil diyorsunuz ya, o belirsizlik aslında HDP’nin bu masada olup olmamasına dair tartışmalardan da beslenen bir belirsizlik. Çünkü HDP’nin bu masada olması ya da bu ilkelere ben de varım demesi gibi aleni, açıktan pozisyon almasının bu ittifakın oy potansiyeli üzerinde bir risk üreteceği kabulü var. Bazı partiler sanıyor ki HDP ittifakta olursa seçmeninden kayıp olur.
Peki olur mu?
Araştırmalar üzerinden varsayımsal olarak böyle bulgular olsa bile pratikte böyle olacağından emin değilim. Bugün bu altı partinin de seçmeninin temel motivasyonu bu gidişata itirazlarının esas olması. Yani bu partilerden biri yarın iktidarla ittifaka kalkışsa, kurumsal yapısı iktidarın yanına geçse bile seçmeni geçmeyecek. Elbette bu ne olursa olsun fark etmez anlamına gelmiyor. Her partinin seçmeninin duyarlılıklarını ve taleplerini masaya taşıması gerekir, evet, ama aynı zamanda partilerin seçmenlerini dönüştürmeleri, insanlığın evrensel kazanımlarına doğru seçmenlerini değiştirmeleri de görevleridir bence. Kaldı ki seçmen sadece kendi beklentileri üzerinden değil, neye karşı olduğu üzerinden de oy kullanıyor zaten. CHP’lilerin hiç katılmadıkları halde Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermesi gibi. Dolayısıyla önümüzdeki seçimde Kürt seçmeni herhalukarda bu düzene karşıtlığından dolayı zaten bir pozisyon alacak. Bu metin kamuoyuna iyi anlatılabilirse Kürt seçmen de daha ikna olmuş olarak pozisyon alır tabii. Bu metindeki pek çok ilke HDP seçmeninin önemli bir kesimini ikna eder. Hele de kendi inandığı partiyi o masada görse daha bir coşkuyla sahip çıkar. Ama mesele illa bir seçim ittifakı ya da bir koalisyon pazarlığı değilse HDP de benzer ilkeler yayınlayabilir ve fikri bir beraberliğin oluşturulmasının peşine düşülebilir. Bence fikri beraberlik de yeterli olabilir ve yakın zamanda da böyle olacağını sanıyorum.