22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
08.07.2022 04:31

Kimdir bu “Aksona Mehmet” dedikleri?

Yerli-yabancı pek çok gazeteci ve denizcinin uzun yıllardır hakkında defalarca kez yazılar yazdığı, söyleşiler yapıp belgeseller çektiği Aksona Mehmet’i iki sayfaya sığdırmaya çalışacağız. Sadece henüz tanışmamış olanlar için değil, onunla ilgili her satırı ilgiyle takip eden tüm sevenleri için de…

"Mancorna” onun mesleği, meslekteki unvanı; “Aksona” ise lakabı… Aksona nedir, mancorna kime derler yan sayfanın tam sağ alt köşesinde özetliyoruz, ama biz şimdi hikayenin biraz daha evvelinden başlayalım. Ta en başından…

Aksona Mehmet’in yani asıl adıyla Mehmet Baş’ın büyük dedesinin lakabı “Ormancı Deli Ağa” idi. Bodrum’un Çiftlik köyünün kurucularından, bölgede çok sevilen, çok da zengin biriydi Ormancı Deli Ağa… Bugün Yalı’da Sea Garden tatil köyünün de bulunduğu o çok kıymetli arazilerin, Yalı Dağı’nın ve köydeki pek çok yerin sahibiydi.

Ancak Aksona Mehmet 10 Ocak 1950’de doğduğunda bu zenginlik çoktan bitip tükenmiş durumdaydı. Mehmet’in bir dedesi askerde yakalandığı sıtmadan, diğer dedesi Çanakkale’de aldığı şarapnel yarasından ölmüştü. Savaşlardan yorgun çıkan tüm Anadolu gibi Bodrum’un da en fakir olduğu yıllardı… Zengin bir evin tek torunu olarak biraz şımartılarak büyütülen babası Hüseyin Bey ise, çalışmak şöyle dursun alışkanlıkları uğruna malı mülkü satmaktan çekinmemiş biriydi.

Dolayısıyla o dönem diğer pek çok Bodrumlu çocuk gibi Mehmet de kışın okuluna yalın ayak gitti, dağlarda keçi güttü, dayısıyla Güllük ocaklarında kömür yakıp, annesiyle Karaova’da tütün kırdı. Geçim derdi giderek öyle vaktini almaya başlamıştı ki, Mehmet Orta 2’yi tamamlayamadan okul hayatını bitirip hayat okulunun en ön sıralardaki yerine oturmuştu bile.

İlk vurgunu 13 yaşında yedi

Aksona Mehmet’in çocukluk döneminin en güzel günleri denizde geçen zamanlarıydı. Hele bir de yaz geldi mi Kissebükü’nden Yalıçiftlik’e kadar bütün bir kıyı onun ve arkadaşlarının olurdu. Günlerden bir gün Karaburun’un ucunda Koca İbrahim Amca’yı gördü. Yüzünde bir maske, bir yandan yüzüp bir yandan da ıskarmoz avlıyordu İbrahim Amca. “Ben de o maskeyi takabilir miyim?” diye sordu Mehmet. “Al tak” dedi İbrahim Amca. Mehmet maskeyi takıp kafasını suya bir soktu, aşk işte orada başladı. Bugün hala unutamadığı bir fotoğraf karesidir o görüntü… “Aman Allahım” dedi Mehmet, “Başka bir dünya varmış burada.” 

Mehmet Baş’ın Mayıs 1981’de çekilmiş bir fotoğrafı. İlk teknesi Aksona’yı sefere hazırladığı günlerde Kale’nin arkasındaki sığlıkta terzi Yılmaz Üzer ile dalış yaparken…

O andan sonra Mehmet’in tek derdi Çarşı’da Kukaçi Ahmet’in vitrininde gördüğü “Champion” marka Fransız malı deniz maskesini almaktı. Ama maske 40 lira, nasıl alır? Anacığı Hanım Baş, bahçesindeki oğlağı kasaba götürüp 40 liraya sattı, parasını da gara oğluna verdi. O gün dünyalar Mehmet’in oldu. Bir de marangoz Halil Ağa’dan uydurduğu ahşaptan balık tabancasıyla bol bol balık avlamaya başladı. Havanın dıngır poyraz olduğu günlerde bile arkadaşlarıyla ava çıkıp tuttuklarını satıyor, kalanı köylüye veriyorlardı.
14 yaşına geldiğinde artık bu işi maaşıyla, Bodrum limanında yapmaya karar verdi Mehmet… “Akasya” adlı bir balıkçı tırhandilinin kürekçisi oldu. Ama o bir hafta boyunca Ören açıklarında o kadar sallandı, o kadar yoruldu ki, kıyıya dönüşünde “Yok” dedi, “Ben dalgıç olacağım!”

“Ekmek yediğin sofraya edilmez”

Mehmet, kolunun altında bir battaniye bir yastığıyla karpuz kıç Engin Kardeşler Teknesi’nde işe başlayıp, polis karakolundan ilk “sünger işçisi” belgesini aldığında 15 yaşındaydı. En büyük şansı dört yıl önce İstanbul’dan Bodrum’a gelen Baskın Sokullu ile Can Tosun Sezer’in sayesinde süngercilerin en çok vurgun yediği forma dalgıçlığının bitip nargile sistemine geçilmiş olmasıydı.

Mayıs ayında yukarı tarafa (süngercilik dilinde Kuzey Ege) denize açıldılar. Mehmet sefer boyunca teknedeki kendi gibi acemi dalgıçlarla birlikte günde üç dalış yaptı. Üzerinde elbise falan yok, sıkı örülmüş yün kazakla… Her dalışta süngeri biraz daha iyi tanıdı, apoşunda (sünger toplanan file) biraz daha fazla uslu sünger (deli kenker, deli zeytin gibi süngerin de delisi var çünkü) biriktirmeye başladı. Akşam oldu mu seferdeki usta dalgıçlarla birlikte çıkardıkları süngerleri çiğneyip havaya karışan o güzel kokusuna giderek daha fazla alıştı.

Teknede ıslık çalmanın uğursuzluk getirdiğini, denize iskele tarafından tuvalet yapmanın büyük ayıp olduğunu (“süngeri iskele tarafından çıkarıyoruz, ekmek yediğin sofraya edilmez” anlayışı…), “Süngercinin parası bol, karısı duldur” lafının ne anlama geldiğini, her yaştan 6-8 erkeğin, yaklaşık 10 metrelik teknede, 24 saat, 5 ay boyunca dip dibe kavga etmeden uyumla çalışmalarının zorluğunu, denizin şakayı da yalanı da sevmediğini hep bu ilk seferinde öğrendi. Bir de tabii en mühimi herkesin apoşundaki süngerin birbirine karışmaması gerektiğini… Çünkü herkes çıkardığı süngere göre pay alacak. Çıkan süngerler defalarca kez deniz suyuyla temizlenip, kurutulup, tartıldıktan sonra ayakla Antalya çuvallarına depilecek. Dolan çuvalların ağızları çuvaldızla dikilip, ara sıra deniz suyuyla tavlanacak ki aman süngerler yanmasın.

Renklerinin açık sarı kalması şart!

Bunların hepsi haftalarca süren çok yorucu işler, ama tabii bir molası da var: Bu “sünger kurumu”nun yapıldığı günler karaya çıkılıyor. O günlerin akşamında bilhassa Bodrumlu süngercilerin Çeşme-Ilıca’daki uğrak yeri Hasan Ağabey Lokantası’nda bir yandan kafaları çekerken bir yandan da usta dalgıçların paha biçilmez anılarını dinlemek acemiler için büyük nimet…

Yatak yorgan simit, ver elini Edremit!

Bodrumlu teknelerin bir kısmı Karamanya’da (süngercilik dilinde Bodrum’dan Antakya-Samandağı’na kadar olan Akdeniz’in kıyı şeridi) bir kısmı yukarı tarafta beş ay boyunca sünger çıkarıp ekim ayı gibi tekrar herkes Bodrum’da toplandığında sıra geliyordu dünya süngerciliğinin başkenti Kalymnos Adası’ndan gelecek tüccarla pazarlık etmeye.

Dalgıçlar tüccarla olan işlere karışmazdı. Parasını kaptandan alır, ama kaptanın süngeri tüccara kaç liraya verdiği de bilinmezdi. Pazarlık bitip para Bodrum’a ulaşana kadar sünger çuvalları handa, sünger işçileri de köylerinde beklerdi. Mehmet ilk kışını sadece beklemekle değil, bir yandan da yine balık tutup satmakla geçirdi. Bu çalışkanlığı, dürüstlüğü süngerciler arasında hemen takdir topladı. Üstelik bir denizci için limandan bindiğin tekneyle limana çıkmak da itibar meselesiydi. Çünkü “Yatak yorgan simit, ver elini Edremit” deyip sefer sırasında tekneden kaçan süngerci çok olurdu.

İlk sınavını çok iyi bir şekilde veren Mehmet bu kez tekne Caner’den teklif aldı. Mayıs ayı geldiğinde tüm süngerciler gibi beş ay yetecek kadar peksimet, zeytinyağı ve fasulyeyle yine açıldılar denize… Her seferinde Mehmet denize biraz daha fazla bağlandı. Tarlalarda çalışmaya dönmek artık imkansızdı onun için. Oysa bütün süngerciler gibi onun da etrafında “Git, karada bir iş tut da kurtul şu denizden! Bir gün seni de yutacak, bu goca deryalar kimleri yutmadı ki!”, “Bak filancanın oğlu Karamanya’da vurgun yedi, öldü. Şimdi mezarı bile belli değil” diyen çoktu.

Doğruydu da bu söylenenler. Hatçe Garı’nın oğlu Hüsen, Arap Abidin niye sakat kalmıştı… Gaydura Ahmet, Kör Oktay vurgun yiyip ölmediler mi… Hele Fanti Mustafa’nın başına gelenler… Böyle çok genç, çok isim vardı, ama belki de en kötüsü kıyıda yeri bilinmeyen mezarlarda yatanlar hatta denizin dibinde kalanlardı…
O yüzden kimi süngerciler “Bu sene de gideyim, son!” diye ailelerine söz verirlerdi. Ama ertesi yıl olduğunda hele bir de havalar ısınıp kanları yeniden denize kaynadı mı kendilerini tutamaz, “Haydi, bu sene de gideyim, sonra vazgeçerim” derlerdi. Sonunda bir anlayışa göre doğru yolu bulanlar, başka bir anlayışa göre de pes edenler “Şükür kurtuldum” diyerek ya bir kurban keser ya da mevlit okutup mavi derinliklere noktayı koyardı.

Fakat kimi süngerciler vardı ki, onlar daha baştan kestirip atarlardı; “Ölürsem de öleyim sakat kalırsam da kalayım. Elim ayağım tutana kadar dalarım!” Bu tip süngerciler dalmaktan vazgeçmeleri gereken gün geldiğinde bile karaya dönmezler, bu kez de taşarı teknelerinin (dalış yerlerini belirleyen tekneler) dümenine geçerlerdi. Patronların en sevdiği kaptanlar bunlardı, çünkü sünger nerededir, nereye kabak (dipte süngerin olduğunu göstermek için yüzeyine konan bir nevi şamandıra) bırakılır çok iyi bilirlerdi.

Ayvalık, ikinci Bodrum gibi

O yıllarda Geriş, Bodrum’un en çok süngerci çıkaran köyüydü. Mehmet’in köyünün insanları için ise üç seçenek vardı: Ya Karaova’da tütün işleyecek, ya Milas’ın Yaşyer Ovası’nda pamuk toplayacak ya da mavi derinliklere gidip sünger çıkaracak… Biraz da badem-incirle uğraşma imkanı vardı, ama en çok para süngerdeydi. Üstelik sadece denizler değil, kazandığı parayla annesini biraz olsun rahat ettirmek de Mehmet’in çok hoşuna gitmişti. O da tıpkı diğer süngerciler gibi her eve dönüş yolunda Sıralovaz Dağları’nı gördüğünde beyaz köpüklerin üzerinden kelebekler gibi uçarak “Gel Bodrum, geeeel!” diye büyük bir hasretle bağırsa da her mayıs ayı oldu mu yine gidip denize açılıyordu.

Mehmet, ömrünün 25 bin saatten fazlasını suyun altında geçirdi, Kalymnos’tan Tunus’a kadar Ege ve Akdeniz’in her yerinden sünger çıkardı. Ama en sevdiği yer hep Ayvalık oldu. 1967-1970 yılları arasında sürekli “Benim için ikinci Bodrum” dediği Ayvalık’ta daldı. Burada Giritli usta denizci Selam Süngerci’den çok şey öğrendi. Kazdağları’nın tepesindeki ünlü Sarıkız efsanesi hayat boyu yönünü tayin etti. Sarıkız ne zaman çağırdıysa yukarı tarafa çıktı; Sarıkız ne zaman kızdıysa denizde haddini bildi; denizde ne zaman başı sıkışsa Sarıkız imdadına yetişti. Mehmet’in diğer dalgıçlardan (ve tabii çoğumuzdan) önemli bir farkı vardı: Yaşadıklarını gençliğinden itibaren bir kenara not alıyordu. Bazen aralarına şiirler de yazarak… Sarıkız, o tutulan notların içinde adı hep en çok geçen oldu.

İlk işi 25 yıllık sözünü tutmak oldu

Mehmet askerliğini 1970-71 yıllarında Mersin’de bir çıkartma gemisinde yaptı. 1974’te Kalymnos’ta süngerci olarak çalıştı. (Bu arada inanması zor, ama bir dönem Devlet Su İşleri’nde memurluğu denedi, tabii dayanamayıp istifa etti) 28 yaşındayken, ilk kez hem dalgıç hem kaptan oldu. Artık usta denizci sınıfına yükselmiş, tek bir şeyin hayalini kuruyordu: Kendi kayığının sahibi olmak. Sonunda da öyle bir kayık buldu ki Mehmet, tam Bodrum işi… 1962’de ustaların ustası Ziya Güvendiren tarafından yapılmış, beş kez el değiştirmiş, 18-19 yaşlarında bir tırhandil.

Haliyle biraz yıpranmış, önce bir adam etmesi lazım tırhandilini, ama ondan da önemlisi bir isim bulması lazım Mehmet’in. Bu konu o kadar aklını kurcalıyordu ki, her gün yatağa yattığında bile sadece bunu düşünüyordu. Yine yorgunluktan öldüğü bir akşam köye gitmiş, tam yatağına uzanmıştı, birden şimşekler çaktı kafasında: “Aksona olacak” dedi, “Bir süngercinin günde yüzlerce kez ağzından çıkan, onun hayatı için en önemli kelime bu…”

Aksona, tüm bakımı tamamlanıp 3 Mayıs 1981’de denizle kavuştu. O gün Mehmet kızaklardan sürülen kayığının ardından şöyle bir baktı ve içinden dedi ki, “Suda gördüğüm bu güzel kız benim… Artık geçmişi unut, hep ileriye bak Mehmet…” Birkaç damla yaş süzüldü gözlerinden, sonra hemen toparlanıp yedi kişilik ekibiyle Kale’nin arkasındaki sığlığa gittiler. Acelesi var gibiydi Mehmet’in; Aksona’dan ilk dalışını hemen oracıkta yapıverdi. 45 dakika sonra çıktığında apoşu sünger doluydu. Daha o vaziyetteyken alelacele sattı süngerlerini… Sonra da tek kuruşuna bile dokunmadan köyündeki öğretmene götürdü; “Çocuklara ayakkabı alın”… Acelesi buymuş Mehmet’in; 25 yıl önce kendine verdiği sözü imkanını bulduğu ilk anda yerine getirmekmiş…

Barbaros, Fatih, Deniz…

Artık bir teknesi ve bir de namı vardı Mehmet’in, sadece bir mancorna değil “Aksona Mehmet”ti bundan böyle… Üstelik “mavi boncuğum” diye büyük bir aşkla sevdiği Aksona, kısmetiyle birlikte gelmişti. “Gönlüm Müsgebili bir çiçeğe konuverdi” dediği Şerife Öge’yle 1983 yılında evlendi Aksona Mehmet: 19 Mayıs nikah, 24 Mayıs deniz!

Balayında denizdeydi Aksona. Babasının ölüm haberini aldığında denizde… Kıbrıs Barış Harekatı sırasında denizde, bir de üstelik Girit açıklarında… 80 darbesinde yine denizde… Ve en kötüsü minicik oğlu Barbaros Hayrettin’in ölüm haberini aldığında da denizdeydi…

O tabii tarif edilemez bir acıydı Aksona ailesi için, ama yeni bebekleri Fatih’le yeniden yüzleri güldü. Kızı Deniz’le bir kez daha… Üstelik Deniz’in doğum haberini de yine denizdeyken aldı.
Bu arada mavi boncuk Aksona’ya da kardeş geldi: Aksona 1. Bu da bir tırhandil, ama ablasından biraz daha uzun. Amacı ne peki derseniz; işte o konu biraz sıkıntılı…

1986, Türk süngerciliği tarihinin en kara yılı oldu. Zaten o dönem Yunan hükümeti Türkiye’den yapılan sünger ithalatına engel olmaya başlamış, en büyük tüccarlardan Gara Ömer’in deposu sünger dolu; Kalymnoslu tüccarlar piyasadan çekilmiş, süngeri satacak yer yok… Bir de üzerine denizden gelen kara bir haber bütün sistemi allak bullak etti: Akdeniz süngerlerini hastalık sarmış, bir tür sünger vebası.

Canlı sağlam sünger dipte siyahtır, ölü olanlar beyazlaşır, denizin dibinde diş gibi sırıtır. Ölü süngeri elinize aldığınızda dağılır, kokusu dayanılamayacak kadar ağırdır. Aslında bu durum tarihte daha önce de görülmüş; hatta yeni arayışlar başlayınca Amerika’nın Florida kıyılarında sünger olduğu keşfedilmiş. Sonra yıllar içinde tabiat kendini tedavi edip, sünger hasat edildikçe Ege ve Doğu Akdeniz’de süngercilik yeniden eski günlerine dönmüş.

Ama böyle bir öngörü olmayınca 2000’lerin başındaki Türkiye’de ne mi karar alındı dersiniz? Aksona Mehmet’in hayatı boyunca en kızdığı karar: “Her şeyi bildiğini sanan Muğla Tarım İl Müdürlüğü Koruma Kontrol Dairesi’nde görevli bir bürokratımızın raporuyla, masa başı alınan bir kararla koca bir deniz kültürü tarihe gömüldü.” Yani sünger avcılığı yasaklandı. Bir tek Türkiye’de yasaklandı. Bir daha da o yasak kalkmadı.

Herkesi “mancorna dostu” yaptı

Hal böyle olunca Bodrum ekonomisinin can damarı süngerler hediyelik eşya tezgahlarına düşerken süngercilik de yerini giderek yat turizmine bıraktı. Ama tamamen körlemesine bir bırakıştı bu… Herkese öyle kolay ve yanlış bir şekilde teşvik kredisi veriliyordu ki kıyılarımızda ne tekne estetiği ne deniz terbiyesinin kaldığı bir dönem ortaya çıktı. Deniz, usul bilmeyen, yatçılıktan da turizmden de anlamayan teknelerle doldu.

Aksona Mehmet bu yat turları işini hiç sevmedi. Gözü hastalığın henüz sıçramadığı Kuzey Ege’de, hatta Kuzey Afrika’daydı, ama süngere çıkacak bir ekip kurmak bile artık imkansız hale gelmişti. Başka seçenek kalmayınca o da mavi boncuğu Aksona’yı çalıştırması için arkadaşlarına emanet edip, kendi de Aksona 1’le “mavi yolculuk” hizmeti vermeye başladı. Fakat yine Aksona Mehmet farkıyla… Dalgıçlıktan, bu koca deryanın mavi derinliklerinden vazgeçmeden…

Önce gitti bir dalış rehberliği sertifikası aldı. Sonra kendisine gelen müşterilerden mümkün olduğunca belki sayıca az, ama onun bu sevdasının kıymetini bilen grupları seçti. Kısa sürede dalmayı seven yerli-yabancı turistlerin, işadamlarının, sanatçıların, gazetecilerin, siyasetçilerin, sosyetenin aradığı isim haline geldi. Fikret Kızılok’u, Tarık Akan’ı, Mümtaz Soysal’ı, Mustafa Koç’u, Cem Boyner’i, Ata Demirer’i, Nurettin Hasman’ı ve daha pek çok ünlü-ünsüz deniz severiyle kendine geniş bir çevre kazandı.

Hatta sadece çevre değil, “hayran kitlesi kazandı” da diyebiliriz, çünkü Aksona Mehmet onları dalışa götürmekle kalmadı. Onlara gerçek Bodrum’u ve Bodrum süngerciliğini de anlatarak hepsini birer “mancorna dostu” yaptı. O dostlukların en vücut bulmuş hali ise rahmetli komodor Raif Okyar ve arkadaşlarıyla oluşturdukları “Mancorna Grubu” oldu.

Yaşayan bir insan hazinesi

Yıllar boyunca Bodrum’da içinde “deniz” geçen ne kadar konu varsa Aksona Mehmet de kendini bir şekilde mutlaka o konuların ortasında buldu. İlk kez Bodrum Sualtı Takımı mı kuruluyor? Hopp Aksona Mehmet’in boynunda altın madalya; hemen ardından da 1985’te Mallorca’da yapılan dünya şampiyonasında… (Ayrıca yurtiçinde katıldığı yarışmalarda altı kez birinci) Tarık Akan’ın filmine kaptan ve dalgıç hocası mı aranıyor? Aksona Mehmet orada. TRT belgesel mi çekecek? Aksona ve teknesi kamera karşısında. Bodrum’da ilk kez ahşap tekne yarışları başlıyor; Aksona Mehmetsiz olmaz!

Bodrum denizini katil yosun sardıysa bunu ilk fark edip kamuoyunun gündemine sokan da Aksona Mehmet, hala oğluyla birlikte dalıp denizin dibindeki hayalet ağları temizleyen de…

3 dileği de gerçekleşti

Bodrum’un ünlü Sünger Pizza’sının kurucusu Erdoğan Yavaş, 2012 yılında Bodrum meydanına Aksona Mehmet’in heykelini yaptırdı. Aksona’nın otobiyografisini kaleme aldığı, bizim de bu yazıda çok faydalandığımız “Son Süngerci” kitabı 2015’te Naviga yayınlarından çıktı.

2017’de Bodrum Deniz Ticaret Odası ve Türk Deniz Araştırma Vakfı Aksona Mehmet’in UNESCO’nun Yaşayan İnsan Hazineleri Envanteri’ne isminin kaydedilmesi için resmi başvuruda bulundu. Aksona’nın 2011’de 60 metre derinlikteki Raif Okyar Bangosu’ndan çıkardığı melat süngerinin toplam 17 tonluk heykeli yapılıp geçen yıl Bodrum’un İskele Meydanı’na dikildi.

Ama tüm bunlardan başka asıl üç hayali vardı Aksona Mehmet’in:

1- Tasarımını tamamen kendisinin yaptığı bir tırhandilinin olması: Bu hayalini 1998 yılında gerçekleştirdi, adını da “Aksona Mancorna” koydu. Halen süngercilik donanımının bulunduğu tek tarihi tekne konumundaki mavi boncuğu Aksona ve seferlerine çıktığı Aksona Mancorna’sını Bodrum Marina’da görmek mümkün. (Tabii Aksona Mehmet’i de…)

2- Bodrumlu büyük denizcilerin isimlerini deniz haritalarında işaretleyerek onları ölümsüzleştirmek: Mümtaz Soysal’ın yardımıyla bu isteğini de hayata geçirdi Aksona… Haremten önündeki iki sığlığa Gavur Ali, Deli İbrahim; Aspat açıklarına Kara Abidin; Seyir ve Oşinografi Dairesi’nin bir sürprizi olarak da Turgutreis-Çatalada’nın kuzeyindeki sığlığa Aksona adı verildi.

3-Bodrum’da tıpkı Kalymnos’taki gibi bir Süngercilik Tarihi Müzesi kurulması: Bunun gerçekleşmesine de çok az kaldı görünüyor. Çarşı’daki l. Artemisia Sergi Salonu’nun yine mülkiyeti belediyeye ait olan yanındaki binayla birleştirilip 2023’te müze olarak açılması planlanıyor. Danışma kurulunda Jeff Hakko, İzzeddin Çalışlar, Saner Gülsöken gibi isimlerin bulunduğu projenin ilham kaynağı ise Aksona Mehmet!  Bodrum’un son süngercisi! 

Ermiş bir dalgıç, Bodrum’un yaşayan en büyük folklorik değeridir

Sicilya ile Tunus arasındaki Adventura Bank sığlığında yaptığı dalış sonrası Aksona ve çıkardığı süngerlerin bir kısmı.

Erol Kepenek (“Son Süngerci” kitabının editörü, denizci): Aksona’yı 88’de tanıdım, kısa sürede çok iyi ahbap olduk. Gerçekten o kitapta anlatılan her şeyi satır satır, gün gün yazmış olduğunu gördüm. Şöyle düşünün, 14 yaşında bir çocuk denize çıkıyor, yaptığı ilk iş kendine bir kurşun kalem ve defter almak.

O devirde olacak iş değil bu. Her dalışın kerterizini yazması, teknede kim var, neler yaşandı, neler konuşuldu; bunları senelerce satır satır not alması müthiş bir şey. Mehmet’i kitabı yapmaya ikna edip bu yazılar benim önüme geldiğinde 1600 word sayfasıydı. Büyük bir emek yani. Bence bu kitap süngerle ilgili yazılmış yegane belgedir. Literatürde bir süngercinin kaleme aldığı başka bir otobiyografiye rastlamadım.

Erman Aras (Era Yachting’in sahibi, The Bodrum Cup Onursal Başkanı): Aksona Mehmet, lafını içinde tutmayan, gördüğü yanlışları söylemekten çekinmeyen bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda edebiyatı güçlü, kitap okuyan, düşündüğünü doğru ifade edebilen biridir. Onun bu özellikleri sayesinde denizlerin sıkıntıları, süngerciliğin sorunları medyanın ilgisini çekti, Türkiye’nin gündemine taşındı. Bir kere en büyük faydası budur. Bir başka büyük katkısı da turizme olmuştur.

Sünger yasaklanıp herkes büyük guletlerde turizm yapmayı seçerken o Bodrum’un tırhandilinden ve dalgıçlıktan vazgeçmedi. Dalış turizmine uygun çok az tekneden biri onundur. Bir yat acentası sahibi olarak benim de bilhassa İtalyan müşterilerimi hep Aksona Mehmet dalışa götürdü. Aksona’nın çok tutkunu vardır; mesela kışın kimse iş yapmazken onun teknesi denizdedir. Daha kimse sezona başlamadan o çoktan 3-5 sefer yapmış olur. Çünkü tanıştığı insanları Bodrum sevdalısı, deniz sevdalısı yapan, Bodrum’un yaşayan en büyük folklorik değerlerinden biridir.

Özgür Kıyat (“Aksona Zeybeği”nin bestecisi, sanatçı): Aksona Mehmet benim için çok büyük bir değer. Bodrum’un unutulmaya yüz tutmuş süngercilik geleneğini Aksona Mehmet tırnaklarıyla yaşatmaya çalışıyor. Ben buna çok saygı duyuyorum. Bir de aynı zamanda tıpkı Cevat Şakir gibi bir çevreci. Çevre bilincini artırmak için elinden geleni yapıyor, arkadaşlarını teknesine toplayıp gönüllü olarak Bodrum’un koylarında temizliğe çıkıyor ve bir yandan da ilerlemiş yaşına rağmen süngerciliğe aktif olarak devam ediyor. Suyun öbür tarafına baktığımız zaman böyle süngerciler için yapılmış nice şarkılar var, ama Aksona Zeybeği bir ilk oldu Türkiye’de. Ben de açıkçası onu yaşatmak için besteledim bu türküyü. (İlk kez 10 Ocak’ta yayınlanan Aksona Zeybeği’nin klibini Youtube’dan izleyebilirsiniz.)

Haluk Kutay (Aksona Mehmet’in dalış body’si, denizci): Yıllardır Aksona’yla birlikte dalıyoruz, geçen yüzyıldan beri diyebilirim… Kendisi çok iyi dalgıçtır, denizin altını çok iyi bilir vs. bunlar zaten standart bilgiler. Fakat benim için Aksona demek deniz kültürünü ve dalgıçlık kültürünü çok iyi bilmesidir. Body’sini hiçbir zaman riske atmaz, son derece güvenli dalışlar yaptırır ve de doğaya saygısı sonsuzdur; benim için Aksona budur. Biz derin dalışlar yapan mancornalarız. 50 metre, birçok dalış için risklidir, ama bizim için standart dalıştır.

O standart dalışlarda bile Aksona en ufak bir olumsuzluğu gördüğü anda dalışı keser, sizi ensenizden çeker, yukarıya çıkartır. Aksona’yla dalarken eğer gözüm onu görüyorsa güvendeyimdir ve yukarı çıkacağım demektir. Bu da tamamen yıllardır yaşadığı tecrübeleri hazmetmiş, en ufak bir kompleksi olmayan, kendini ispat etme çabasına girmeyen, denizden tüm derslerini almış, artık ermiş bir dalgıç kişiliğidir. Çünkü her 45 metre ve aşağısına dalış yapan mancorna olamaz. Mesela biz gençken arkadaşlarımla 98 metreye daldık, ama o bir mancornalık değildi, cahil cesaretiydi. Mancorna, 45 metre ve sonrasındaki derinliklerde bütün kurallara uyarak “çalışan” dalgıçtır.

Bu tip dalışlarda en ufak ekstra harcayacağınız bir efor sizi orada bırakabilir. Oysa bir mancornanın dipte bir de sünger kestiğini, çalıştığını düşünürsek son derece bilinçli ve tecrübeli olması şarttır. Aksona Mehmet de gerçek bir mancornadır, 72 yaşında ve hala sağlıkla dalabiliyor olması bunun en büyük kanıtıdır.

Mancorna kimdir?

45 metre ve daha derinde çalışabilen birinci sınıf sünger avcılarının unvanıdır. Mancornalar, daha sığdaki erişte denen yosunların arasından sünger çıkarmaz, derin denizlerdeki dibe ya da taşlara yapışmış süngerler için dalış yaparlar. Aksona Mehmet, mancornalar için “Su altında kartal, su üstünde de kelebektir” der.

Aksona nedir?

Su altında basınç nedeniyle sıvı hale geçip kana karışan azotun, yüzeye çıkmadan önce belirli duraklarda bekleyerek tekrar gaz haline gelip vücuttan atılmasına süngercilik dilinde aksona (dekompresyon) denir. Aksona süngercinin yaşam garantisidir. Dalgıç aksona yapmadan yüzeye çıkarsa kanında ve dokularında birikmiş olan azot genişlemeye, kabarcık formu oluşmaya başlar. Bu da dekompresyon hastalığına (vurgun) yol açar.

İtalya’nın Lampedusa adasındaki bir sünger dükkanını ziyaret.

Sünger ne işe yarar?

Su diplerindeki yüzeylere yapışarak yaşayan, omurgasız ilkel bir hayvandır. Vücudunda ağız, iç organlar ve sinir sistemi yoktur. Hem eşeyli, hem eşeysiz ürer. Yaklaşık 5 bin tür süngerden ticari öneme sahip olanları Kaba sünger, Melat, Mandaba, İpsator ve Cumba’dır. Aksona’ya göre dünyanın en kaliteli süngeri Karamanya’dan çıkan melat süngeridir. Antibakteriyel olması ve yumuşak dokusu nedeniyle hassas cilt temizliğinden cerrahiye kadar kullanım alanı çok geniş olan deniz süngerinden kanser ilacı üretme çalışmaları da sürüyor.